ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2357
Yazar: İhsan Alperen
DİL Mİ İLİM Mİ?

Günümüz müslümanları, 19 ve 20. yüzyıllarda olduğu gibi hâlâ "Batı merkezci" bir anlayışla hayatlarını tanzim ve idame ettirmeye devam etmektedirler. Bilim ve siyasetin yanı sıra "şahsiyet ahlâkı"ndan da mahrum bir vaziyette, varlıklarını Batı'ya endekslemek ve eklemlemekten hâlâ kurtulabilmiş değillerdir.

Bilim, sanat, din, siyaset gibi alanların mevcut hallerini bilmeden hareket etmek; günümüzde olduğu gibi zemini sağlam olmayan yerlere bina yapmaya benzemektedir. Oysa önce kendini bilen, omurgası sağlam "şahsiyet ahlâkı" sahibi insanlar olacak ki, yapılan binaların "zemin"i de sağlam olsun.

Günümüzde siyaset, sanat, bilim, din alanlarında öncelenen haliyle, sadece "dil bilmek"le bilim adamı, sanatçı, din bilgini veya siyasetçi olunamayacağının bilinmesi şarttır. Bugün hem müslüman hem de Batılı bilim adamlarının, İslâm bilim ve düşünce tarihini anlama ve ortaya koyma yönünde sergiledikleri beceriksizliklerin sebeplerinin başında söz konusu omurgasızlık yatmaktadır.

Günümüzün "bilim adamı kılıklı akademisyenler"i, İslâm bilim ve düşünce tarihini kendi kaynaklarına, kendi ortamına gidip araştırıp incelemek yerine, Batılı bilim adamlarının ortaya koyduklarını "öğrenmek"ye çalışmaktan kurtulabilmiş değillerdir. Oysa Batılılar'ın kendilerine yabancı olan bir kültürü, medeniyeti "gönül gözü" olmadan el yordamıyla araştırıp ne kadar ortaya koyabildilerse onunla yetinmek kadar ayıp bir şey olamaz.

Bir medeniyet ve kültür kendi dinamikleriyle ayakta durabilir. İslâm medeniyetinin gelişim safhasını kaldığı yerden yakalayıp emin adımlarla ilerletilmesi, kopyacılıktan veya ikincil kaynakları kullanmaktan çok daha iyidir. Bu da kendi dilini bilmeden kendi kültürünü anlamak nasıl mümkün değilse, sadece Batılı bir dille "adam olmak", "bilim adamı olmak" da mümkün olmasa gerek!

"Dil bilmek", günümüzde özellikle de İngilizce'yi bilmek, sadece o dilin kelimelerini doğru telaffuz etmek değildir; çünkü dil bir "medeniyet"tir, başlı başına bir kültürdür. Bu yüzden bir insanın konuştuğu dile, "ana dili" denmiştir. Dil bilmenin ayrıcalığı "dilin medeniyeti"ni anlamak ve oradan öğrendiklerini ayrıştırarak "kendine özgü" kılabilmektir. Teoriyi geçip pratiğin sahibi olmak gerekiyor. Oysa "biz olmak", "biz"i bilmekten geçmektedir.

Günümüz akademisyenleri "kolaycılığı" tercih ettikleri için, "sömürgeciler"in biçimlendirdiği zihniyetin tasallutundan bir türlü kurtulabilmiş değillerdir. Bilim ve teknoloji tarihini araştırmanın temel şartlarından biri, öncelikle ilgili alanın mevcut halini bilmektir; bunları bilmeyen bir araştırmacının sadece İngilizce'yi bilmesine dayanarak o alanın tarihinin incelenemeyeceğini bilmek gerekir.

Yarım bütün değildir.

Bilginin "tamlaşabilmesi" için unsurlarının bir araya gelip "bütünleşme"si gerekir. Yarım olan ve yarım kalan her şey, "bütün"ün oluşmasının en büyük engelidir. Dil, kültürle (ilimle) bütünleşmediği sürece tek başına bir şey ifade etmiyor. İlim aynı zamanda "tefekkür"dür. Tefekkürsüz ilim olmaz, olmadığı gibi. Dilin tefekkürî boyutlarda işlevselleşebilmesi için de, bilimsel ve sanatsal nosyonun kişinin kazanımları açısından devrede olması şarttır.

Bir kişide öncelikle aranan "dil mi, ilim mi" ikilemi, ülkemizde sürekli yaşanan bir olgudur. Oysa dil ve ilim tefekkürle yoğrulması lâzımdır. "Nakkallik" ilim olmasa gerek, adı üstünde "nakledicilik!" Özellikle de Batı medeniyeti süblime edildiği sürece, " yabancı dil"in hep önde olduğu veya olacağı tartışma götürmez bir ayrıcalığa ve önceliğe sahip görünmektedir.

Kuşkusuz burada Batı dili veya yabancı bir dil bilmenin önemini hafife almak şeklinde bir niyetim olmadığı gibi böyle bir garabeti de savunmuyorum. Dil bilmenin, dil biliyor olmanın, dili işlevsel hale getirmenin fevkalâde önemli olduğunu söylemek istiyorum. Benim burada olması gerektiğini ifade etmeye çalıştığım husus, "ilimsiz, tefekkürsüz dil"in öne geçirilmesi ve öncelenmesi meselesidir; dil bilindiği zaman "ilmî yeterlilik"in ve "tefekkür"ün aranmamış olmasıdır.

Özellikle de Amerika veya Batı ülkelerinin herhangi bir üniversitesinden "icâzet" alan bir kimsenin, ilmine, irfanına hatta Türkçe'sine dahi bakılmadan baş tacı edilmesinin bilime, topluma, toplumun değerlerine, hâsılı bilim ahlâkına haksızlık olduğunu söylemeye çalışıyorum.

Meselâ Osmanlı'dan Cumhuriyet dönemine intikal ederken kaleme alının ve Cumhuriyet döneminin şaheseri olarak görülen ve dinî ilimlerden tefsir sahasının en önemli müracaat kitabı olan Hak Dini Kur'an Dili adlı eserin müellifi merhum M. Hamdi Yazır söz konusu eserin girişinde ilmini, irfanını ve "dil"ini yurt dışına çıkmadan öğrendiğini iftiharla belirtir.

Tarih boyunca sömürge hayatı yaşamamış inancının gereği olarak "hürriyet"i şiar edinmiş bir milletin yaşadığı topraklarda, Batı'ya öykünerek ilimde, sanatta, dinde sömürge hayatı yaşamanın bir zül olduğunu haykırmak istiyorum. Düşünebiliyor musunuz, üniversitenizde kendi tarihinizi, edebiyatınızı, sosyolojinizi, hâsılı mânevî dinamiklerinizi oluşturan "kültürünüzü" kendi öğrencilerinize "yabancı dil" ile okutmayı, öğretmeyi ilim kabul edeceksiniz. Bunun hangi mantıkla, hangi ilmî kriterle, hangi şahsiyet ahlâkı ile açıklanabileceğini sorgulamak istiyorum.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İhsan Alperen
18-12-11
E mail: milligazete.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DİL Mİ İLİM Mİ?
Online Kişi: 13
Bu Gün: 486 || Bu Ay: 8.299 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.371 || Toplam Tıklanma: 52.154.841