ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TASAVVUF
Okunma Sayısı: 5758
Yazar: Ali İlbey
HÂL DİLİDİR MAKBÛL OLAN

Hz. Mevlânâ’nın Mesvevî’si ve Fîhi Mâ Fih’inden anladım ki hâl dilini kullanmak gerekmiş. Hâl diline dair onun söz hazinesinden toplayıp yüreğime tâlim ettirdiklerimi hülâsa ederek hurufata dökmekten kendimi tutamadım:

Hâl dili, derûnumuzda yaşananları ve hissettiklerimizi harf diline ihtiyaç duymadan sözsüz hâlimizle bildirmektir. Hâl dilinde seziş ve duyuşlar öne çıkar. Harf diliyle yapılan dile ve sanata ihtiyaç duyulmaz. Çünkü hâl dili mânevî sanatın kendisidir. Hâl üzere yaşayanlar, mânevî hâli ve dili dinleme makamındadır. Söyleyeceklerini hâl diliyle ifade ederler. Kâl dili, bu “hâl” de olanlar için hârici bir dildir.

Kâl dili, yani harf dili, “hâl” i anlatmaya yetmez. İnsanın söz bilmemesi mühim değildir; derdini anlatmaya başka kapı var. Baş diliyle de, susarak hâl diliyle de konuşur. Rüyada nasıl dilsiz dudaksız konuşuyorsa, uyanıkken de aynı şekilde konuşur.

Yapraktan ve ağaçtan onun türü veya mevsimler nasıl okunuyorsa, insandan da sessiz sözsüz çok hâller okunur. Gönlün sözü susmakla, dile gelmeyen, söze sığmayan can, dilsiz-sözsüz de söylenir.

Harfsiz, sözsüz hâl diliyle konuşma gerek. Birisi sana harfsiz ve sessiz söz olamaz diyorsa, yalandır! Çünkü sözle, sesle, harfle örülmemiş dilsiz bir söz de var. Dille söylenen sözlerden başka cana canlar katan sözler var. Ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz. Mânalar ve derûnumuzdakiler söz kalıbına, harf diline sığmaz.

Hâl dili, yani sükût, insanı adam eder. Sükût şifadır, olgunluk, doluluktur. Söz söylemek çocukluk; susmak ise adamlık, erlik ve olgunluktur. Sükûtun zıddına söz, insanı itibardan düşürür.

Gönül göğe benzer, dilse yeryüzüne... Yeryüzünden göğe varmaya pek çok konaklık bir yol var. Çocuk, câhil, gâfil, ham, mukallit, sûret ehli olanlar hâl dilini okuyup anlayamaz. Hâl geldikten sonra lâfın ne gereği var.

İnsanlar, mânasız ve ruhsuz kelimeler tüketiyor. Sözler, cümleler bir yığın ruhsuz harflerle donatılıyor… Söz, gönülleri inşa edemiyor. Hâl diline âşina olamıyoruz, çünkü çok konuşuyoruz. Halden hâle geçiyoruz ama hâl diline geçemiyoruz. Söze, bize verilen emanet nazarıyla bakabilsek, ama söylemesek, hiç cevap yetiştirmesek, hiç sözün sözünü etmesek. Sükûtu bir dost dili hâline getirebilsek, sükûtta sükût olsak, hâl dilinde birleşsek ne güzel olur… Dil, sözün hangi hâli için verildi bize? Dil mi söze, söz mü dile emanet? Hâl ehlinden sorup öğrenmek lâzım.

Ehl-i tasasvvuf Sühreverdî, Seyyid Burhaneddin Hz.leri’nin huzuruna vardığında uzağa oturur. Aralarında tek kelime konuşma olmaz. “Birbirinizle konuşmamanızın hikmeti nedir?” diye sorulduğunda “Hâl ehli önünde hâl lisanı lâzımdır. Kâl lisanına ne hacet var?” der.

Niyazi Mısrî’nin “Kâl ehlinin ahvalini terk eyle Niyazi / Şimden gerü hâl ehlinin ahvâli göründü” mısralarının mânasını modernizmin dalgalarına kapılanlar elbette anlayamaz. “Dilim senden çektiğim bir zulüm” diyen hâl ehlinin hâlini bilen kaç kişi çıkar kâl asrının konuşkan insanlarından.

Ali Yurtgezen hocanın “Bir Hâl Dilimiz Vardı” yazısının mânasına kaç kişi dikkat etti? Ah, şu “çağdaş” çenesizlik ve lafçılık! “Hâlimizi” anlatan muhterem yazıları bile okuyup anlamaktan âri düşürdü.

“Her kimin kim hâli vardır kıyl ü kâli n’ider / Çün kanâat tadın aldı şekker ü bâli n’ider.” (Kemâl-i Ümmî) Kanaatin tadını alanların şekere bala itibar etmemesi (gibi), hâl sahibi kimseler de boş ve lüzumsuz konuşmaya itibar etmezler. Eskiden, bize mahsus bir hâl dilimiz vardı bizim. Lafla değil, hâlleşerek anlaşırdık. Hâlimiz vaktimiz yerli yerindeydi o zamanlar. Hâl üzere yaşar, şimdiki kadar çok ve lüzumsuz konuşmazdık. Bizim bize mahsus hâl dilimiz gönül diliydi. Harfsiz, hecesiz, sessiz sohbetler, muhabbetler eder; böylece birbirimize dost ve sahip olurduk. Zamane, hâl dilimizi ‘beden dili’ ne çevirdi. İnsanı bedenden ibaret gören bir zihniyetin, muhatabını kıstırmak niyetiyle zaaf avcılığına dönüştürdüğü beden dilini aldık, hâl dilini unuttuk. Bu nisyan gönlümüzü, aşkımızı, hâlimizi de aldı götürdü. Nitekim hâlden anlayanlarımız azaldı. Zelil oluşumuz halsiz düşmekten; anlayışsızlığımız, hoyratlığımız, cedelciliğimiz hâl dilimizi kaybetmektendir.”

“Hâlimize” tercüman olan bu yazı, kâl çağının lâf ü güzaf özürlü nesillerini “Hâl”e dâvet ediyor:

“Hâl dilini anlamak; hâlden anlamak, anlayışlı olmaktır. Zihnî bir anlamadan daha yüksek, daha öte, kalbî bir idrâktir bu. Hâl sârîdir, geçişlidir. Kalpten kalbe sirayet eder. Allah dostlarıyla ülfet edilerek muhatap olunan güzellikler, cilalanan kalp aynasına yansır mutlaka. Söz fuzulidir, kıyl ü kâldir. Kıyl ü kâl bugün anladığımız gibi sadece gıybet manasına dedikodu demek değildir. Faydası olmayan, gereğinden fazla uzatılmış her söz, her iddia ve izah çabası kıyl ü kâldir. Halbuki hâl yaşamak, olmak yahut tatmaktır. Bir hâli yaşıyorsak onu söz ile iddiaya, izaha, nakletmeye ihtiyaç yoktur. Kanaat sahibinin kanaatkârlık iddiasına, halini söz ile anlatmasına, kanaati tarif etmesine ne hacet… Çünkü söz söylemede ne kadar mahir olursak olalım, hâl kâle gelmez. Kanaatle gelen istiğna hâlinin gönle verdiği huzur ve manevi zevk yanında, bal şeker tadındaki maddi hazların lafı olmaz elbette.”

Modernizm herkesi kâl ehli yaptı, durmadan konuşuyoruz. 19. Asır mutasavvıflarından Ahmed Kuddûsî'nin “Ehl-i hâlin sözleri haktır ki Hak'tan söyler ol / Ehl-i zâhir sözleri teşvîk-i yârân eylemez” mısralarına ne kadar muhtacız bugün. “Kâl ile tebliğ” değil, “hâl ile tebliğ”dir evlâ olan.

Şimdi anladım, Ali Hocam’ın niye çok konuşmadığını ve sükût ettiğini.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ali İlbey
25-01-14
E mail: habervaktim.com
 
 
Yorumlar: 1
Uğurlu
Anlarsınız
Tarih : 27-01-14

Sessiz olun!...Sessiz olun!.../Belki duyarsınız yaşayan hüznü./Farkedersiniz çekilen acıyı,/Sararan yaprakların hasretten olduğunu görürsünüz./Ve kelimelerin kifayetsizliğini hatta gereksizliğini;/Sükût-u derûnilikte anlarsınız.

 
HÂL DİLİDİR MAKBÛL OLAN
Online Kişi: 22
Bu Gün: 430 || Bu Ay: 9.034 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.499 || Toplam Tıklanma: 51.934.857