ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : EDEBİYAT / UNUTULMAYANLAR
Okunma Sayısı: 2276
Yazar: Ömer Lekesiz
DİRİLİŞ NEFERİ HAMİT CAN HAKK'A YÜRÜDÜ
DOSTUNA KAVUŞTU

Hamitcan da geçti!

Ecelin, ne zaman, hangi mekanda, ne taraftan ve nasıl yeteceği meçhul...

Hamitcan'a, kalp krizi olarak yuvasında yetti eceli...

Söylerken ne kadar basit, sessizce düşündüğümüzde ne kadar karmaşık...

Belki de bunun için gerekli söz; aklımızın kavrayamadığını, onunla basitleştirerek kavranır gibi yapmak, avutmak kendimizi...

Hakikatle gerçek arasına sözden bir perde gererek, meçhul olanın ürperticiliğini, güya malûmun örtüsüyle örterek makul hale getirmek...

Otuz yılı aşan tanışıklığımıza, son üç yılda artarak büyüyen dostluğumuza yaslanarak benim tanıdığım Hamitcan'ı konuşmak isterken, hakikatle gerçek ve söz arasında böyle bocalayıp duruyorum işte...

Hakikat: Ebedi âlem...

Gerçek: Hamitcan da bu dünyadan geçip, ebedi âleme gitti...

Söz: Hamitcan yok artık...

"Hakikatin dili mecazî olamaz" der İbn Arabi...

Oysa ki, mecaz, sözün yoludur, onun geçebileceği yerdir; söz, mecazın tarlasında verir meyvesini...

"O iyi bir Müslümandı" diyerek, mecaza dokunmadan susmalıyım aslında...

Susmalıyım çünkü, Hamitcan'ın kişisel tarihinin, benim nazarımca ve belleğimce belirlenmiş olan kısmını anlatmaktan acizim...

Birlikte yaşadıklarımızın, konuştuklarımızın, ortak tanıklıklarımızın dili, bana nasip kılınan söz bilgisinin fevkindedir...

Örneğin, genç bir adamken, Beyazıt Camii'nin önünde onun koluna girip, Çemberlitaş'a kadar birlikte yürüyerek konuşan nurani yüzlü, gümüş sakallı adamın ona verdiği sırları ve o sırların Hamitcan'ın hayatının son otuz yılını belirlediğini nasıl anlatabilirim...

Adı üstünde, sır!

Hangi söz kuşatabilir ki, sırrı?

Ya da, üstad Sezai Karakoç'la tanışmasının, ona samimi bir bağlanışla bağlanmasının, şehid Sedat Yenigün'ün, merhum Nusret Özcan'ın hâl ve düşüncelerinden beslenmesinin neden ve sonuçlarını nasıl verebilirim.

Veya, onun "Ben Rabbime dua ederken, bana hayırlısını ver demiyorum, bana yetecek kadarını ver diyorum. Sence bu duam isyan içeriyor mu?" sorusunun, hangi ezoterik damardan aktığını nasıl söyleyebilirim; garip olmayı Rabbi tarafından karşılanmış bir ihtiyaç bilişini nasıl açıklayabilirim?

Hâl böyle olunca, mecaza dokunarak konuşmak zorunlu oluyor işte...

Hamitcan, Tarık bin Ziyad gibi gemilerini yakarak çıkmıştı Sezai Karakoç kıtasına...

Hamitcan, üstadı gibi Ebuzer'in meşrebini benimsemişti...

Hamitcan, her derviş gibi söz iznini almadan konuşmadı, yazmadı...

Hamitcan, Attar'ın neslindendi, kelimenin özlemini çeker, onun doğum sancısını doyasıya yaşar, kemâl noktasını gözeterek aktarırdı kağıtlara...

Çok okudu, çok yazdı ama az yayınladı...

Üstad Sezai Karakoç'un yazılarını ve şiirlerini anlamanın yitik cenneti bulmadaki etkisini, yaşadığımız günü kavramadaki önemini çok iyi biliyordu; bu bilişin verdiği doygunlukla kendi yazılarını yayınlamayı sürekli erteledi...

Rüya tadında anılara dönüşen geçmiş zaman kayıtlarını kitaplaştırması için, yayınlanınca onların mahremiyetlerinin kaybolmayacağına ikna edilmesi gerekiyordu... Çünkü, onları bir rüya gibi tabir ediyor, bir masal evreninde onlarla geziniyor ve huşu içinde yazıya aktarıyordu.

Dostlarının, "Hamit, bir elli yılımız daha olmayacak, net ortamında yayınlaman yeterli değil, kendi denetiminde kitaplaştırman, seni daha mutmain kılar" şeklindeki tatlı-sert ısrarlarından sonra, Mekki Yassıkaya'nın da desteğiyle "Derbesiye Günleri"nin 1. kitabını yayınladı.

Çekincelerinde haklıydı belki de Hamitcan, belki de yanılan bizlerdik...

Derbesiye Günleri'nden, "Yazdıkça beni bir heyecan sarıyor. Kalb atışlarım hızlanıyor. Nefes nefese kalıyorum. İçim, med-cezire tutulmuş, inen-çıkan, çekilen-kabaran denizden farksız. Hafızam, şimşek hızıyla parlayıp sönen hayallerle dolup taşıyor. Zihnim, anıların akınlarıyla allak-bullak. Gözümün önünden birbir renkli resimler akıp gidiyor. Düşündükçe, o günler bana masalmış gibi geliyor" cümlelerini şimdi okurken, bu coşkusunun, samimiyetinin mahfuz kalmasını istemesindeki nedeni daha iyi anlayabiliyorum.

Hamitcan, çocukluğunu hiç terketmemiş basiretli bir erişkindi.

Güçlü olmayı hiç mi hiç istemediği şu dünyada, güçsüzlüğünün sömürülmesine karşı kazdığı bir siperdi sanki Hamitcan'ın çocukluğu...

Hamitcan, Rabbini zikredecek dille, onun zikri arasına girmeyi istemeyecek bir bilinçli unutulmanın taliplisiydi...

Dostlarıysa, onun Rabbini zikredemeyen bir dile zikir vesilesi olabileceğini bildikleri için yazmasında ısrarlı olmuşlardı...

Bu dünyadan geçerken, geride işte böyle bir portre bıraktı Hamitcan:

Allah'a dost, Allah'ı sevenlere dost, Allah'ı sevenlerce dost!

Dostum, Hamitcan'ım...

Dile ki, Rabbimiz'den, uzamasın benim de dünya sürgünlüğüm...

Seninle birlikte, dünyadakilerden daha fazla oldu gittiğin yerdeki özlediklerim..
.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
19-02-10
E mail: oflekesiz@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DİRİLİŞ NEFERİ HAMİT CAN HAKK'A YÜRÜDÜ
Online Kişi: 21
Bu Gün: 158 || Bu Ay: 6.670 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.269 || Toplam Tıklanma: 52.125.078