Kategori : / PORTRELER | Okunma Sayısı: 155 |
İnsanlık, ilk bilinç seviyesine ulaştıktan sonra hep 'güç' peşinde koştu. Ne yapıp etti ise bu arzu veya 'hırs'a uygun davranarak yapıp-etti.
İstisnalar elbette oldu; peygamberler, veliler, bir kısım bilim insanları, sanatkârlar, yazarlar, felsefeciler vs... Siyasetin gıdası hep ihtiras ve kan oldu. Siyaseti hizaya getirmek isteyen yazarlar, düşünürler ise ihtiras ve kanın egemen olduğu siyaset dünyasını terbiye etmeyi başaramadı. Ya sahneden çekildiler veya ağır bedel ödediler.
Şimdilerde unutulup gitmiş bir yazarımız aynı zamanda gazeteci) Refik Özdek'in (1928-1995) "Yazı Yazmaktan Karnı Nasırlanan Adam" (Ötüken, 1994) isimli bir romanı vardır. Roman kahramanını, kitabının bir yerinde şöyle tasvir eder: "Siz hiç, yazı yazmaktan karnı nasırlaşmış adam gördünüz mü, duydunuz mu? 'Parmakları ya da dirseği nasırlaşmış adam' desem, 'olabilir' derdiniz. Ama itiraf edin ki yazı yazmaktan karnı nasırlanmış bir adam görmemiş duymamışsınızdır. Mehmet Zarkişi, yazı yazmaktan karnı, nasırlaşmış tek adamdır. Tam adı ‘Abişoğlu Mehmet Zarkişiev' idi"
Roman, eski SSCB topraklarında kalan Türk yurtlarını anlatır. Sembolik bir dili vardır. Etkileyici tasvirleri ile okuyucuyu ilk satırdan itibaren kurgusunun içine alır.
2024 Ağustosunda bir gün arayla ebediyete uğurladığımız Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan (1945-20 Ağustos 2024) ile D. Mehmet Doğan'ı (1947-11 Ağustos 2024) düşünürken, aklıma, bedel ödemek zorunda bırakılan -hatta bunun için gönüllü olan- fakat buna rağmen karınları nasırlaşsa da yazı yazmaktan ve konuşmaktan asla vazgeçmeyen iki dert adamı, iki güzel insan geldi.
Sevgi Doğu'dan Gelir
Her ikisiyle de 40 yıla yaklaşan tanışıklığımda, malayani ve söz israfı olarak tanımlayabileceğim hiçbir zaman dilimim olmadı. 1980'Ii yılların ortasında, Cahit Zarifoğlu vefat etmiş, Mavera dergisi yayınlanıyordu. Ben de bu dergide yazıyordum. Nazif Hoca’nın imzasına Mavera'dan aşina idim- 'Hoca' olduğunu bilmekle beraber onun ince bir edebi zevkle ve mecazlarla örülü sosyoloji yazılarını, değerlendirmelerini, izlenimlerini okuyordum. Ömrünün sonuna kadar sürdürdüğü yapıcı, iyimser ve köklere bağlı yaklaşımı ile iki nesil yetiştirme başarısını işte o yıllarda kaleme aldığı yazıları ile şifreliyordu. O yılların 'küre dünyası’nın kapitalist sistemin bir kuklası haline nasıl getirildiğini derin tahlillerle anlatıyordu. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nuri Pakdil ve Sezai Karakoç izleğinden hareketle ışığın tekrar Doğu'dan nasıl yükselebileceğine ilişkin teoriler üretiyordu. "Atalarımız geçtiği yerleri âbâd etmiştir. Dolayısıyla Doğu'dan başlayan bu hareket Batı'ya medeniyeti taşımıştır. Şimdi yeniden bir yükselişteyiz. Kızıl Elma artık Brüksel'dir, Londra'dır, New York'tur" diye yüksek sesle konuşması bu inançtan ve bilgiden geliyordu. M. Zahid Kotku Hoca'yı merkeze aldığı "Görünmez Üniversite" kitabıyla literatüre yeni bir kavram kazandırmış olsa da ışığın (sevginin yeniden Doğu'dan nasıl yükseleceğinin sırrını bu kitapta ele almıştı.
Ersin Nazif Gürdoğan bir akademisyendi. Başarılı bir hoca idi. Fakat onu akademi dünyasının odalarına kapatmayan en önemli özelliği zihninin, gönlünün ve dikkatinin hep dışarıda olması idi. Bu dikkat, Mevlana'nın pergel metaforuna uygundu. Sabit ayağı bu medeniyetin merkezine raptedip, pergelin diğer ucuyla bütün dünyayı taramak, dolaşmak ve anlamak... Kendisi bunu başarmıştı. Yurt dışında aldığı eğitim, devlette üstlendiği resmi görevler, tanıdığı- tanıştığı siyasetçiler, sıkı bir edebiyat camiasına iltisaklı olması onun zihninin duru bir su gibi değer üretmesini sağladı. Bazıları için aşağılık kompleksi olarak görülen veya dudak bükülen değerler (masal, tasavvuf, edebiyat vb.) onda için kurucu değerler olarak tevarüs etti. Hangi öğrencisine sorulursa sorulsun, Nazif Hoca için diyeceği şey, "Bize sevginin Doğu'dan söyleyen, Mavera'nın kurucusu yedi güzel adamdan birisi olan, daima öğrenmemizi, farklı alanlarda okumamızı öneren, okulun sadece dört duvarla çevrili bir mekân olmadığını, yeryüzünün hepimiz için bir mektep olduğunu her fırsatta bize söyleyen adam" sözleri olacaktır.
Nazif Hoca, kaleme aldığı onlarca kitabı; (bazıları; Dünya Bir Şehirdir, Kültür ve Sanayileşme, New York'tan Los Angeles’e Yeni Roma, Teknolojinin Ötesi, Kirlenmenin Boyutları, İki Dünyanın Hesaplaşması, Zamanı Aşan Şehirler), hayat hikâyesi, yetiştirdiği yüzlerce talebesi, fikir ve edebiyat hayatımıza kattıkları ile daima saygı, minnet ve hürmetle anılacak; yeri doldurulamayacak bir değerdi.
Topçu'dan Hediye Harf
Ve bir gün sonra...
Yeni bir selâ ile günü karşıladık. Bu kez dünya kafesinden uçan -kurtulan- isim D. Mehmet Doğan (1947-11 Ağustos 2024) idi. Nazif Hoca ile Doğan, yaşdaş. İki yıl var aralarında. İkisi de aynı sosyolojinin içinde yetişti, değer üretti, konuştu, yazdı. Asıl adı Mehmet Doğan’dır. İmzası dergilerde görülmeye başlandığı ilk gençlik yıllarında hocası Nurettin Topçu (1909-1975), o sıralar ‘piyasada’ çok fazla Mehmet Doğan ismi olduğu için isminin başına, aslında bir mana taşımayan "D” harfini ilave etti ve sonraki yıllarda hep D. Mehmet Doğan olarak anıldı, yazıldı. Biz de ona "Mehmet Abi" demeyi sevdik. Mehmet Abi, bazı yazılarında Alı Osman Eğilmez ve Halil Kaleli (mizah yazıların, bu isimle yazıyordu) müstearlarını da kullandı.
Keşke şiire de devam etseydi" diye düşündüğüm Mehmet Ahi'nin ilk şiiri (hatta ilk imzası) "Çizgilerde Yaşamak", hocası Nurettin Topçu’nun bir mektep olarak kurduğu, günümüze da pek kıymetli isimler bırakan Hareket dergisinin Kasım 1967 tarihli nüs- hasında yayımlandı. İsmi Mehmet Doğan. Yaşı henüz 20. İki kıtalık şiir şöyle:
“Hepimiz baş başayız ölümle şimdi burda,
Bambaşka bir sevgidir çizgilerde yaşamak.
Sevgide, yaşamada, inanda ve huzurda
Ve sezmek sevgileri, sezgilerde yaşamak...
Durak durak yürüyüş sınırlı uzaklara
Kaybolmak dizge dizge, sezgilerde yaşamak!
Yaşamak, nokta-çizgi ulaşmak meraklara
Erimek çizgilerde, çizgilerde yaşamak!"
Yazı hayatına şiirle başlayan ve Hareket'te "Sıcak Öğle Ağıtları", "Bu Şehrin İnsanları", “Ölümsüz, “Eski Sur Türküleri", "Çember" isimli şiirleri de yayınlanan Mehmet Abi, yakın çevresinin yönlendirmesi ve tavsiyesiyle nesre yöneldi ve birbiri ardınca araştırma, inceleme, biyografi, senaryo, sözlük, eleştiri, şehir monografisi alanlarında çok yetkin eserlere imza attı (bazıları; Batılılaşma İhaneti, Büyük Türkçe Sözlük, Kelimelerin Seyir Defteri, Neden Klasiklerimiz Yok, İki Yol Açıcı: Nurettin Topçu ve Necip Fazıl, İletişim veya Dehşet Çağı, Camideki Şair Mehmet Akif vb.)...
İhanetin Batılılaşması
Mehmet Abi, çok genç yaşta kaleme aldığı "Batılılaşma İhaneti" (1975) isimli eseri ile bir mücadeleye başlamıştı. Geride bıraktığımız, unutturulmaya çalışılan ve resmi ideoloji tarafından kökü kazınan bir bilincin üzerindeki ayrık otlarını temizlemeye ve görüntüyü en net biçimde sunmaya adamıştı kendini. Adı geçen kitap aynı zamanda bir hesaplaşma idi. Çok ses getirdi. İtirazlar olsa da öncü idi. Kitap hakkında Cemil Meriç, Ergun Göze, Fethi Naci, Mete Tunçay başta olmak üzere birçok yazar övgü dolu yazılar kaleme aldı. Kitap, "Cumhuriyet tarihinde resmî ideolojiye karşı ilk defa gerçek bir itiraz" olarak tanımlandı ve "özümüz İslâm'dır" ana fikrini savunuyordu. Burada bir yanlışı da düzeltmek gerekir; Mehmet Abi, Batılılaşma İhaneti'nde modernleşmeyi değil körü körüne Batılılaşmayı eleştirir. Bunu yaparken Mehmet Akif'in
"Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atini;
Veriniz hem de mesâinize son sür'atini.
Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok sanatın ve ilmin; yalnız."
Dizelerini kendine rehber edinir. "Batılılaşma İhaneti" ile bu eserinden iki yıl sonra yayımlanan "Tarih ve Toplum" isimli kitabını birlikte okumakta fayda vardır.
Siyasal Bilgilerde Basın Yayın okudu. O yüzden gazetecilik hep birinci işi oldu. Sonraki yıllarda uzun süre gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Yazılarında da Batılılaşma İhaneti'nde başladığı mücadelesini sürdürdü. Yunus Emre'yi, Şeyh Galib'i, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl'ı referans alarak yürüdü düşünce yolunda. Türk Tarih Kurumu, Dergâh yayınları, TRT... Hangi kurumda olursa olsun taviz vermedi inandıklarından. Hatta kılığından kıyafetinden...
Yazarların birliği için...
D. Mehmet Doğan, bir grup arkadaşıyla (Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Necmettin Türinay, Alper Aksoy, Saadettin Elibol, Ahmet Günbay Yıldız, Yahya Akengin, Yavuz Bülent Bakiler, Mustafa Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Zeki Ceyhan, Hasan Kayıhan, Erdem Bayazıt, Hüsnü Aktaş) yola çıktığında tarih 1978'i gösteriyordu. Türkiye Yazarlar Birliği'nin kuruluş çalışmaları başlamış, 26 Nisan 1979'da yapılan ilk genel kurulda genel başkan olarak seçilmişti. 1998'e kadar yani yaklaşık 20 yıl bu koltukta oturdu. Birlik Yayınları'nı da TYB’ye bağlı olarak kurarak yönetti. Kültür Bakanlığı, RTUK üyeliği, üniversite hocalığı yaptı ama o hep fikir, kültür ve edebiyat dünyasının içinde kaldı. Bu bir tercihti. Bir sorumluluktu onun için. 1984'te kurulan Mehmet Akif Ersoy Sanat Vakfı ile 1991'de kurulan Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı hayatının en büyük mesaisi oldu.
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından başlatılan ve iki yılda bir, farklı bir ülkede gerçekleştirilen "Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni" de onun icadı idi. Fransa/Strasbourg’da düzenlenen (2010) beşinci şölene davet edilmiştim. Birlikte uzun Paris gezimiz sırasında heyecanla sahafları gezişimizi unutmuyorum.
Bir Türkçe sevdalısı
D. Mehmet Doğan, kaleme aldığı kırkın üzerindeki eserinde bize bir şey anlattı: Bugünü kurmak ve yarına taşımak için tutunmamız gereken şey geçmişin kadim değerleridir. Onun Türkçeye bağlılığı ve tek başına bir akademi gibi çalışarak ortaya koyduğu Büyük Türkçe Sözlük işte bu düşüncenin meyvesi idi. Pek çok ödül aldı ama bunları önemsemedi. Pek çok yerde konferans verdi, adına kütüphaneler açıldı. Doktora ve yüksek lisans tez çalışmalarına konu oldu. O hep mütevazı dünyasında iddialı eserler üretmeye gayret gösterdi. Bir televizyon kanalı için birlikte kamera karşısına geçmiştik. Konu Mehmet Akif ve İstiklal Marşımız idi. Öylesine vukûfiyetle meseleyi anlatmıştı ki her iki konu hakkında bugüne kadar yapılan çalışmaların pek çoğunda bu derinliği göremediğimi ifade etmeliyim.
Hem Prof. Dr. Ersin Nazif Gündoğan hem de D. Mehmet Doğan, yaşarken yerlerini doldurmuş, vefatlarından sonra fiziken büyük boşluk bırakmış ancak eserleriyle yıllarca yaşayacak çok kıymetli iki isim, iki hazine… Önden gidenler kervanına katıldılar.
Mekânları cennet olsun.
AY VAKTİ / 212. SAYI/ 46-49
Yazar: Özcan Ünlü |
12-11-24 |
||
E mail: tyb.org.tr | Tweet | ||