ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KÜLTÜR ve MEDENİYET
Okunma Sayısı: 3234
Yazar: Ümit Şimşek
BATI HUSÛMETİ VE MISIR

İslâm âleminde Garp husumetinin bâki kalmasını ister Bediüzzaman. Bu önemli tesbiti “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” diyen birisinden işitmek, konuyu daha da vurgulu hale getiriyor.

Batı söz konusu olduğunda niçin muhabbeti bir yana bırakıp husumete yönelmemiz öğütleniyor diyecek olursanız, bunun cevabını, Bediüzzaman’ın kendi sözleri içinde bulursunuz:

“Garp husumeti, İslâm'ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.”

Açacak olursak: Batı’nın kendisi, muhabbetin önünde dikilmiş bir engeldir. Onu düşman bellemek, husumete husumet etmek mânâsına gelir; bu da muhabbetin önünü açar.

Sıradan bir zamanda belki bu tesbitin mantığını kavramakta güçlük çekebilirdik; fakat şu son bir ayın hadiseleri üzerimizden bu güçlüğü kaldırdı. Batı, Mısır olayları karşısında yüzündeki maskeyi sıyırıp da İslâma ve insanlığa olan husumetini bütün iğrençliğiyle teşhir ettikten sonra İslâm âleminin ittihad ve uhuvvetine olan ihtiyacımızı her zamankinden daha fazla hissetmeye başlamadık mı? Her sinede bir kalp var; o da iki zıt muhabbeti bir arada barındırmıyor. Lâyık olmayanın sevgisini kalpten çıkarınca, lâyık olanın sevgisi kendisini hissettiriyor.

***

Unutmayalım ki, Bediüzzaman Hazretlerinin husumetimize hedef olarak gösterdiği Batı, “Kur’ân’ı Müslümanların elinden almalıyız” diyen Batıdır. Ve bu Batı, bu niyetinden hiçbir zaman uzaklaşmış değildir. Şu kadar var ki, o, bu gayesini, bizim elimizden mushafları almak suretiyle değil, çok daha sinsi etkili bir yoldan, Kur’ân’da olmayan bir dini bize Müslümanlık olarak pazarlamak suretiyle gerçekleştirmeye çalışıyor.

Bir kısmımız bu oyuna pek kolay geliyoruz; onları da Batı özel bir himaye ile bağrına basıyor, besleyip büyütüyor ve kendisine benzetiyor. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş oluyor:

Bir tarafta cihaddan arınmış, kılçığı alınmış, toplum ve siyaset alanlarındaki taleplerini terk etmiş, çiçeklere basmadan ve yollara tükürmeden yaşamayı öğütleyen bir İslâm modelini hayata geçirirken, diğer tarafta da bu modelin yükleniciliğini üstlenmiş olanlarla ümmetin geri kalanı arasına ihtilâf ve husumet aşılıyor.

Bu söylediklerimizi mübalâğalı bulduysanız, yeryüzünde Batının fiziksel olarak adım attığı yerlere bir bakın: Onun zulümden, kandan, nifaktan, ihtilâftan, hayâsızlık ve fuhşiyattan birşey getirdiği bir yeryüzü köşesi gösterebilecek misiniz? Böyle bir Batı, içimizden bazılarının yüzüne gülmeye başladığında, “Acaba ne kusur ettik de onun tebessümüne hak kazandık?” diye tasalanmanın zamanı gelmiş demektir.

***

Batı’nın niyetini okuma konusunda Bediüzzaman’ın nasıl bir nüfuz-u nazara sahip olduğunu en iyi gösteren belgelerden biri, Anglikan Kilisesinin sorularına onun verdiği cevaptır. Zahire bakacak olursanız, Anglikan Kilisesinin sorularında Bediüzzaman’ın hiddetini ve ağır hakaretlerini celb edecek hiçbir şey göremezsiniz. Bunlar, diplomatik bir nezaket içinde sorulmuş, dinlerin birbirini daha iyi anlamasını sağlamak için düzenlenmiş görünen mâsum sorulardır. Fakat Bediüzzaman bu diplomatik nezaketin altında, “ayağını boğazımıza basmış amansız bir İslâm düşmanının mağrur papazının dessaslık ve vesvaslığını” görmüş ve cevabını sadece bir tükürükle vermiştir.

Ne yazık ki, Batı, o diplomatik lisanını da kapsayan maddî ve manevî rüşvetleriyle pek çoğumuzu kandırmayı başardı. Bu arada, kendisi için tehlike olarak gördüğü İslâmı yaşayıp yaşatması muhtemel toplulukları ya yozlaştırmaya veya bertaraf etmeye çalışmaktan geri kalmadı. Çoğu zaman da bu kirli işini bizzat değil, içimizden bazılarının eliyle gerçekleştirdi. İşte Mısır’da olup bitenler:

İslâm âleminin en köklü siyasî teşkilâtı olan ve bir asra yakın tarihi boyunca maruz kaldığı nice imtihanları kimliğinden taviz vermeksizin geçiren İhvân-ı Müslimîn tarih sahnesinden silinmek isteniyor. Ve bu işi Batı kendi eliyle yapmıyor, içimizdeki kölelerine yaptırıyor. Kendisi de bir kenardan olup bitenleri seyrediyor. Çok fazla sıkıştırılırsa yarım ağızla bir kınama mesajı gönderir gibi yapıyor, sonra yine seyre dalıyor. Fakat insanların yüzlercesi keskin nişancıların kurşunuyla keklik avlar gibi öldürülür ve binlercesi de yaralanırken, kendisini medenî olarak niteleyen bir dünya bunu karşıdan seyredebilir mi?

Bu soruyu tersinden de sorabilirsiniz: Eğer o medeniyet Batı medeniyetiyse, akan da Müslüman kanı ise, seyredilmez de ne yapılır?

***

Keşke seyreden sadece Batı olsaydı!

Kendi hükümranlıklarını İslâm âleminin huzur ve güvenliğinden önemli sayanların yanı sıra, Batının ve Batı karakterlilerin hoşnutluğunu kazanmayı bir hizmet ilkesi olarak benimsemiş ve doğru İslâmın ancak kendisi tarafından temsil edileceğine inandırılmış olanlarımız da bütün bu olup bitenlerden ciddî bir rahatsızlık duymadıklarını belli etmekten geri kalmıyorlar. Hattâ bazılarımız, “Biz demedik mi?” havası içinde zil takıp oynamamak için kendilerini pek zor tutuyorlar.

Fakat çok şükür ki, ümmetin büyük çoğunluğu, bu aşikâr tabloda görülmesi gereken şeyi görüyor. Bu açıdan bakınca, Mısır olayları, İslâm âleminin kendisine dönmesi için görülmedik bir fırsat ortaya çıkarmıştır diyebiliriz. İhvân’ın istikbalinden bir şüphemiz yok; çünkü onlar, şimdiye kadar geçirdikleri tecrübelerle dünyaya metelik verecek bir topluluk olmadıklarını ortaya koydular. Belki de bu yaşananlar, kaderin onlara yakın bir gelecekte nasip edeceği daha güçlü bir iktidar döneminde dünyanın cazibesine karşı kendilerini daha da bağışıklı bir yapıya kavuşturmak içindir, kimbilir?

Ümmetin çoğunluğu hakkında ise, bu olup bitenler, Batı muhabbetini kökünden söküp atmak için ender bir fırsatı önümüze sermiş bulunuyor. Geleceğimizin bu fırsatı nasıl değerlendireceğimize bağlı olduğunu söylersek herhalde mübalâğa etmiş olmayız.

Çünkü İslâm âleminin hayatla barışması, cellât sevgisini kalbinden çıkarıp atmasına bağlıdır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ümit Şimşek
02-08-13
E mail: sondevir.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BATI HUSÛMETİ VE MISIR
Online Kişi: 17
Bu Gün: 450 || Bu Ay: 7.804 || Toplam Ziyaretçi: 2.218.522 || Toplam Tıklanma: 52.149.771