ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 4410
Yazar: NİHAD SÂMİ BANARLI
YÛNUS'UN TÜRKÇESİ

 

XIII. asır, Anadolu'da Türkçenin şahlanışı bakımından, bir Yûnus Emre asrıdır. Bu asırda, bugünkü Türkiye topraklarında, gerçek bir dil inkılâbı olmuştur. Bunun başlıca sebebi, Anadolu'da Türk nüfûsunun gün geçtikçe artması ve bir ekseriyet sağlamasıdır. Halk ekseriyeti Türk olan bir vatanda, büyük halk edebiyâtına sâhip bir milletin kültür ve edebiyat dilinin de Türkçe olması veyâ Türkçeye dönmesi çok tabiîdir.

XIII. asır ortalarında başlayan bu dil inkılâbı, başka dillerden kelimeler ve kaideler almış bir dilin bütün bu yabancı unsurları tasfiye ederek katıksız Türkçeye dönmesi iddiâsında, Türkçeden Türkçeye bir inkılâp değildir. Çünkü o yıllara kadar, Selçuk Devleti'nin sâhip ve hâkim olduğu ülkelerde Türkçe, ne bir kültür ve edebiyat dili ne de resmî dil olabilmiştir. Hemen iki asrı aşan bir zaman içinde, Türklerin ilim dili, doğrudan doğruya Arapça olmuş, edebî eserler Fârisî ile yazılmış, devletin resmî lisânı olarak da bâzan Arapça, çok kere Fârisî kullanılmıştır.

Bu sebeple Yûnus Emre asrındaki dil inkılâbı, büyük ölçüde bir inkılâptır ve doğrudan doğruya yabancı dillerden Türkçeye bir geçiştir.

İşte Anadolu'da XIII. asırda başlayan ve bir daha yerini hiçbir yabancı dile bırakmayan Türkçenin bu kat’î zaferinde Yûnus Emre'nin aziz hizmeti vardır. Ancak, Yûnus Emre Türkçesi, günümüzde her kelimeyi yanlış kullanmaya alışmışların bilerek veya bilmeyerek söyledikleri gibi öztürkçe değildir. Bu dil, ortak İslâm medeniyetiortak medeniyet dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslâmî Türk Dili'dir. Nasıl bugünkü batı medeniyeti milletlerinin dillerinde eski Yunan ve Latin dillerinden veya birbirlerinden alınıp millîleştirilmiş yığın yığın kelime varsa, dünkü İslâm medeniyeti milletlerinin dillerinde de başka dillerden alınma birçok kelime vardır. içinde öteden beri gelişmeye başlamış, yine

Türk milleti, bilhassa Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi’nde bu yabancı menşe’li kelimeleri, Yûnus Emre asrından bu yana, büyük bir temsil kudretiyle Türkçeleştirmiş, bunların pek çoğunu kendi dilinin sesine ve estetiğine uygun Türkçe sözler hâline getirmiştir.

Îmânı ve ideali gereğince geniş halk topluluklarına ses duyurma vazîfesindeki Yûnus Emre’nin Türkçesi, işte bu şartlar içinde sâde ve çok güzel bir halk lisânıdır.

Bizde Yûnus Emre Oratoryosu’nun icrâsında bulunanlar, bu eserde iki ayrı mûsıkî dinlemişlerdir: Eserin büyük kısmı, belki güzel fakat kilise mûsıkîsini andıran, gamlı, hattâ karanlık bir ifâde içindedir. Bu karanlığın içinde ise, yer yer, göz ve gönül aydınlatan ışıklar yanıp söner. Dinleyenler, kendilerini sesten ve ışıktan örülmüş bir başka âlemde hissederler.

Bunlar oratoryo’da melodileri asırların Türk halkı tarafından yaratılmış, hakîkî Yûnus ilâhîleri’nin armonize edildiği bölümlerdir. Yûnus Emre Oratoryosu, bizim mistik halk mûsıkîmizle kilise mûsıkîsini karşılaştırma imkânı veren, karanlığa ışık sunup yapılmış siyah-beyaz bir kompozisyon gibidir.

İşte Yûnus Emre asrına kadar, bilhassa Selçuklu Türkleri tarafından türlü zarûrî sebeplerle yaşanılmış Arabî ve Fârisî devirlerini, Türkçe için bir karanlık devir diye düşünürsek, Yûnus Emre’nin sâf ve samîmî bir Türkçe ile, Türk vezin, şekil ve kaafiyeleriyle söylediği ilâhîler, o asırların Arabî ve Fârisî karanlığında böylesine parıldayan bire Türkçe ışık’tır.

***   

 Yûnus Emre, yeni vatan coğrafyasının topraktan yükselen bütün güzel seslerini Türk halk diliyle birleştirmiş, Anadolu Türkçesi'ne o çağlara kadar hiçbir Türkçede görülmemiş bir mûsıkî işlemiştir. Anadolu'da bir felsefe olmaktan yükselerek bir îmân derecesine varan ve çok sayıda halkı kendi ışıklı çerçevesine toplayan tasavvuf felsefesi’ni Yûnus, Türk diliyle söylemenin, hem de kifâyetli söylemenin sırlarını bulmuştur.

Daha XII. asırda, Türkistan'da Ahmed Yesevî ile başlayan, Türk diliyle tasavvuf edebiyâtı, Yûnus'un ilâhîlerinde Türkçenin zaferleri olmuştur. Dînin ve tasavvufun Türklerden önce Araplar ve İranlılar tarafından geliştirilmiş Arapça ve Farsça sözleri, terimleri, Yûnus'un Türkçesinde Türkçeleşmiştir. Büyük şâir, bu yolda bir kelime bile uydurmaya tenezzül etmemiş, ilâhîlerinin nice tılsımlı sözlerini, kendileriyle haşır neşir olduğu Türk halkının yaşayan dilinden derlemiştir. Bulamadıklarını, Arabî’den, Fârisî’den almış, fakat öyle bir edâ ile kullanmıştır ki, bu kelimeler sanki öteden beri Türkçe imişler gibi millî bir ses, millî bir çehre almıştır. Vahdet-i Vücûd görüşünün, insanda Tanrı inanışını:

Beni bende demen bende değülem

Bir ben vardur bende benden içerü

gibi, hâlis Türkçenin bu ölçüde, bu kadar boyasız, pırıltısız malzemesiyle, fakat bu kadar aydınlık söyleyebilmek için Yûnus'un her bakımdan millî dehâ’ya sâhip olması lâzımdır ki, onun Türkçesinde ışıldayan 'nur' işte, Türkçenin dehâsı'dır.

Böyle, Türkçe sözler kadar Türkçeleşmiş kelimeleri de kullanmakta Yûnus aynı dehâyı gösterir. Meselâ, Anadolu Türkçesi’nde dilimizin ve san’atımızın en millî çizgisi olmuş Elif sözü, bir gün Türk kızlarına isim olacak kadar millîleşmeğe Yûnus'un şiiriyle başlamıştır. Allah adı’nın ve İslâmî Türk yazısının ilk harfi Elif, Türkiye'de bir sevgi çizgisi olarak levhalara, câmilere işlenmiş; bir taraftan tasavvufta hakîkatin sembolü bilinmiş; bir taraftan da nârin endâmı ve mevzun çizilişiyle öylesine güzel Türk kızlarına isim olmuştur.

Yûnus, bir tek Elif’de mânâlann hepsini toplu bulma irfâniyle söylediği:

Dört kitabın mânîsi bellidür bir Elif'de

Sen Elif’i bilmezsin bu nice okumakdur

mısrâlariyle, Anadolu'da Elif’in ilk ilâhîsine başlar. Bir başka ilâhîsinde de aynı görüş ve duyuşu:

Yedi Mushaf mânîsi bellidür bir Elif'de

Bâ dedürmenüz bana ben bu yoldan azarum

Bir Elif tahsil eden mûnezzehdür ilimden

Endişe ikliminde nice düşüp gezerüm

diye, daha geniş tekrarlar. İşte bu söyleyiş ve bu başlangıçtır ki, Elif’e Türk hayat ve san'atında ölümsüz yer ayırır ve bir gün, Karacaoğlan'ın şiirinde aynı kelime:

Elif’in uğru nakışlı,

Yavru balaban bakışlı;

Yayla çiçeği kokuşlu,

Kokar Elîf Elîf diye

şeklinde türküleşir.

Yanlış ve sapıtmış bir dil anlayışı içinde Türkçemizi baltalayanların göremedikleri veya görmek istemedikleri büyük gerçek şudur ki, Türk milletinin hâkim millet olduğu İslâm medeniyeti asırlarında o üstün duruma ulaşırken fethettiği topraklar gibi, fethettiği kelimeler de vardır. Türklük, bu kelimeleri, tıpkı yeni vatan toprakları gibi, kendi zevki, san'atı ve dehâsıyle işleyerek Türk ve Türkçe yapmıştır; işte Yûnus Emre de, Türkçemizin çok sayıda kelimesini böylesine millîleştiren bir lisan fâtihidir. Meselâ, Anadolu Türkçesi'nde türlü mânâ kazanıp Türkçeleşmiş bir garîb kelimesi vardır. Bu kelime Anadolu'daki zengin ve büyük hayâtına Yûnus'un şiiriyle başlamıştır. İlk fetih asırlarında yeni vatana gelen Türkler, bir yerde vatan tutup yerleşinceye kadar, türlü gurbet sızıları duyarlardı. Buna tasavvuf felsefesinin ilâhî varlıktan gurbette oluş fikri de katılınca gerek gurbet gerek garîb sözleri, daha birçok nüanslarıyla Türkçede büyük hayat kazandılar. Doğdukları veya vatan tuttukları yerlerden tam bir Allah aşkıyla ayrılıp diyar diyar dolaşan ve her gittikleri yerlerde halka, Allah'a varma yolları gösteren gezici dervişler ve abdallar da yeni yurdun garîbleriydi. Yûnus Emre'nin:

Aceb şu yerde var m'ola

Şöyle garîb bencileyin

Bağrı başlu gözi yaşlu

Şöyle garîb bencileyin

dörtlüğüyle başlayan şiirinde garîb'in çeşitli mânâ zenginlikleri vardır. Böylelikle Türk’ün irfan ve gönül gücüyle fethedilmiş kelimelerden biri de bu garîb'dir. Türkçede: Gurbette kalmış, kimsesiz, zavallı, fakir, değişik, tuhaf, yabancı, içe dokunan, têsirli, anlaşılmaz, Allah âşıkı, derviş, meczup, v.b. gibi mânâlar kazanmış bu garîb sözü, ayrıca garîblik, garibsemek, akşam garipliği v.b. gibi kullanışlarla da Türkçeleşmiştir. Meşhur bir ilâhîsinde:

Taştın yine deli gönül

Sular gibi çağlar mısın

Akdm yine kanlı yaşım

Yollarımı bağlar mısın

 

Nidem elim ermez yâre

Bulunmaz derdime çâre

Oldum il'imden âvâre

Beni bunda eğler misin

gibi dörtlüklerle, Türkçeye kuş dilini söyleten Yûnus Emre, Anadolu Türkçesinde yeni yeni başlayan uzun hece’lerin de hemen ilk şâiridir. Her dile çok sesli mûsikîlerin büyük imkânlarını veren bu uzun hece’yi dilde duymaya başlamak, Türkçeye her şeyden çok Akdeniz iklîminin kazandırdığı üstün bir estetiktir. Yukarıdaki mısrâların yâre, çâre, âvâre gibi kelimelerini hemen hemen bugünkü sesleriyle kullandığı, Yûnus Emre'nin bilhassa aruzla seslendirilmiş şiirlerinden bellidir. Bu seslendirişte Anadolu'da yine Yûnus’la başlayan "Türkçenin aruz’la anlaşması" duyulur. Bu hâdise, Türkçenin, müzikal tekâmülünde nota vazîfesi görmüş bir vezinle büyük bir ses güzelliği’ne doğru ilerlemesi târîhinin de başlangıcı sayılabilir. Yûnus Emre Türkçesi, burada gösterilmeyecek kadar zengin, millî, yüksek inanış ve düşünüş çizgileriyle süslü ve güzel sesli varlığıyle, onu okuyan her Türk’de büyük gurur uyandırır. Bu Türkçe, hâlis Türkçe, hattâ beyaz Türkçe'dir. Fakat aynı Türkçenin kuruluş ve yükselişi hiçbir övünüşe, hiçbir gösterişe tenezzül edilmeden, herhangi bir Türkçecilik propagandası’na başvurulmadan, büyük bir şâirin kendi Türk dili kültürüyle ve Türkçenin içinde oluşuyla gerçekleşmiştir. Bu Türkçe anlayışında ne zararlı kelime ırkçılıkları, ne de millete zorla kabul ettirilmek istenen uydurma sözler vardır. Yûnus Emre, tam bir büyük şâir sezişiyle milletinin lisânını hissetmiş ve ondaki güzel sesi duymuştur. Yine çok olgun bir insan olarak, kendileriyle medenî alışverişler yapılan başka milletlerin dillerinden alınmış kelimeleri, bir îmânın ve irfânın ifâdesi için en tabiî sözler bilerek Türkçenin sesine, mîmârîsine ve estetiğine göre söylemekte gösterdiği hüner ve olgunluk, yaptığı her iş kadar büyüktür.

Yûnus Emre'nin Türkçeyi kavrayışı ve kullanışı, bir dilin sesi ve mîmârîsi millî olmalıdır, diye ancak bugünkü mukayeseli dil bilgisinin vardığı neticeye bundan yedi asır önce varmış, öylesine ileri bir anlayışa uygundur.


Yazar: NİHAD SÂMİ BANARLI
10-08-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YÛNUS'UN TÜRKÇESİ
Online Kişi: 29
Bu Gün: 403 || Bu Ay: 5.377 || Toplam Ziyaretçi: 2.213.814 || Toplam Tıklanma: 52.104.276