ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 4977
Yazar: Mehmet Göksu
DR. EBUBEKİR SİFİL'LE MÜLÂKÂT (Akıl nakille çatışmaz ama...)
 Akılla nakil  çelişmez ama!

Zülcenaheyn âlim Dr. Ebu Bekir Sifil ile konuştuk…

Dr. Ebubekir Sifil hiç şüphesiz son yıllarda yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren bir ilim adamı. Onun önemli tarafı kendinden söz ettirdiği konular… Ülkemizde hangi din adamı ön plana çıksa maalesef dinî bir yozlaşma argümanı, ahkâm konusunda oldukça keyfi ya da "din mühendislerinin" doğrultusunda yapılan çalışmaların içinde... Ehl-i sünnet çizgisinde yürüyen insanımızın ulemaya olan güvenini yok eden bu yaklaşımın hem dışında kalması ve hem de bu yozlaşma portresine eleştiriler yöneltmesi Dr. Ebubekir Sifil'in "ulema" dokusundan olan tarafı; yaptığı ilmi çalışmalar ise cabası… İşte söyleştiğimiz konular!

Merhum Ahmet Davudoğlu Hoca'nın da eleştirdiği, İlahiyatın kendi içinden çıkan ve reformist yaklaşımlara kapı açan zevatı ve bunların başlattığı sünnet, tesettür tartışmalarını nasıl karşılıyorsunuz?

Temelde bu tür tartışmalar siyasi ve ideolojiktir. Bu tartışmalar İslam dünyasında durup dururken başlamadı; birileri bu tartışmanın başlamasını bir ihtiyaç olduğunu düşündü. Bizim Kur'an anlayışımız, sünnet anlayışımız, âlim-ulema anlayışımız vs. topyekûn bir tartışma ortamına çekiliverdi. Bunu yaparken yine kendiliğinden olmuş bir şey değil bu, çok büyük ölçüde asırlar öncesinden gelen oryantalist bir birikim var. 1970'li yılların ortalarında zannedersem, İzmir'de uluslararası bir sempozyum yapıldı, Uluslararası İslam Düşüncesi Sempozyumu. Buraya dönemin meşhur müsteşrikleri, oryantalistleri iştirak ettiler; Türkiye'den İlahiyat Fakülteleri'nden ilim adamları,akademisyenler iştirak ettiler. Orada şimdiki Devlet Bakanımız Mehmet Aydın'ın da hocası olan Montgomery Wath, İngiliz müsteşrik konuşmasının bir yerinde şöyle dedi, "Batı'da ilim adamları, araştırmacılar İncil üzerinde edebî ve tarihsel tenkit metodları uyguladılar ve bu bizim imanımızı artırdı. Şimdi size de tavsiyem, aynı şeyi siz de Kur'an üzerinde yapın, edebî ve tarihsel tenkit metodlarını Kur'an'a uygulayın. Göreceksiniz siz de kâfir olmayacaksınız, imanınız artacak."

Günümüzde bize ait olmayan pek çok kavram düşünce dünyamıza davet edildi, kabul gördü ve biz bu kavramlar üzerinden İslamiyet'imizi, Müslümanlığımızı tartışmaya başladık. Birileri mesela bize dedi ki, "Sünnet ve hadisler tekinsiz bir alandır, bunların naklinde işin içine beşer unsuru girmiştir. Hatta sünnet ve hadisler bize diyor ki, işin içinde hadis uydurmacılığı diye bir vaka olmuş, pek çok insan pek çok gerekçeyle pek çok hadis uydurmuş ama Kur'an için böyle bir şaibe yok. Dolayısıyla bu tekin olmayan alanı bırakalım, bizim için net olan bize kadar gelişinde hiçbir şüphe bulunmayan Kur'anı esas alalım onun üzerine bir Müslümanlık inşa edelim." Bu fikir nerden geldi bize?

Hollandalı bir müsteşrik var Sunhok Artrinye... Endonezya, Hollanda'nın sömürgesi durumundayken orda aynı zamanda bir diplomatik bir görevi var bu zatın. Orada uzun yıllar görev yaptıktan sonra kıyafet ve isim değiştirerek bir hac mevsiminde Hicaz'a gitmiş bu zat, bir Müslüman adı alarak haccetmiş yani. Orda hacca gelen Müslümanları gözetliyor ve arkadaşlarına mektuplar yazıyor,

"Biz, bugüne kadar İslamiyatçılar olarak hep Kur'an üzerinde çalıştık, (gerçekten de çok önemli çalışmalar yapmışlar, Avrupa'da kırk sene boyunca araştırma yapmış bir enstitü var, o enstitüde İslam Dünyası'nın muhtelif yerlerinden toplanmış kadim elli, altmış bin tane Kur'an sahifesi üzerinde çalışmalar yapmışlar, farklılık bulalım da İnciller gibi birbirinden farklı Kur'anlar olduğunu ispat edelim diye, ama çok şükür hiçbir bulgu elde edememişler bütün metinler aynı) fakat bir sonuca varamadık, şimdi ben burda gözetliyorum Müslümanları, bunlara kimlik bilinci veren başka bir şey var. Mesela, hangi ülkeden, coğrafyadan gelmiş olursa olsun sokaktaki Müslüman birbirini görünce aynı selamlama cümlesiyle birbirini selamlıyorlar. Oysa bu Kur'anda geçmez ama Müslümanların ortak davranış kotları bunlar, hepsinde bu ortak kimlik var. Bana sorarsanız, bu onların peygamberlerinden intikal etmiş bir gelenektir, bugüne kadar biz çalışmalarımızı Kur'an üzerine yoğunlaştırarak bir anlamda boşa kürek çekmişiz.

Bundan sonra biz, peygamberin geleneği üzerinde duralım." Tabii onlarda sünnet kavramı yok yani; peygamberden intikal etmiş bağlayıcı din kaynağı anlamında bir sünnet kavramı yok, onlar gelenek diyor buna. Dikkat edin, bu kelime de dilimize bir ıstılah olarak girdi, bir terim olarak girdi. Biz şimdi "İslam geleneği" diye bir şeyden bahseder olduk; geleneksel islam diyoruz, tasavvuf geleneği diyoruz, fıkıh geleneği diyoruz vs. Bu kelime, o kökenden geldi ve dilimize çok rahat bir şekilde yerleşti. Yani, bu kadar aciz bir durumdayız; batıdan intikal eden her şeye zayıf ve pasif durumdayız. Dolayısıyla o tarihten itibaren sünnet üzerinde çalışmalar yapmaya başladılar; sünnetin uydurmalarla malül bir alan olduğunu söylediler, "Çok sayıda hadis uydurulmuş, Kur'ana aykırı hadisler var, ulema bunlara sahih dese bile Kur'ana aykırı olduğu için bunlar zayıftır" gibi bir anlayış ve daha pek çok anlayış, ağırlıklı olarak İslam Dünyası'ndaki akademik camiaya müsteşrik kaynaklı olarak girdi. Şimdi biz, onların ürettiği bir tartışma zemininde yine onların ürettiği kavramlarla Müslümanlık tartışması yürütüyoruz. Bu, başından beri yanlış bir şey. Tabi ki tartışılsın, tartışmadan korkmuyoruz ama tebarüz ettirmek istediğimiz nokta şu, Müslümanlar bunu kendi kavramlarıyla yapsınlar, yapalım.

İslam üzerinde konuşuyoruz ama gayri müslim bir zihin yapısıyla konuşuyoruz yani; bize ait olmayan bir dünya bu. Yani, varacağımız netice başından belli; müsteşrikler bu tartışmayı başlatmamızı niye istedi ve nereye varmamızı istiyorsa biz de bugün o noktaya doğru gidiyoruz. Mesela, müsteşrikler Kur'anın, Efendimize (asm) ait bir metin olduğunu söylüyor, "Bu Kur'an, Muhammed'in sözüdür" diyorlar. Çünkü onlarda vahiyle gelen bir metin yok, öyle bir anlayış yok. İncil, Hristiyanlıkta dört kişinin kaleminden çıkmış metinlerdir, esasen kutsal kitap da böyle oluşur diye düşünüyorlar, Hıristiyan telakkide. Dolayısıyla bize diyorlar ki, "Böyle bir şey olamaz, bu kitabı Muhammed yazmış olmalı." Şimdi bu sözleri, Müslüman olduğunu söyleyen insanlar söylemeye başladı. Diyorlar ki, "Bu Kur'an, tamamen peygamberin sözüdür, beşeri bir metindir; dolayısıyla içinde hatalar vardır." bunu Müslüman olduğunu söyleyen insanlar bu şekilde ifade etmeye başladı.

"Kur'anın özüne dönelim" şeklinde bir cümle var ortada. Pratikte bu cümle Kur'anı açıklayan ve yorumlayan Hz. Muhammed'in (sav) Kur'andan ayrı tutulduğunu ve Kur'an ayetlerinin herkesin yorumuna açık genellemeler haline getirilmesi şablonuna dökülüyor. "Ebu Hanife bir yorum yapmış ben de yaparım." cümlelerini duyuyoruz...

Modernistlerin Kur'ana dayanmaya çalışmaları sebepsiz değil. Bir kere şu tesbiti ortaya koyalım; zaman zaman ben "hâziruna'" şöyle bir soru soruyorum, "Bir insan, Kur'an okuyarak sapıtır mı?" İnsanlar şaşırıyor, sonra cevabı ben veriyorum, "Evet, sapıtabilir." Kur'an okuyan herkes sapıtır anlamına gelmiyor bu, ama Kur'an okuyan insanlar sapıtabilir. Allah (cc), Bakara Sûresi'nin başında bir sivrisinek misali zikrediyor, "Allah, bir sivrisineği ya da ondan daha ötesini misal vermekten çekinmez. Kalplerinde maraz bulunanlar derler ki, Allah bu sivrisineği misal vermekle neyi murad etti? Allah Teala, bu misalle pek çoğunu dalalete sevkeder pek çoğunu da hidayete erdirir; dalalete sevk ettikleri sadece fasıklardır." Kur'an'ın böyle bir özelliği var yani; Mü'minler için bir şifadır Kur'an, "Kur'an, zalimlerin hüsranını artırmaktan başka bir şey yapmıyor." buyruluyor.

Onun için Kur'an okuyan her insanın teorik olarak hidayet bulacağı anlayışı yanlış bir kabuldür. Tarih içerisinde, ehli bid'at dediğimiz fırkalara baktığımızda, Mu'tezile'ye baktığımızda, Şi'a'ya baktığımızda vs. bunların hepsi Kur'an'a dayanmıştır. İstisnasız hepsinin Kur'an'dan delilleri vardır; sapmalarının nedeni ise sünnetten sarfı nazar etmeleridir. Biz onun için Ehl-i Sünnet Vel cemaat diyoruz. Çünkü Allah'ımızın muradını bize sünnetten daha kamil biçimde ulaştıran başka bir kaynak yoktur. Allah c.c bizden ne murad etmiş? Bu sorunun verebileceğiniz bir tek doğru cevabı var, o da sünnettir. Onun için Kur'an, kendi beyanını açıklamasını sünnete havale etmiş, "Biz sana bu zikri indirdik ki, ne indirdiğimizi insanlara beyan edesin." buyruluyor.

Modernizmle birlikte bir çeşit "akıl tapıcılığı" ortaya çıktı. İslam prensipleri akılla tartılır mı?

Şimdi İslam ve akıl, nas ve akıl, akıl ve nakil; çatışır mı, çelişir mi? Bu öteden beri sorulan, cevabı üzerinde çok uzun şeyler söylenmiş ve yazılmış bir temel meseledir. Modern dönemde bu soruya, Müslüman düşünürler, 'Naklin akılla çelişmeyeceğini, çelişirse aklın esas alınıp naklin te'vil edileceğini' söylemişler. Oysa akil-nakil çatışması bu kadar basite indirgenemeyecek bir meseledir. Mutlaka tavsil edilmesi gereken bir meseledir ve burası da bunun zemini değil. Şu kadarını söyleyelim; bir Müslüman akılla nakil çatışmaz ama; aklın Müslüman olması lazım. Gayri müslim akılla, ateist akılla, riberal akılla vs. nakil tabii ki çatışır. Bu, çok doğal bir şeydir. Kur'an bunun için bize sık sık insanların çoğunun "iman etmeyeceğini" söylüyor. Çünkü, onların akıllarının işleyiş zeminiyle Müslüman aklının işleyiş zemini birbirinden çok farklıdır. Ahirete inanmayan insanın aklı da akıldır, Allah'a inanmayan insanın aklı da akıldır; Allah'a, ahirete ve iman hususlarının tümüne inanan Müslüman'ın aklı da akıldır. Ama bu akılların işleyiş ilkeleri ve zemini birbirinden farklıdır. Dolayısıyla özet olarak bir Müslüman'ın aklıyla inandığı nakil çelişmez.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mehmet Göksu
13-05-10
E mail: Haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 1
Emre Küçükyanık
TEŞEKKÜR
Tarih : 08-02-11

Hocamıza yazılarından dolayı teşekkür ederim. Ayrıca bu yazıyı doğruluşta paylaşan adminlere de teşekkürlerimi sunarım...

 
DR. EBUBEKİR SİFİL'LE MÜLÂKÂT (Akıl nakille çatışmaz ama...)
Online Kişi: 17
Bu Gün: 30 || Bu Ay: 7.847 || Toplam Ziyaretçi: 2.218.616 || Toplam Tıklanma: 52.150.588