Kategori : DÜNYADA NELER OLUYOR / İSLÂM ÂLEMİ | Okunma Sayısı: 175 |
İsrâil son birkaç hafta içinde Lübnan’daki HİZBULLAH’ın en üst düzey kadrosunu ortadan kaldırdı. HİZBULLAH’ın karizmatik lideri Nasrallah’ın öldürülmesi bu sürecin en dramatik safhasını oluşturdu. İsrâil’in HİZBULLAH ve ona istikâmet veren ağabeyi İran içlerinde derin bir istihbâratı olduğu anlaşılıyor. Burada sorulması lâzım gelen soru, bu kadar kuvvetli istihbâratı olan İsrâil’in 7 Ekim’de nasıl olup da zafiyet göstermiş olabileceği sorusudur. Doğrusu buna artık çocuklar bile inanmaz. İsrâil, 7 Ekim’in farkındaydı. HAMAS’ı durdurmak için hiçbir şey yapmadı. HAMAS’ın saldırısını tamamlamasını bekledi. Akabinde uzun zamandır hazırlandığı ve kendisi için hazırlanan plânı devreye soktu.
Biraz gerilere, 1980’lere gitmek gerekiyor. Zihnimde, iç dinamiklerin rolünü teslim etmekle berâber İran Devrimi’nin son derecede güdümlü bir hareket olduğu artık pekişiyor. Diyalektik olarak düşünülmesi; veri bir tarafın kendisini güçlendirmesi için bir düşmana ihtiyâcı olduğunu unutmamak gerekiyor. Mesele tek başına İsrâil değil. Esas özne, İsrâil’in arkasında duran Angloamerikan mahreçli dünyâ hegemonyası... Bu hegemonya “düşman” rolünü vererek İran’ın önünü açtı. İran-Irak savaşının iki hedefi vardı. İlki, İran rejimini içeride kuvvetlendirmek; ikincisi ise BAAS geleneğinin en kuvvetli olduğu yerlerden birisi olan Irak’ı zayıflatmak. Gâlibi olmayan bu mânâsız savaş 1990’lara doğru sönümlendi. Savaşın akabinde, Irak hedefe konuldu. Körfez savaşı hayâta geçirildi. Neticede Saddam devrildi. Irak parça parça edildi. Tuhaf olan, daha Reagan devrinde Şer Ekseni’ne dâhil edilerek düşmanlaştırılan İran’ın mükâfatlandırılırcasına, ekseriyeti meydana getiren Şii nüfus tabanı üzerinden Irak’ta artan ve yayılan nüfûzu oldu. Batı, bunu durmak için hemen hemen hiçbir şey yapmadı.
Arap Baharı(!), BAAS-İHVAN gerilimi üzerinden çıkarılan bir yangındı. BAAS rejimlerini İHVAN’a yıktırdılar. BAAS’ın Irak’tan sonraki en büyük kalesi olan Libya’daki Kaddafî rejimi de tasfiye edildi. Tunus ve Mısır’da İHVAN iktidâra getirildi. Onlar da kısa zaman zarfında askerî veyâ yargı darbeleriyle tasfiye edildiler. Suudî Arabistan ve Körfez aşiret idâreleri rahatlatıldı. Bunun karşılığında İsrâil ile uzlaştırıldılar.
Sürecin sıkıştığı yer Levant coğrafyasıydı. Gazze’de İHVAN çizgisine yakın olan HAMAS tutunum sağlayabilmişti. Sûriye’de ise devreye İran ile berâber Rusya girdi. ABD ve Batı ise radikal Sünnî örgüt EL KÂİDE ve PKK kartını sürdü. İlki Sûriye’de Sünnî İHVAN muhalefetini yıprattı ve antitezi olan Şiî örgütlere alan açtı... Bu, İran unsurlarının Irak’tan sonra Sûriye’de de tutunmasını sağlamaktaydı. İran nüfûzu hızla büyüyor; Lübnan’da HİZBULLAH’la berâber yaygın bir ağ geliştiriyordu. Buna mukâbil İran’ın Arap coğrafyasında artan nüfûzu en başta Suudları ve Körfez aşiret devletlerini tehdit ediyordu. İHVAN tehlikesinden sonra bir de Şii İran tehlikesi, bilhassa Yemen HUSÎ’leri üzerinden Suudî Arabistan ve Körfez’in kâbusu oluyor, Batı karşısında elini kolunu bağlıyordu. Teopolitik; politik’in yerini alınca roller ve saflar değişmişti.
Diğer çok mühim gelişme ise HAMAS-HİZBULLAH yakınlaşması oldu. HAMAS, İHVAN hareketinin çökertilmesinden sonra tutunabileceği dal olarak İran ve HİZBULLAH’ı gördü. İlki Sünnî, diğeri ise Şii olan bu iki örgüt arasındaki ittifak, teopolitik yeni kodlarla uyumsuzdu. Bu uyumsuzluğun doğurduğu kısa devreyi Batı çok iyi kullandı.
Bu arada İran, Rusya ve Çin ile derin ilişkiler geliştirmekteydi. Bardağı taşıran da bu oldu. Elyevm idrâk ettiğimiz Gazze savaşı tam da buradan kaynaklanmaktadır. Artık karar verilmiştir: İran Arap coğrafyasından atılacaktır. Bu da İsrâil’in onu bahane ederek eş anlı olarak İHVAN’ın uzantısı olan HAMAS ve HİZBULLAH’a saldırmasıyla başlayacak bir süreçti.
İran başlangıçta Rusya ve Çin’in kendisini destekleyeceğini tahmin etti. Öyle olmadı. Pasifik’te sıkıştırılan Çin ve Ukrayna ile savaşan Rusya, İran’a istediği desteği ver(e)medi. Bilhassa Rusya’nın İsrâil ile derin bir anlaşma sağladığını düşünüyorum. İsrâil Ukrayna’ya, Rusya da Gazze’ye karışmayacaktı. Buna ilâveten Rusya, Sûriye’de işbirliği yapmış olsa da İran’dan kurtulmak ve rahat etmek istiyor.
Bütün bu süreçlerde Angloamerikan Batı’nın uzun vâdeli ve çok kapsamlı projesi belirleyici görünüyor. Bu projede ilk büyük adım Avrasya-Avrupa ve Asya-Avrupa bağının kopartılmasıydı. Bunu, daha mikroskopik olarak Rusya-Almanya ve Çin-Almanya olarak da okuyabiliriz. Ukrayna-Rusya savaşı tam da bunun için çıkarıldı.
İkinci adım ise Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının İsrâil-Yunanistan-Mısır denklemi üzerinden Batı’ya aktarılmasını sağlamaktır. Bu adım doğrudan hedefe Türkiye’yi koyuyor. Kıbrıs’ın burada çok hayâtî bir rolü olduğunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Nihâyet üçüncü adımda, Hindistan-Suudi Arabistan-Körfez-İsrâil hattı üzerinden yeni bir Baharat Yolu açarak Çin devre dışı bırakılmak isteniyor. Netanyahu son noktayı koyarak BM konuşmasında bunu haritalar üzerinden gösterdi. Haritalarda, İran, Irak ve Suriye’nin gömüldüğü bir Şer ekseni, Suudi Arabistan ve Mısır’ın parlatıldığı bir hayır ekseni târifi var. Muhtemelen Rusya, şimdilik mecbûrîyetten yürüttüğü Çin ittifâkını by pass edebileceği, ilerideki bir safhada Batı’ya yeniden eklemlenebilmesinin imkânlarını bu plâna göre tasarlıyor.
Dördüncü boyutta ise gündeme, Kafkasya, Ermenistan-Azerbaycan-Gürcistan üzerinden bir yeniden yapılanma geliyor. Burada da Batı ile berâber İsrâil ve Hindistan’ın varlığını görüyoruz. Bu coğrafya henüz diğerleri kadar oturmuş değil. Çok sayıda kısa devre var. Baharat Yolu’nda anlaşan Hindistan ve İsrâil Kafkasya’da farklı cephelerde. ABD, Fransa ve İngiltere ise her zaman ortak hareket etmiyorlar.
Dikkat edilecek olursa, her safhada İsrâil’in merkezde olduğu manzaralar görüyoruz. Mesele her şekilde, doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye’nin istikbâli ile alâkalı. Doğru siyâsetler geliştirmek için doğru kavrayışlara sâhip olmak gerekiyor.
Yazar: Süleyman Seyfi Öğün |
30-09-24 |
||
E mail: yenisafak.com | Tweet | ||