ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TASAVVUF / TASAVVUF VE TARÎKATLAR
Okunma Sayısı: 3507
Yazar: D. Mehmet Doğan
NAKŞÎLİĞİN BİRLEŞTİRİCİ ROLÜ




Nakşîlik mi, atatürkçü dernekler mi?



Türkiye’nin bütünlüğü konusu hep gündemde. Bunun sebebi Türkiye’nin gerçek bütünleştirici değerlerden, sentetik bütünleştirici ideolojiye geçmesi. Türkiye’nin tabiî bütünlük unsurları başta din olmak üzere, müşterekliği sağlayan değerler manzumesi, dil ve kültür unsurları Cumhuriyet’ten sonra on yıl içinde çeşitli şekillerde tasfiyeye tâbi tutuldu. İş o kadar ileriye vardırıldı ki, din bile “türkleştirilme”ye veya “türkçeleştirilme”ye çalışıldı.

İslâmı' Türkiye’yle veya türkçeyle tahdit etmek, dinin özünü yok etmek kadar tehlikelidir. Elbette her toplumun dini yaşaması, kültür olarak idraki farklıdır. Bu, dinin esaslarını değiştirmez. Ama müşterekliği sağlayan unsurlar üzerinde oynamak, mesela ibadet dili bunlardan biridir, bütün İslâm idrâkini zedeler. “Zaten biz de onu istiyorduk” derseniz, karşı hamlelere hazır olmalısınız. İbâdeti kavim diliyle icra ettiğiniz anda, başka kavimlerin de ibâdetini kendi diliyle yapması yönünde talepleri beklemelisiniz!

Türkçe ibâdetten, türkçe ezandan bu raddeye gelinmeden dönülmesi gerçekten büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’nin bütünlüğünün konuşulduğu bugünlerde şu keskin soruyu sormak zorundayız: Türkiye’nin bütünlüğüne nakşîlik mi, atatürkçü dernekler mi daha fazla hizmet etti?

Bunun cevabı uzun boylu araştırılmadan verilecek kadar açıktır: Türkiye’nin bütünlüğünün sağlanmasında ve sürdürülmesinde nakşîliğin teslim edilmemiş hakkı vardır!

Okuyup öğrenelim!

Muhammed Bahâeddin Nakşibend (1318-1389), 14. yüzyılın en önemli sîmâlarından biri. Elbette onun mânevî önemini veya büyüklüğünü kastetmiyoruz. Türkistan’da Buhara yakınında bir köyde doğduktan sonra dünyanın önemli bir bölümüne dal budak salan bir akıma vücut veren, tesiri aradan geçen bunca yüz yıla rağmen süren bir büyük. Sultanların kılıçla, güçle, zorla yaptıklarını; hatta daha fazlasını düşünceyle, sözle, gönüllere nüfuz ederek, mâneviyatla yapan bir sultan...

Onun zamanında ve ondan sonra dünyaya hükmeden kılıçlı sultanların hepsinin tesiri sınırlı kaldı. O Orta Asya’nın son büyük kasırgası Timur zamanında hayattaydı. Çin’den Anadolu’nun batısına, İzmir’e kadar geniş bir sahada hükmü geçen Timur’un devleti ancak yüz yıl yaşayabildi. Orta Asya bir daha o kıratta bir cihangir görmedi. Halbuki, Bahâeddin Nakşibend’in tesir sahası, yüzyıllar boyunca sürekli genişledi, siyasî ve fizikî sınırları aşarak, İslâm dünyasının Mağrib ve aşağı Sahra Afrikası dışındaki bütününe yayıldı.

Bahâeddin Nakşıbend, Gucdüvanlı Abdülkadir’den bir asır sonra doğdu ve onun rûhâniyetine intisâb etti. Hafî zikre yöneldi. Semâ ve halveti reddetti. Kerâmeti önemsemedi. Kıyafeti şart koşmadı. Tekkede oturmadı. (Bu yönleriyle melâmetiyeye benzetilebilir.) Kendisinden önce Türkistan’da etkili olan Yeseviye’nin zamanındaki mürşidleriyle de ilişki kurdu. Böylece, Fars ve Türk akımlarını birleştirdi. Zâhirde halk ile, bâtında Hak ile olmak gerektiğini savundu. (...) Sonradan tarikatın silsilesinin Hz. Ali ile birlikte Hz. Ebubekir’e de ulaştığı kabul edildi. Bu tasavvufî yolda şeriata bağlılık esastı, şeyhe bağlanmak da gerekliydi ve bazı ahvâlde siyasî faaliyete de cevaz verilmişti...

“Veliler serdarı” yani, ermişlerin kumandanı olarak nitelenen Bahâeddin Nakşibend’in vefatından sonra Yakup Çerhi ve bilhassa Ubeydullah Ahrar tarikatını yaydı. Babası Uluğ Bey’i öldürerek hükümdar olan Abdüllatif 6 ay hüküm sürebildi, beyleri babasının intikamını almak için onu öldürdüler! Ardından Şahruh’un torunu Abdullah. Bir kaç ay, sonra Miran Şah’ın soyundan Ebu Said hükümdar oldu. 17 sene. Bu dönemde nakşi şeyhi Hoca Ubeydullah Ahrar’ın kırk yıllık etkili dönemi başlar. Bir asır sonra yaşayan Molla Câmî bu yolun ulularındandır. Mahmud Urmevî’nin Safevî baskısı ile Diyarbekir’e yerleşmesi ile nakşîlik Anadolu’da kökleşmeye başlar. Yeğeni Açıkbaş Mahmud Efendi Bursa’ya yerleşir... İstanbul’da ilk nakşî tekkesini 1490’da Ubeydullah Ahrar’ın halifesi Abdullâh-ı İlahî kurar. Yerini Emir Buhârî’ye bırakır. Anadolu nakşîliğin ikinci merkezi hâline gelir. Nakşîler Türkiye’de 19. yüzyıla kadar siyasetle fazla içli dışlı olmazlar. Osmanlı sahasında Balkanlarda, bilhassa Bosna’da da etkili olurlar.


Hatırlatma: Bu yazıdan sonra aynı yazarın "Tarîkat Düşmanlığının Kökü" yazısını okumanızı tavsiye ederiz. (Doğruluş)






Yazar: D. Mehmet Doğan
13-08-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
NAKŞÎLİĞİN BİRLEŞTİRİCİ ROLÜ
Online Kişi: 20
Bu Gün: 312 || Bu Ay: 8.916 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.339 || Toplam Tıklanma: 51.932.845