Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar) | Okunma Sayısı: 106 |
Maarif davamızın büyük davacısı Nurettin Topçu, “Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır” diyerek bize düştüğümüz yeri hatırlatır.
Düştüğümüz yerden nasıl ayağa kalkacağımızı da efsaneleşen kitabı Maarif Davamız’da muhteşem bir şekilde anlatır.
Üç yüz seneden beri oyalanan bir milletiz. Tanzimat’la başlayan Batılılaşma maceramız, Cumhuriyet döneminde de artarak devam etti. Bir türlü gerçek yönümüzü tayin edemememizin bedelini nesiller acı bir şekilde ödedi
Batılılaşma macerası uğruna tarihten bugüne getirdiğimiz bütün değerlere sırt çevrildi. Cumhuriyetle birlikte katı kurallar uygulandı. Kızıl elması batı olan bir nesil inşasında maarif ve kültürün bütün imkânlarından yararlanıldı. Sistemin kurucuları bu iki etkili silahın farkındaydı.
Zaten bu iki sahada başarılı olan, gerçek anlamda iktidardır. Maarif ve kültürde iddiası olmayan, iktidar olsa bile muktedir değildir.
Bu sebeple ülkenin seküler kesiminin, hangi iktidar dönemi olursa olsun, gözü hep maarif ve kültürde olmuştur. Kendi bakış açılarının dışında bir atılım ya da açılım olduğunda kıyameti koparırlar.
Muhafazakâr kesimlerin ise bu iki stratejik alana karşı dikkati dağınıktır. Tam anlamıyla odaklandıkları bir dönem olmamıştır. Bu sahalarda çalışma yapan sivil toplum örgütleri de yok denecek kadar azdır. Aslında yok desek de yanlış olmaz.
Çünkü eğitim ve kültür için kurulan bütün dernekler bile Afrika’da kurban kesmek ve yardım dağıtmakla meşgul. İsimlerinde eğitim kültür olsa da eğitim ve kültürün dışında her alanda çalışmaktalar.
Oysaki yardımlaşma alanında işini çok güzel yapan sayısız kurum ve kuruluşumuz var. Kurban kesen dernekleri saymaya kalksak bitiremeyiz.
Eğitim için kurulan dernekler, kurban edilen nesilleri düşünmek yerine yardım derneklerinin rolünü kapıp kurban keserse, bu alanı başkaları doldurur.
Seküler kesimde eğitim alanında faaliyet yürüten, yürütmese bile kritik zamanlarda ortaya çıkıp kendi düşüncelerinin aksine bir değişim yapılmasına itiraz eden çok sayıda sivil toplum örgütü var. TÜSİAD’dan Çağdaş Yaşam’a kadar hepsi de maarifteki bütün gelişmeleri yakından takip eder ve her zaman baskı unsuru oluşturur.
Bizimkiler, sivil toplum örgütü olarak kalmak yerine resmi toplum örgütü olmayı seçince ne ses çıkıyor, ne itiraz yükseliyor, ne de hayırlı bir çalışma olduğunda takdir etme mekanizması işleyebiliyor.
Uzun yıllar sistemin dışına itilen muhafazakârların, esaslı bir mücadele sonrası sistemin içine girdiklerinde kale olarak görmeleri gereken iki alan vardı: Maarif ve kültür.
Eğer sistem içinde olmaya devam edeceklerse ya da daha üst bir hedef olarak sistemi değiştirmek gibi idealleri varsa, bunu ancak kültür ve maarif üzerinden gerçekleştirebilirlerdi.
Bu iki hayati alana gereken önemin verilip verilmediği noktasında söylenecek söz çok olsa da şimdilik söylemenin bir anlamı yok.
Malum kesimlerin sürekli Millî Eğitimi hedef almaları boşuna değil. Kültür zaten istedikleri gibi gidiyor.
Aylardır Sayın Yusuf Tekin’e neden sistemli bir saldırı yapıldığını anlamak için kendilerini sistemin sahipleri olarak görenleri iyi tanımak gerekiyor.
Yönlendiremeyecekleri ya da dediklerini yaptıramayacakları duruş sahibi kişilerle uğraşmayı milli bir spor haline getirmişler.
Bükemedikleri bileği öpmezler aksine koparmaya çalışırlar. İstifa istifa diye ortalığı karıştırırlar. Her yönden taarruza geçerler. Sanatçı siyasetçi gazeteci kılığında top başı yaparlar.
Eğer bu tipler icra makamında bir kişiyle uğraşmaya başlamışsa bilin ki bu memleketin temel dinamiklerine uygun işler yapılıyordur.
Saldırı cephesinin tuhaf takıntıları var. Dünya görüşünü sevmedikleri kişiyi bir türlü kabullenemezler. O kişi sorumluluk alanındaki bütün sorunları bitirse Türkiye’yi dünya ligine taşısa bile yine sevmezler.
Kadim kaidedir: Onlar gibi olmadıkça, onları memnun edemezsiniz.
Eğitime dair müspet manada çalışma yapan, özgüveni yüksek, cesur adımlar atan, kimseye şirin gözükmeye çalışmayan, şahsiyetinden ödün vermeyen, dünya görüşünden gocunmayan kişilere tahammülleri yok.
Neden saldırıyorlar?
Türkiye’de bazı etkin isimlere neden militanca saldırıyorlar sorusunun cevabı belli.
Abdülhamid’e, Menderes’e, Özal’a, Erbakan’a, Erdoğan’a neden saldırmışlarsa aynı sebepten saldırıyorlar. Çünkü tarih yapan bir Türkiye yerine, tarihin dışına itilen bir Türkiye istiyorlar.
Ülkemizin aydınlık yarınlarına dair ne bir fikirleri var ne de bir çalışmaları. Bağnaz laikçilikten başka bir şey bilmiyorlar. Yeni üretimlere ve yenilikçi fikirlere düşmanlar.
İktidar olduklarında elle tutulur bir icraat yapmadıkları gibi geleceğe kalacak hiçbir eserleri de yok. Memleketimizin uluslararası alandaki ağırlığını artıracak gayretlerden çok uzaklar.
Dünyanın nereye gittiğini anlayamayacak kadar bilgisizler. Dış politikaya dair beyanatları ise yalnızca hezeyandan ibaret.
Savunma Sanayisindeki dev yatırımlara Yunanlılar nasıl bakıyorsa onlar da aynı pencereden bakıyorlar. Gaflet, delalet ve hatta hıyanet… Ne ararsanız bu zihniyette mevcut.
Alman bakanlara hayranlıkla bakarken, kendi bakanlarına düşmanlar. Batılı diplomatların karşısında ezik bir şekilde el pençe duranlar, kendi vatanlarının yöneticilerine hakaret etmekte ise oldukça cesurlar. Milleti millet yapan değerler silsilesine Fransızlar.
Laiklik sopası
Dünyanın hiçbir ülkesinde bizim muhalefetimiz kadar ilginç bir muhalefet yoktur. Memleketin tarihine, coğrafyasına, mazisine ve geleceğine tamamen yabancılar. Kendi davalarında da samimiyetsizler. Ne solculuklarında ne de Atatürkçülüklerinde tutarlılar. Laikçilikte aşırıya giderek laikliğin de içini boşalttılar. Bütün bu kavramları yalnızca milletin inançlarına düşmanlık yapmak için birer kalkan olarak kullanıyorlar. Laiklik onlar için sadece bir sopa aracı.
28 Şubat gibi karanlık dönemlerde bu sopayla savunmasız mazlum insanlara zulmettiler. Mukavemet görmedikleri için keyiflendikçe keyiflendiler. Bugün sağa sola saldırmalarının sebebi, artık dövecek kimseyi bulamamalarıdır.
Ne istiyorlar?
Kendileri gibi düşünmeyen hiçbir kesime hayat hakkı tanımayan bu zihniyet, geçmişin karanlık günlerini özlüyor. Fırsat bulduklarında yeniden ikna odaları kurup yargısız infazlara başlamaktan geri durmayacaklar.
Müslümanların son yirmi yıldaki insani haklar kapsamındaki doğal kazanımlarına bile kabullenemediler. İçlerindeki öfke ve intikam duygusu artık yüzlerinden okunuyor.
Dillerindeki “yumuşama” ve “normalleşme” gibi kavramlar, politik bir yalandan ibaret. Dünya bin kere değişir, ama onlar değişmez.
Düşünceyi kısıtlamak ve inançları yasaklamak konusunda uzmanlar. Özgürlükler çağını benimsemek yerine, darbe dönemlerinin acımasız ve utanç verici düzenlerini yeniden diriltmeye çalışıyorlar. Gerçek bir dünyada değil, sanal bir düşmanlık dünyasında yaşıyorlar.
Maarif üzerinden gürültü çıkararak kendi medeniyetimizin değerlerine sahip, inançlı ve duyarlı bir insan modeli yetiştirilmesini engellemeye çalışıyorlar.
Vatan sevgisiyle dolu, karakter sahibi, değerleriyle barışık nesillerin yetişmesini gericilik olarak görüyorlar.
Amaçları; körü körüne Batı’ya bağlı, kimliksiz, idealsiz ve bağımsız yaşamaktansa sömürge olmayı kabul eden bireyler yetiştirmek.
Okullardan eleştirel düşünemeyen, hayata tek boyuttan bakan, geleceği bütünüyle başka ülkelerde gören, bağımsız yaşamaktansa müstemleke olmaya razı bireyler çıksın istiyorlar.
Oysa bizim ihtiyacımız olan, bilime, sanata ve edebiyata katkıda bulunacak; tam bağımsız bir Türkiye ideali için çalışan nesiller yetiştirmektir. Onlar için bu, gericilik alameti.
Geride kaldılar!
Bu ülkenin laikçileri 1930’lu yılları bir türlü aşabilmiş değil. Gerici diye yaftaladıkları kesimler birçok alanda devrim niteliğinde ilerlemeler kaydederken, onlar toplu iğne bile üretilemeyen geçmişlerine saplanıp kalmış durumdalar. Bu saplantıdan kurtulmaları mümkün görünmüyor.
Maarifin manasını bırakın kavramın kendisine bile karşılar. Kavramlarımızla da kavgalılar. Dertleri kişi değil aslında. Fikre düşmanlar. İrfana düşmanlar. Kendileri gibi hayata bakmayan herkese düşmanlar. Hakikate düşmanlar.
Geride kalanları geride bırakıp Türkiye’nin gelecek yüz yılına odaklanmamız gerek. Rüzgâra göre yön değiştirenlerle bu çetin yol yürünmez.
Maarif alanında devrimci bir duruş gösterebilenler ancak yarınları inşa edebilir. İdeolojik baskılara aldırmadan ideallerden taviz vermeden kararlı yürüyüş sürdürülmelidir. Maarif alanında yüz yıllık bir kaybımız var. Türkiye’nin artık kaybedecek vakti yok. Maarif kavgası varoluş kavgasıdır.
Yazımıza Nurettin Topçu’nu bir sözüyle başladık. Yine merhumun levhalık bir sözüyle bitirelim:
‘’Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Şu halde millet, maarifi demektir.”
Yazar: Mahmut Bıyıklı |
21-11-24 |
||
E mail: haber7.com | Tweet | ||