ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar)
Okunma Sayısı: 6986
Yazar: Yavuz BAHADIROĞLU
ENDERÛN ÜNİVERSİTESİ

Her devlet kendine ya kendine özgü bir sistem geliştirir ya da başka sistemleri taklit eder. Osmanlı Devleti yönetim biçiminden orduya, mali sistemden eğitim sistemine kadar her alanda kendine özgü bir sistem geliştirdi.

Bu sistem pek tabii inanç manzumesine, ondan kaynaklanan ahlâkine ve dünya görüşüne uygun olacaktı.

Sistemin özü aynı inanca mensup bulunmak, yani Müslüman olmaktı. Orta zamanlarda devlet kademelerinde yükselmenin ön şartı buydu. Osmanlı’yı yönetenler tüm inançlara saygı duymakla birlikte, kendi inançlarının üstünlüğünü kabul ederlerdi.

Öteki inançlara duyulan müsamahanın kaynağında insana duyulan saygı vardı. İslam inancında insan mukaddesti. İnsan mukaddes olduğu için tercihlerine (dini tercihler dâhil) müsamaha gösterilmeli, bu yüzden insan incitilmemeliydi.

Bunu eğitim sistemine de yansıttılar. Hıristiyan çocuklar devşirilip eğitiliyor, kabiliyetlerine ve çalışkanlıklarına göre yükselmeleri, hatta devletin ikinci adamı olmaları sağlanıyordu. Bu sistem o günkü Avrupa’nın bilmediği bir sistemdi.

Osmanlı devlet kurumları, Müslüman olmak kaydıyla herkese açıktı. Herkes zekâsına, kabiliyetine, sadakatine ve liyakatine göre yükselirdi.

Sultan İkinci Mahmud’a (1808-1839) kadar devam eden bu sistem “Resmi Öğretim” ve “Sivil Öğretim” şeklinde iki ayak üstünde duruyordu.

Resmi öğretimin en temel ocağı “Acemioğlan Ocağı”ydı. Savaş esirlerinden veya Hıristiyan vatandaşlardan seçilen çocuklar 3 ya da 8 yıl süreyle Türk ailelerinin yanında kalır, edep-erkân, gelenek-görenek öğrenirlerdi.

Ondan sonra, hem nazarî hem de amelî bilgiler almak için “Acemioğlan Ocağı”na gönderilirlerdi. Gelibolu’da ve İstanbul’da bulunan Acemi Ocakları, Yeniçeri Ocağı’na profesyonel asker yetiştirirdi. (Türkiye’de birkaç yıldan beri konuşulan “profesyonel ordu”yu Osmanlı ceddimiz 1300’lü yılların sonlarında, Sultan I. Murad [1362-1389] devrinde kurmuştu).

Burada askerlik sanatını öğrenen acemiler ihtiyaca ve yeteneklerine göre diğer ocaklara gönderilir, bir “usta” yeniçerinin gözetiminde pişip olgunlaşmaları sağlanırdı.

Acemi Ocağı’nda yetişip yeniçeri ortalarında “usta-çırak” ilişkisi içinde olgunlaşanlar arasından yeniçeri ağaları, hatta sadrazamlar çıkmıştır.

Enderun Mektebi’ne gelince: Buna Enderûn Üniversitesi demek yanlış olmaz.

Osmanlı oluşumu içinde ilk kez Sultan II. Murad zamanında kurulan Enderun, çeşitli değişikliklere uğraya uğraya Osmanlı’nın son yıllarına kadar yaşamını sürdürdü.

Başlangıçta Şehzadeleri eğitmek amacıyla saray içinde kurulmuştu. Sonraları devlet adamı yetiştiren bir üniversiteye dönüştü. Hıristiyan ailelerden devşirilen çocuklardan dürüst, sadık, zekî, kabiliyetli ve fiziksel anlamda düzgün olanlar da burada eğitime alınmaya başlandı.

Enderûn Üniversitesi’ne alınan öğrencilere öncelikle Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler verilir, edebiyat, şiir, gramer, Arapça, Farsça, matematik, coğrafya, mantık gibi ilimler bunlardan sonra gelirdi.

Yani önce sağlam uhrevi bir temel atılır, dünya o temelin üzerine inşa edilirdi.

Amaç ahiret öncelikli insan yetiştirmekti. Ahiret öncelikli insan, bilimden gelen gücünü insanların hayrına kullanır, günümüzde örneklerini sıkça gördüğümüz (ikiz kuleleri vurmak) gibi, insanlığın ve insanların zararına kullanmazdı.

Enderun öğrencisine “İç oğlanı” denirdi. Buradaki eğitimin çeşitli kademelerinden mezun olanlar kabiliyetlerine ve ihtiyaca göre değerlendirilir, Osmanlı Devleti’nin çeşitli kademelerinde görev alırlardı.

Osmanlı Devleti, kendi kurumlarında yetişmeyenlere güvenmez, dolayısıyla görev vermezdi. Bu durum, Türklerin devlet kademelerinden dışlandığı şeklinde eleştiriler almakla birlikte, durum böyle değildir. Öncelikle “devşirme”yi “yabancı” saymak yanlıştır. Geçtiği evreler devşirmelerde yabancılık bırakmamıştır...

Hatırlamamız gereken bir husus da şudur: Osmanlı’yı batıran devlet adamlarının içinde “devşirme” devede kulak kabilindendir. Ne yaptıksa biz kendi kendimize yaptık!

Kaldı ki, Osmanlı bürokrasisinin tümüyle devşirmelerden oluştuğu iddia edilemez. Divan ve taşra teşkilatlarından yükselenler de vardır ve buralara genelde Türkler hakimdir. Zaten Kanunî’den itibaren Türk çocukları da Enderûn Üniversitesi’ne alınmışlardır.

Bürokrasinin asıl kaynağı Divân-ı Hümâyûn’dur. Divan-ı Hümâyûn hem idarî, hem hukukî bir meclis, hem de bürokrasinin merkezi ve beynidir.

Devlet yönetimine ilişkin her karar burada alınır. Her türlü yazışmalar burada yapılır. Siciller, defterler, malî kayıtlar burada tutulur ve her kayıt burada saklanırdı...

Anlayacağınız Divan, zannedildiği gibi, sadece arada bir toplanan bir “Bakanlar Kurulu” değil, sayısız bürodan ve bürokrattan oluşan bir kurumdur. “Divan Kâtipliği” denilen yüksek makama ise, usta-çırak ilişkisi içinde zamanla ulaşılır.

Divandan yetişmiş ünlü devlet adamlarımızın yanı sıra ünlü ilim, sanat ve edebiyat adamlarımız da var. Kâtip Çelebi, Gelibolu’lu Mustafa Ali, Feridun Ahmet Bey bunlardan sadece birkaçıdır.

Bir gün de inşallah sıbyan mekteplerinden söz edelim: Tabii siyasi gündemi daima kabarık ve siyaset havası her zaman fırtınalı olan Türkiye’de bu tür yazıları hâlâ okuyan kalmışsa...

Yazar: Yavuz BAHADIROĞLU
14-10-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ENDERÛN ÜNİVERSİTESİ
Online Kişi: 5
Bu Gün: 437 || Bu Ay: 8.250 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.306 || Toplam Tıklanma: 52.154.695