ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 3517
Yazar: Cemal Şakar
EDEBİYAT VE BİREYSELLEŞME

Modern Batıyla tanıştığımızdan beri, sürekli olarak cemaat insanı olmaktan çıkamayışımızdan, birey olamadığımızdan yakındık durduk. Özellikle söz konusu yakınma edebi kamuda oldukça yankı buldu. Bir türlü Batı standartlarında roman ve öykü yazamayışımız öncelikle birey olamayışımıza bağlandı.

Bu yakınma bazı İslamcı ediplerde de makes buldu. Oysa Rönesans sonrası ortaya çıkan birey görüşü; özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmeye başlamış insan’ların varlığıyla birebir ilgiliydi. İnsan tekinin toplumdan daha üstün tutulduğu bu anlayış;  Rönesans’ta biçimlenmiş ve bir dünya görüşü olarak metafizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda etkili olmuştur.

Metafiziksel açıdan bireycilik, Tanrının yerine bireyi koymak anlamına gelmektedir. Bireyin aklı vasıtasıyla kendi bireyselliği içinde kalarak evrenselliğe bağlanabileceğinin vaat edildiği bu anlayışa göre; birey, bireysel olanla evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır. Bu yaklaşım elbette bireyi merkeze koyan ve başta din olmak üzere birçok alanı ‘ona’ göre düzenleme talebinde olan bir dünya görüşüdür. Bireycilik, bir değerler sistemi olduğu kadar, insan yapısıyla ilgili bir kuram, genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik, toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına da gelmektedir.

Bireyciliğin değerler sistemini de şöyle özetleyebiliriz: Bütün değerler insan merkezlidir; birey kendi başına amaç ve yüce bir değerdir, toplum bireyin amaçları için sadece araçtır. Bütün bireyler, bir anlamda ahlakça eşittir. Hiç kimse hiçbir zaman yalnızca bir başka bireyin iyiliği için araç olarak görülemez. Bu anlayışa göre toplum bile, kendine yeten bireylerin toplamı olarak tanımlanır.

Bireycilik ‘ilerleme’ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma, başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme hakkını tanır. Dolayısıyla insana mülk edinmek için en çok olanaktan yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir.

Modern zamanlarda doğan roman ve öykü, bireyin bu haklarını savunmak üzere kendini kurgulamış olduğu nedense edipler tarafından çok da sorgulanmadı. ‘Özcü’ bir yaklaşımla insan tekini anlatmakla bütün insanların anlatılabileceği varsayıldı. Özellikle ‘fıtrat’ bu iddianın temellendirilmesinde önemli bir argüman olarak hep kullanıldı. Ama ‘fıtrat hadisi’ndeki sosyal çevre faktörü, özcü yaklaşımlara feda edildi. Hatta Kur’an’daki insan vurgusuyla modern birey tanımı nerdeyse özdeşleştirildi: Çünkü hesap günü herkes bir başına olacaktı ve yapıp ettiklerinden dolayı sadece ‘kendi’ sorumluydu. Bu ‘kendilik’ o kadar yerli yersiz vurgulandı ki, cemaat içinde olmak ‘insanın kendisini gerçekleştirmesi’nin önündeki en önemli engel olarak görüldü. Camilerdeki safların sıklaştırılması ihtarının mahiyetini ne ihtar edenler ne de ihtar edilenler anlayabildi.

Ancak 1950’lerden sonra başlayan İslamcı edebiyat, daha doğrusu Müslümanların yaptığı edebiyat hep bu tezlerin gölgesi altında kök salmaya, tutunmaya, kendine yer açmaya çalıştı. Yerli düşünce, gelenek, peygamberler ve evliyalar tarihi her zaman bu edebiyatın referans çerçevesinin içinde olmakla birlikte, bütün büyük anlatılar ‘insan teki’ üzerinden kurulmaya çalışıldı. Özellikle 1980’lerden sonra başlayan apolitik tutum; entegrasyon, birlikte yaşama, cemaat, yerellik vurgularıyla gittikçe bireyi öne çıkardı. Bireyin acıları, sevinçleri kısacası halleri edebiyatın neredeyse tek ve meşru kaynağı haline dönüştü. Geleneksel temalara sırt dönüldü; ‘toplumsal olan’larsa birey dolayımıyla anlamlı ve anlaşılır olabildi. Edebiyatta gittikçe bir norm haline gelen bu anlayış, kendi dışındaki edebiyat anlayışlarını gayri meşru ilan edip marjinalleştirdi ve kenara itti.

Bunun en bariz örneği edebiyattaki ‘temsiliyet’in yıkılmasıdır. Bilindiği gibi geleneksel edebiyat, her zaman âlemde olan biteni temsil etmek, onların taklidini üretmek veya yansıtmak iddiasındaydı. Oysa birey tezleri altında gelişen modernist edebiyat, gerçekle bu anlamda ilişkisini koparmış, gerçekliği kendi içinde üretmeye başlamıştı. Dahası modernlerin hurafelerle dolu, akıldışı dünyayı yıkıp yerine rasyonel bir cennet yaratma iddialarına paralel bir şekilde, edebiyat da hayata karşı bir faaliyete dönüştü. Her yazar, eserlerinde dünyayı yeniden kurduğunu söylemeye başladı. Bir anlamda her eser kendi kendine yeten bir âlemdi. Artık dış dünya, dış dünyanın yasaları bizi okuduğumuz bir eseri daha iyi anlamak konusunda işe yarar bir veri değildi; tersine kendine yeten bir âlem olarak eser, kendi yasalarını, kendi örgüsünü ve kendi anlamını kendi içinden üretiyordu. Postmodenlikle birlikte metinlerarasılığın git gide sosyal çevrenin yerini alması, eserin sürekli olarak kendi unsurlarına gönderme yapması, söz konusu gelişmenin bugün geldiği doğal bir noktadır. Bütünlüğün yıkılması, merkezin dağılması, hakikatin yitirilmesi gibi sonuçlara varan bu eğilim sonucunda eser, bir yandan kendi üzerine kapanırken diğer yandan da dünyanın bütünlüğüne, bu bütünlükteki anlama gönderme yapmaz oldu. Gelinen nokta, edebiyatın dünyaya karşı takındığı tavrın geldiği son kerteyi göstermesi bakımından oldukça manidardır.

Modernitenin temel argümanlarıyla kol kola giren roman ve öykü böylelikle kurulu, resmi ideolojinin de sözcülüğünü üstlenmiş oldu. Modernitenin ‘şimdi’, ‘burada’sını yücelten bu estetik anlayış ‘kendi içinde’, sadece an’ı mesnet kabul etti ve insandaki değişmeyen özü bile modern olanda aradı. İyimser bir yaklaşımla şunu söyleyebiliriz; belki de değişmeyen öz, ancak ideal toplum düzenine ulaşıldığında edebiyatın gündemine gelebilecekti.

Bireylerin toplamı olarak toplum tanımı aslında sadece toplumun, toplumsalın paradosini yapmak demekti. Zaten bugün toplum yerine kitleden, kendisine yönelmiş tüm hakaretleri ve saldırıları bir sünger gibi emen bir güruhtan söz edilir oldu. Kimlik ve aidiyet bağlarının çözüldüğü; sadece tüketme ortak paydasının sağladığı bağla birbirine bağlanan bu kitle içinde sorumluluklarını kuşanmış ve taahhütlerini yerine getirmeye ceht etmiş bir insanın tek başına var olabilmesi muhaldir. Cemaatten koparılmış bir et, bir tırnak olarak, andığımız kitlenin içinde var olabileceğini sananlar, aslında sadece kapitalizm tarafından yutulmaktadırlar.

‘Biz’in bıyık altından gülünesi bir çağrışıma indirgenmesi elbette kapitalizmin bir başarısıdır. Çünkü Kur’an’daki insana seslenişin aslında hep bir cemaate, hep bir ‘biz’e yönelik olduğu unutturulmaya çalışılmaktadır. Burada acıklı olansa cemaatten kopmuş, koparılmış ya da kendini gerçekleştirmek adına tüm aidiyetlerini sıyırıp atmış bireyin durmaksızın yalnızlığından, kalabalıklar içerisindeki yalnızlığından, umutsuzluğundan söz etmesidir.

Kendi yalnızlığını ve umutsuzluğunu neredeyse yücelten, temalarını hep bu yalnızlık üzerinden üreten edebiyat doğal olarak bunalım, can sıkıntısı, anlamsızlık ve cinsellik arasında sıkışıp kaldı. Dünyada bir başına yaşıyormuş gibi davranmanın getirdiği özgürlükle sarhoş olan sanatçı için de, sanatın işlevsel yanı sadece alay konusu olmaya başladı. Bir konvansiyon olarak dilin bildik kalıplar içinde kullanılması parçalanıp kelimeler asal anlamlarından koparılarak bireyin kendi derinliklerinde yaşadığı hallere denk düşecek anlamlar yüklendi. Dolayısıyla kelimelere bile ancak, ‘burada’ ve ‘şimdi’ye uygun olarak, bireyin psikolojisi etrafında anlam yüklendi. Anlam var mıdır, yok mudur; varsa edebiyat bu gerçekliği taşıyabilir mi, taşıyamaz mı, doğal olarak sorulacak bir soru olmaktan çıkıp insanın bireyselleşmesine kurban edildi.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Cemal Şakar
04-06-11
E mail: edebistan.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
EDEBİYAT VE BİREYSELLEŞME
Online Kişi: 17
Bu Gün: 67 || Bu Ay: 6.579 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.064 || Toplam Tıklanma: 52.122.998