ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 3295
Yazar: Ali Haydar Haksal
KALEMİN GÜCÜ VE MÜSLÜMANLAR

Kutlu kitabımız "oku!" (ikra) buyruğuyla başlar. "Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla" sürer. Bu, bir Müslüman'ın dünyaya bilinçle başlayışının ilk adımı: Okuma ve Allah'ın adıyla hayata başlama. Sevgili Efendimiz, ümmi, yani okuma yazması yoktu. Okuması yazması olmayan birine okuma buyruğunun verilmesi ve O'nun okuması ilahi bir mucizedir. Kur'an'ın bir mucize oluşunun gerekçesi, ya da Kur'an'ın Sevgili Efendimizin sözlerinin olmadığının bir mucizesidir de bu. Batılılar ve Batı'cı kafalı yerliler Kur'an'ın Hz. Muhammed (Salallahu Aleyhi Vesellem) Efendimizin sözü olduğunda ısrar ederler. Kur'an'ın ilahi olmadığını, beşeri olduğunu söylemeye çabalarlar. Kur'an'ın beşeri değil de ilahi olduğunun gerekçelerinin birçok yönleri olduğu gibi, yukarıda izah ettiklerimiz de göz önünde bulundurulur. Gerçi bunları savunmanın da pek bir anlamı yoktur.

İnsana "oku!" buyruğu olan bir toplumun, okuma edimiyle hayata bakışının diğerlerinden farklı olması doğal. Kur'an indiği zaman Mekkeli müşrikler arasında okuma yazma olduğu gibi o dönemde önemli şairler de bulunuyor. Böyle bir toplumun Kur'an'ın inmiş olmasının kabul görmesinin nedenlerinden biri de budur. Kur'an ile şiir arasındaki uçurum daha bir belirginleşti. Şairler Kur'an'ın karşısında zavallı duruma düştüler. Müslüman olan şairler şiir söylemekten çekindiler. Sevgili Efendimizin şairlerden şiir söylemelerini istemesi üzerine yeniden şiire döndüler.

Uhut Harbi'nin sonunda yaşanan trajedi şöyle şiirleşti:

Şiir, dönemin akışını sanki hızlandırıyordu. Uhud'da şehitler verilince bu hüzünlü durum şiirle karşılık buluyordu.  Talhâ urcuze türünden bir şiir söyledi.

"Biz, galip ve Mâlikin savunucularıyız

Savunuruz kutlu Peygamberimizi

Hörgüçleri büyük develerin yataklarında

Ayaklarını yere vuruşları gibi savaşırız

Savaşlarda düşmana darbeler indiririz"

Bu şiiri söyledikten sonra şehit oldu.

Sevgili Efendimiz, Uhud Savaşı'ndan dönmeden Sabit oğlu Hasan'a yöneldi.

"Talhâ hakkında bir şeyler söyle:

"Uhud harbi günü Muhammed'e yardım etti Talhâ

Ki bu an; Sevgili'nin en zor, en sıkıntılı anıydı

O'nu korumak için avuçlarını mızraklara siper etti

Parmak damarları kesildi kılıç darbeleriyle, çolak oldu

Muhammed hariç en önde idi o

Değirmen taşını ayakta tuttu da İslâm bağımsızlığına kavuştu"

Şair, millet hayatını şiir gibi okur ve yaşar. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) de Talhâ için şiirle katıldı:

"Allah elçisini izlerken kurtuluş peygamberini korudu o

Onlarla buluştuklarında Müslümanlar kaçarken o

Süngülerin yaralarına katlandı, savundu dini

Ey Ubeydullah oğlu Talhâ cennet senin hakkın

Orada ceylân hurilerle evlen"

Ardından Ömer (Radıyallahu Anh) de şiirle katıldı kervana:

"Müslümanlar bırakıp dağıldı savaş alanında

Yalın kılıcıyla kurtuluş peygamberini korudu Talhâ."

Bu şiiri söyleyince Sevgili Efendimiz, Ömer'e (Radıyallahu Anh) döndü: "Doğru söyledin ey Ömer"

"O ağır hüzün bir anda hafifledi, yüzleri buruk bir tebessüm aldı."

Kalem sesi söze geçiren bir edim, bir nesne, bir âlet. İnsan kalemi eline alınca yazmayı düşündüğü şeyler belleğinden hızla akar, kalem onu kaydeder. Düşünceler kayda geçtiğinde, bunların düzenli olup olmadığı, düşünceyi yeterince yansıtıp yansıtmadığı kişinin bilgi, yetenek ve bikirim gücüne bağlıdır.

Bir konuya hâkimiyeti yoksa kişinin, kalem elinde öylece kalakalır, bocalar. Bir milim ileri gitmez. Kimi insanlarda birikim olur yazma gücü zayıf olur. Düşüncelerinin altında ezilir kalır. Kan ter içinde kalır. Kimi de hayatında olduğu gibi dağınık ve savruktur. Belleğinden akanları hiçbir denetimden ve süzgeçten geçirmeden yazıya aktarır. Onu bir daha toparlamaz, bunu düşünmez de.

Birikimi, yazma yeteneği ve becerisi olanlar ise kalemi ellerine aldıklarında su gibi kâğıt üzerinde akar giderler. Düşünceleri sistemli ve özenli olarak kâğıtta yerini alır. Güçlü kalem; güçlü ve zengin bir birikimin elinde karşılık bulur.

İslâm düşünce geleneğinden gelenler saf bir düşünce özüne sahiptirler. Her şeyden önce Kutlu kitap Kur'an-ı Kerim özü ve ruhu sağlam. Diğer kültürlerde olduğu gibi muharref (bozulmuş) değil. Peygamber Efendimizin hayatı hemen bütün ayrıntılarıyla biliniyor. Onun arkadaşlarının durumu da böyledir. O günden bugüne düşünce geleneğimiz büyük bir birikim oluşturmuştur. Tasavvuf, medrese geleneği oldukça sağlam seyrediyor. Şiir güçlü bir anlatım aracı. Özü itibariyle düşünceyi sağlıklı olarak aktarıyor. O günden bugüne olan şiir iyi incelenirse ondan bir hayat felsefesi çıkar.

İslâm düşünce geleneğine felsefe girince, felsefe salt akli olmaktan çıktı, fizik ötesi tarafıyla bütünleşti. Ondan da büyük bir düşünce patlaması oldu. Bu, düşünce geleneğimizin kalem gücünü daha da arttırdı. Batı düşüncesinde olmayan bir yükseliş dönemidir bu.

Batı düşüncesi ise pozitivizme takıldı. Onlarda aklın ötesi diye bir şey yok. Nedeni sahip oldukları Hıristiyan kültürünün köksüzlüğü, temelsizliği. Çünkü İnciller bir değil yüzlerce. Kilise bunları dörde indirgese de, bunların bir bütünlüğü yok. Hz. İsa sünneti veya sözleri de bize tam anlamıyla ulaşabilmiş değil. Ardılları, yani kilise kendi kafasına göre bir din geliştiriyor. Hem gereksinimleri karşılamak, hem de karşı din ve kültürlere karşı kendisini savunabilmek anlamında. Böyle olunca da asıl özünü ve ruhunu yakalamaktan uzak kalıyor.

Müslüman düşünürler; örneğin tasavvuf âlimlerinin anlattıkları, söyledikleri farklı meşreplerden ve kollardan olsalar da aynı şeyi farklı bir üslup ile anlatıyorlar. Anlattıkları şeyler hemen hemen aynıdır. Bir de muhatap aldıkları insanların mizaçlarını göz önünde bulunduruyorlar. Tasavvuf dışında yer alan âlimlerde de durum bundan farklı değildir. İkinci gruptakiler ilk grupta yer alanları aşırı bulsalar da sonuçta yaklaşım biçimlerinin, üsluplarının farklılığıdır. Hemen hemen hiç kimse namazı yadsımaz, orucu ve farz olan ibadetleri yok saymaz. Hıristiyan kültürde bu böyle değildir. Renan Hıristiyanlıkta ibadet yoktur der. Yani Müslümanlardaki farz ibadetler gibi ibadetleri yok diyor. İncil'in tanrıdan gelmediğini, bunların İsa'nın anlattıklarından ibaret olduğunu, yazıcılarının algılama ve kendine göre yorumlar olduğunu anlatır.

Tabii bu kalemler güçlü olduğu için Hıristiyanlar arasında ciddi bir ayrışma yaşanıyor. Birbirine tamamen zıt mezhepler doğuyor. Biri diğerini Hıristiyan olarak kabul etmiyor. Hatta o kadar ileri gidiliyor ki tamamen zıt bir yöne doğru gidiliyor.

Düşüncemizin bugünlerde daha sağlıklı kalem sahiplerine gereksinimi var. Çünkü Batı ruhuna bulanmış insanlar giderek ana doğrultudan sapıyorlar. Kimi müslüman yazarlar ise dünyalılık uğruna ilkelerinden ödün veriyorlar. Bizi bekleyen asıl tehlike budur. Büyük Doğu ve Diriliş düşünce geleneği bugün daha bir önem kazanıyor.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ali Haydar Haksal
29-11-11
E mail: milligazete.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KALEMİN GÜCÜ VE MÜSLÜMANLAR
Online Kişi: 24
Bu Gün: 269 || Bu Ay: 6.259 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.272 || Toplam Tıklanma: 52.117.724