ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : EDEBİYAT / YAZI VE YAZMAK ÜZERİNE
Okunma Sayısı: 2166
Yazar: Abdullah Harmancı
YAZMASAM ÖLÜR MÜYÜM?

27.09.2008 - 16:52, Kırkikindi

 

Yazmanın bir mecbûriyet olduğunu söylemek, yazmanın yaşayabilmenin bir yolu olduğunu söylemek, yazmasam ölecektim demek, yazıyı yaşamın en başına koymak, koymuş olduğunuza inanmak ya da koymuş olduğunuzu düşünmek, bu iddiaya sâhip olmak, bu iddia ile yaşamak... Bana biraz gençlik günlerinin "dik"liğiyle ilişkili gibi geliyor. Evet, yazıya başladığımız demlerde, yoğun ilham baskısı altında, heyecan içinde, durmadan yazmayı düşleyerek, yazmayı planlayarak, yazmayı isteyerek "hummâlı" günler geçirdik. Yaşadığımız her ân'ı yazının rengine boyadık, boyamak istedik. Yazamamak düşüncesi korkuttu bizi. Yazı her şeyimiz oldu. Yazıya sarıldık. Ancak bu sımsıkı sarılışın hep öyle dipdiri, hep öyle arzulu, hep öyle "muhteris"çe sürdürülemeyeceğini de zaman geçtikçe gördük. Bu, yazıya ihânet değil. Aslında çok basit: Yaşınız ilerledikçe damarlarınızdaki kan akışı da yavaşlıyor. Hayattaki pek çok şeyin açıklamasını buna dayandırıyorum ben. Yaşınız ilerliyor ve yaşama sevinciniz azalıyor.

Şâirlerin yıllar ilerledikçe daha zayıf şiirler yazdıkları söylenir. Böyle bir genelleme yapılır. Bu genellemeye katıldığım gibi, bunun sebebi olarak da işte bu "durgunlaşmayı" öne sürüyorum. Ben yazıya başladığımdan beri, yazıdan hiç mi hiç kopmadım. Öyküyü bırakmayı hiç mi hiç düşünmedim. Yazamazsam, tükenirsem... korkularını hep yaşadım. Ama yazmasam deli olacaktım, sözü, Sait Faik'in öyküsündeki gibi olsa olsa özel zamanlara mahsus bir cümledir. Ya da gençliğe mahsus bir "dik"liktir. Yazmak ya da yazmamaktan daha önemli olan, yazarın bir yazma arzusu içerisinde olması, zihninde, rûhunda hep bir üretme endişesi taşıyarak yaşamasıdır. İşte ben de diyorum ki, bundan bile uzak kalıyor insan. Bu arzuyu bile, kişi, yüreğinde öldürmemeyi başaramıyor. Zaman zaman bu arzudan bile uzak düşüyor. Bir film izleyince, bir dergiyi karıştırırken, ama en çok da, öykü yazmaktan, atolye çalışmalarından filan konuştuğunuz zaman yazar arkadaşlarınızla, içinizdeki kıpırtı yeniden başlıyor.

Bu kadar lâfı ben niye ettim? Yazıyorum, çünkü... diye başlayan bir cümle, hemen her yazarı kışkırtır. Tâbiri caizse, "hamâsî" nutuklar atmak işten bile değildir. Yazıyorum, çünkü... Yazıyorum, çünkü... Arkasından gelecek cümleler bellidir: Yazıyorum, çünkü yazmak zorundayım. Yazıyorum, çünkü yazmamak mümkün değil. Yazıyorum, çünkü bu sâyede yaşıyorum, filan... Bir bakıma yanlış da değil. Ama hayâtın hayhuyu içinde kaybolup gidiyor insan ve meselâ TRT 2 izlerken felan anımsıyor yazar olduğunu. Dergide çıkmış bir öykünüz için arandığınızda... Ya da hakkınızda bir yazı çıktığında filan... "Dürtüldüğünüzü" hissediyorsunuz. O kadar ucuz değil, 'Yazıyorsam ancak yazarak yaşayabildiğim içindir.' kabilinden nutuklar atmak.

Yazıyorum, çünkü... diye başlanan bir cümle, ardından, yüce ideallere ilişkin bir açıklama da getirebilir. Yazan kişi, dünyâ insanları adına endişeler beslemektedir, okurlarını uyandırmak istemektedir. Buna da bir îtirâzımız olamaz. Ama bu da, yaratıcı yazarlığın sınırlarının dışında gerçekleşen bir alanda mümkündür. İsmet Özel'in düşünce yazılarının yazılma sebebi, ancak böyle bir açıklamayla anlaşılabilir. Ne var ki edebiyatın dili, sanatın dili dolaylıdır. Benim öykülerimi okuyun ve dünyânın ne karanlık kişilerce çekip çevrildiğini anlayın! demek, aklı başında bir yazar için ne derecede mümkündür? Bu mümkünse bile dolaylı olarak ve uzun vâdede gerçekleşecek bir şeydir.

Yazıya bir kere bulaşan kişi, artık o çemberin dışına çıkmak cesâretini gösteremiyor da olabilir. Yazmak onunla bütünleşmiştir ve yazıyla bağlarını koparacak bir cesârete sâhip olamamaktadır yazar. Çevresindekilere günün birinde mutlaka yapılması gereken bir açıklamaya ihtiyaç vardır ve en iyisi buna hiç girişmemektir. Başaramadı, yarım bıraktı, zâten başından böyle olacağı belliydi, cümlelerinin kurulmasından korkmaktadır belki. İçinde bu korku da kalmamışsa, içinde böyle bir endişe de yoksa, o zaman, olsa olsa "Yazmıyorum, çünkü..." başlıklı bir soruşturmanın muhâtabı olabilir o kişi. Yazmak, yazmamak... O limandan çoook uzaklara varılmıştır.

Elbette ki yazıya bulaştığım için mutluyum. Elbette ki yazıyla hayâtım daha da anlam kazandı. Elbetteki sancılarımı biraz olsun yazarak dindirebildim. Elbette ki yazının büyüsüne, sözün büyüsüne inandığım gibi inandım. Elbette ki yazı bana çok şey ekledi. Ama ben bunları kazanayım diye yazmadım.

"Öykü günleri"nden birinde, öykücüler topluluğuna merhametle bakan bir ilâhiyatçı arkadaşımın, âdetâ benim varlığımı unutarak, aslında eskisi kadar kızmıyorum, dediğini hatırlıyorum, bunların elinden başka ne gelir ki? Öyküyle, edebiyatla uğraşmanın bir tür "boş iş" olduğunu düşünüp, öykücüleri (edebiyatçıları) içten içe yargıladığını anladığım arkadaşım, sonunda bizleri affetmeye karar vermişti: Zâten gücümüz yetse yetse buna yeterdi. Yazıyorum, çünkü...'den biraz da bunu anlıyorum ben:

Benim adım Hıdır,
Elimden gelen budur!

(Kuşluk Vakti, Eylül 2008)


 
NOT: Vurgular bize âittir. (Doğruluş)

Yazar: Abdullah Harmancı
19-07-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YAZMASAM ÖLÜR MÜYÜM?
Online Kişi: 24
Bu Gün: 357 || Bu Ay: 9.580 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.292 || Toplam Tıklanma: 51.943.149