Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar | Okunma Sayısı: 127 |
Bazılarına, çok uzak bir yer gibi görünebilir. Öyle değil. Halep, bize en yakın yerdir. İstanbul’dan bakınca, Halep’ten Şam’a kadar her yer görünür.
Halep ve Şam, vücudumuzun bir parçasıdır. Türkiye ağacının ana dallarıdır. Ülkemize gelenler de çoğunlukla işte bu coğrafyadandır.
Halep, elimizin ucunda, gözümüzün önündedir. Kilis ile Halep arasındaki mesafe 67 kilometre. Buna karşılık, adları çoğunlukla birlikte anılan: Gümüşhane ile Bayburt arasındaki mesafe 79, Erzincan ile Erzurum arasındaki mesafe 189 kilometredir.
Gaziantep ile Halep arasında pek bir fark yoktur. Basitleştirip söylersek: Halep ile Antep, aynı evin evlatlarıdır. Halep, Antep’in çarşısıdır.
Halep olmadan Anadolu tarihi yazılamıyor, eksik kalıyor.
Antep-Halep hattı, Osmanlı devrinde Türkmenlerin mecburi iskâna tâbi tutulduğu bölgedir. Yani buralar her manada bizim evveliyatımızdır.
1915’te şehit düşen bir Osmanlı askeri, Halep’i Türk toprağı bilerek gözlerini kapadı. Bugün Diyarbakır, Hakkâri, Van ve Şırnak’ı vatan toprağı bilmemiz gibi.
Birinci Cihan Harbi’nde önce Bağdat-Kudüs savunma hattı yıkıldı. Sonra Şam, Halep, Musul, Kerkük hatlarını kırdılar. Artık Anadolu’dayız.
Anadolu coğrafyasının doğal sınırı, Musul-Halep hattıdır. Evveliyatı olmakla beraber, bölgemizde yaşanan asıl zulüm, 1918’de başlamıştır.
Çanakkale’de nice Halepli ve Şamlı şehit var. Edirnekapı Şehitliği’ndeki bir kitabede yer alan şehitler: Halepli Yusuf oğlu Kasım, Manisalı Osman oğlu Hüseyin, Halepli Ahmet oğlu Ali ve Erzurumlu Salih oğlu Muharrem. Hepsi alt alta yazılmışlar.
Biz de Halep için kan ve can verdik. İhsan Ilgar’ın Tarih Boyunca Türk Şehitlikleri kitabından bir alıntı yapalım: “Halep ve civarında Birinci Dünya Harbi’nde yapılan savaşlarda 36. Tümen’in meydana getirdiği binlerce eri bağrında taşıyan şehitlikten bugün bir yüzbaşının mezar taşından başka hiçbir şey kalmamıştır. Yine, Fransız Manda yönetimi sırasında, 20. Kolordu’nun Halep ile Katıma arasında kurduğu şehitlik tamamen yok edilmiştir.” (Sayfa 67, Ekim 1968.)
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Hatay’ı geri almak için nasıl bir çaba içinde olduğunu biliyoruz. Şartlar müsait hale gelince, 1939 yılında, Hatay anavatana kavuşmuştur. O bölge de Halep vilâyetimize dâhildir.
Hep Osmanlı devrini konuşuyor, o yıllardan örnekler veriyoruz. Daha eskiye gidelim: Halep ve Şam’da Selçuklu Meliklikleri kurulmuştur. Halep, Hama, Mercidabık, Harran, Suruç, Birecik ve Urfa şehirleri Halep Selçuklu Melikliği sınırlarında kalıyordu. Daha ayrıntılı bilgi için: Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Prof. Dr. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu.
Prof. Dr. Tufan Gündüz hocamızın, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri kitabını okurken, ilk dikkatimi çeken şu olmuştu: Anadolu’nun tarihini yazarken, Halep’i dışarda tutamayız. Halep Türkmenleri, meselenin her yerindeler. Osmanlı kayıtlarındaki adıyla, Yörükân-ı Halep. Komşuları ise Yörükân-ı Maraş (Yeditepe Yayınevi, 240 Sayfa.)
Orhan Sakin’in Osmanlı arşiv kayıtlarına göre hazırladığı, Anadolu’da Türkmenler ve Yörükler isimli kitabında yer alan birinci cümle: “Osmanlı döneminde idarî ve malî bir organizasyona bağlı olan göçebe grupların en önemlilerinden birini Halep Türkmenleri teşkil etmekteydi.” (Ekim Yayınları, Sayfa 52.)
Verdiğimiz örnekler, Halep’in umurumuzda olması gerektiğini gösteriyor. Çünkü burası, tarihimizin ve coğrafyamızın ana parçalarındandır. Tıpkı Sakarya, Sivas ve Erzurum gibi…
Hal böyle iken, soru da şöyle oluyor: Bu yakınlığa rağmen, Halep’i ülkemiz ve milletimizden uzaklaştıran nedir? Bu sorunun iki cevabı var: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oralarda yaşananlar ve Lozan’dan sonra buralarda olanlar. Halep, birkaç yıl içinde, Pasifik’te bir ada haline geldi, getirildi.
Her şeye rağmen, Halep’e kayıtsız kalamıyoruz. İstesek de dışında kalamıyoruz. Çünkü burası, gönül coğrafyamızın kıymetli parçasıdır. Evin içinden sınır geçirmiş, bir aileyi ikiye bölmüşler. Tam olarak, böyle bir durum.
“Bizim oralarda ne işimiz var” diye itiraz edenlere, yekten cevabımız şudur: “Biz zaten hep oralardaydık.” Bir de, bu soruyu soranların önemli bir kısmı “bizim burada (Anadolu’da) ne işimiz var” diyemeyenlerdir.
Nihayetinde, insan kaderinden kaçamaz, kurtulamaz. Kim ne derse desin, farkındayız. Halep, kaderimiz; tarihimiz, kültürümüz ve coğrafyamızdır. Ülkemizdeki Suriyeliler, ekseriyetle Halep vilâyetinden geldi, geliyor.
Halep kirli bir ittifakın eline geçince, bu şehrimizi ikinci kez savunamadığımızı düşünüp üzüldük. Dünyanın gözleri önünde, bir şehri kuşattılar, halkını katlettiler. Halep’e atılan her bomba, bizim hanemizde patladı. Çünkü Halep’le birlikte kuşatılan, Türkiye’dir, Anadolu’dur.
Kıymetli Selçuk Sümer Özel Ağabeyin objektifinden çıkan fotoğraflardan en aklımda kalanı: Kirli ve kırık bir otobüs camının ardından, duygu dolu gözlerle, gülümseyen kız çocuğu. Halep’ten ayrılıyor, evini bırakıyor. Yanında sadece bir kuş kafesi var. Onun içerisinde de üç kanarya.
O günler geride kaldı. Elhamdülillah. Halep kalesine; Türk bayrağının yanı sıra, Filistin bayrağı da asıldı. Yıllar sonra Halep’e dönen bir genç, canlı yayında, şunu söylüyordu: “Halep’e dönüyoruz. Nasipse, önce Şam’a, ardından Kudüs’e de gideceğiz.”
Velhasıl: Unutturmaya çalışmışlardı, olmadı. Başaramadılar, yeniden hatırladık. Zaten hiç unutmamıştık.
Yazar: Ayhan Demir |
04-12-24 |
||
E mail: yeniakit.com | Tweet | ||