ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 2926
Yazar: İmâm-ı Birgivî
İTİKATTA BİD'AT ve ŞERİATTAN SAPAN SÛFÎLER (İmâm-ı Birgivî'den çarpıcı düsturlar)

İTİKATTA BİD'AT ve ŞERİATTAN SAPAN SÛFÎLER (İmâm-ı Birgivî'den çarpıcı düsturlar)Bid’at-bid’atçi, hevâ (nefsî arzular)  -  nefsanî arzular peşinde koşanlar gibi kelimeler mutlak bırakıldıklarında ilk akla gelen “İTİKADDA  OLAN BİD’AT” mânâsınadır. İtikadda olan bid’atın bâzısı “küfürdür”. Bazısı küfür değilse de bütün büyük günahlardan, hattâ adam öldürmekle zinâdan  da daha büyüktür. Bu bakımdan itikada olan bid’atın üstünde küfürden başka bir şey yoktur. O kadar ki, itikadî ictihadda yapılan hatâ özür olarak kabul edilmiyor. Amellerde olan ictihad böyle değildir. Yani onda olan hatâ özür sayılabiliyor.

İşte itikadda olan bid’atin tam zıddı, ehl-i sünnet ve’l cemaatin itikadıdır. İbadette olan bid’at, itikadda olan bid’attan daha aşağı olmakla beraber o da diğeri gibi münker ve sapkınlıktır. Bilhassa “müekked bir sünnetle çarpıştığında”…

İbadette olan bid’atin karşılığında “Sünnet-i hüdâ”  (doğru yola ileten sünnet) vardır. Sünnet-i Hüdâ Peygamber aleyhisselâm’ın arasıra terk etmekle beraber devam ettiği veya terk edene “niçin terk ettin” demediği ibâdettir. İtikâf gibi. Kendileri bunu bazen terk etmekle beraber, terk edeni de kınamamışlar.

Âdetlerdeki bid’ati işlemek “elek, kaşık, çatal gibi şeyler” i kullanmak sapkınlık değildir. (lüzumsuz olanını terk etmek daha iyidir.)

Bunun zıddı “Sünnet-i  Zâide” (artık sünnet) dir. Peygamber aleyhisselâm’ın  devam ettikleri âdetlerdir. İyi ve hoş şeylere sağ el veya ayak ile kötü ve nahoş şeylere sol el ve ayak ile başlamak gibi. Bu bakımdan “Sünnet-i  Zâide”yi işlemek müstehaptır.

Bütün bu izahatlardan anlaşıldı ki, genel anlamıyla bid’at  çirkinlikte üç sınıfa ayrılır. Bunu bildikten geri… Bil ki:  Minare namaz vakitlerini bildirmeye yardımcıdır. Ezandan da maksat budur. Medreseler, tasnif edilen kitaplar öğretime kolaylıktır. Bid’atçıları reddetmek için deliller dizmek, nahoş ve çirkin şeyleri menetmek ve bu gibi şeyleri dinden defetmek içindir. Bunların hepsi için müsaade vardır ve icab ettiğinde yapılması için emredilir.

Peygamber aleyhisselâm zamanında bu gibi şeylerin vuku bulmayışı ya ihtiyaç olmadığından ya da bunları yapmaya mâlî kudret bulunmadığından veyahut bunlardan daha mühim olan şeylerle meşgul olunduğundandır. Buna benzer sebepler de olabilir.

Hakkında “iyi bir bid’attir” denilen bütün şeyleri tetkik ettiğinde, din kurucusu tarafından onlara işaret veya delâlet yoluyla müsaade edildiğini bulursun.

Sonra bil ki, (iyi bid’atler müstesnâ) diğer bid’atleri işlemek sünneti terk etmekten daha zararlıdır. Delil olarak, Fukaha demiş ki: “Bir şeyin sünnet oluşuyla bid’at oluşu arasında tereddüt edildiğinde o şeyin terki lâzımdır.”

Vâcibin terki, bid’at işlemekten daha mı zararlıdır? Yoksa bunun aksi mi?.. bunda şüphe vardır. Şöyle ki: bir şeyin bid’at ve vâcib oluşu arasında tereddüt eden kimseye o şeyi işlemek gerekir.

"Hülâsa" kitabında bunun hilâfına delâlet eden bir mes’ele vardır. Hülâsa sahibi şöyle diyor: “kişi namazını kılıp kılmadığında şüpheye düştüğü zaman, eğer vakit içindeyse o zaman iade etmesi gerekir. Vakit çıktıktan sonra şüpheye düşerse bir şey lazım gelmez. Eğer bu şüphe ikindi namazındaysa birinci ve üçüncü rekatlarda okur, ikinci ve dördüncü rekatlarda okumaz.” Şöyle ki: farz namazlarda ilk iki rekatta okumak vâcibdir. Fakat iâde edilen namaz şüpheli olduğundan, ikindi namazından sonra nâfile vukuu ihtimali nazara alınarak bu vâcibin terk olunması emrolunmuştur. Zîra ikindi namazından sonra nâfile namaz kılmak mekruh bir bid’attir.

Şimdi bu iki açıklama arasını bulup birleştirmek, ya özel bir mânayla bid’ati men’olunmayan bir mânâya hamletmekle, veya vâcibi farz mânâsına almakla ve yâhut vâcibi (vitir ve bayram namazları gibi) müstakil bir mânâya hamledip yanılma secdesiyle tamir edilen zımnî bir mânâya almamakla, ya da bunu iki rivayet üzerine hamletmekle mümkün olur. (Allahü Teâlâ en iyisini bilir)

Denilse ki: yukarıda Kitap ve Sünnete sımsıkı sarılma hakkında geçen açıklama, Kitab ve Sünnet’in dinî hususlarda kâfî olduğuna delâlet etmektedir. Bu iki kaynak ve dayanakla sâbit olmuyan şey bid’at ve sapkınlıktır. Binâenaleyh, Fukahanın “şer’î deliller dörttür” sözü nasıl doğru olur? Biz cevâben deriz ki: “İCMÂ için hal veya sahih meal cihetiyle Kitab ve Sünnetten alınmış muhakkak bir sened vardır. Ve bu gereklidir. KIYAS için de Kitab ve Sünnetten sâbit olmuş bir asıl vardır ve bunsuz KIYAS olmaz. Çünkü kıyas ancak (hükmü) izah edebilir, isbat etmez. Bu bakımdan hükmü isbat eden bir asıla ihtiyaç vardır. Bu bakımdan hükümlerin mercii ve hükümleri ispat eden şey hakikatte ikidir: (Kitap ve Sünnet)

ŞERİATTAN SAPAN SÛFÎLER HAKKINDA

Bütün bunlardan açıklandı ki: zamanımızda bazı mutasavvıflar, şer’i şerîfe muhâlif bâzı halleri ve hareketleri nahoş karşılandığında, "Bunun haram veya mekruh oluşu  ZÂHİR İLME göredir," demeleri ve "Biz (İLM-İ BÂTIN) ashabındanız. Sizin haram dediğiniz şey bu iklimde helâldir. Siz amel ve itikadlarınıza aid hükümleri Kitaptan alıyorsunuz. Biz ise doğrudan doğruya kitabın sahibi Muhammed aleyhisselâm’dan alıyoruz. Bir mes’ele bize müşkil kalınca onun fetvasını bizzat Peygamber’den talep ediyoruz. O’ndan aldığımız fetvâda bize kanaat hâsıl olursa ne âlâ…  olmadığı takdirde biz Allah’a dönüyor ve O’ndan alıyoruz. Hem biz “HALVET” te şeyhimizin himmetiyle Allah’a ulaşıyoruz. Bütün ilimler bize keşfolunuyor. Bu bakımdan biz ne Kitab’a ne de mütalâa ve hoca yanında okumaya muhtacız. Allah’a kavuşmak da ancak zâhir ilmi ve şeriatı terk etmekle olur. Eğer biz bâtıl üzere olmuş olsaydık bu güzel haller, nurları müşâhade etmek ve Peygamberleri görmek gibi yüce kerametler bize hâsıl olmazdı. Bizden bir mekruh veya haram sâdır olduğunda, uykumuzda rüya ile uyartılıyoruz ve artık o uyartmayla helâl ve haramı biliyoruz. Bizim yaptıklarımıza – ki siz haramdır- dediniz- , uykumuzda onlardan menolunmadığımız için helâl diyoruz. Ve öyle bildik," gibi nice saçma iddialarının hepsi hak ve hakikattan ayrılmaktır ve apaçık sapkınlıktır. Zîra bu sözlerin hepsinde Şerîatı, Kitabı, Peygamber’in Sünnetini açıktan açığa tahkir vardır. Kitab ve Sünnete itimad etmemek, onlarda hatâ ve bâtıl şeyler bulunduğuna işaret etmek gibi hezeyanlar mevcuttur. (bu gibi şeylerden Allah’a sığınırız)

Bu ve emsâli bâtıl sözleri duyup dinleyen herkesin böyle söyleyene inkârla mukabele etmesi ve bu gibi sözlerin bâtıl olduğuna şüphesiz ve tereddütsüz inanması gerekir. Aksi takdirde o da onlardan biri olur ve zındık olduğuna hükmedilir.

Erbâb- ilim, İLHAM’ın hükümleri bilme sebeplerinden olmadığını açıklamışlardır. Uykudaki rü’ya da böyledir. Bilhâssa bunlar, her şeyi ilmiyle kuşatan Allah’ın Kitabına veya Muhammed aleyhisselâm’ın sünnetine aykırı olurlarsa.

Sofi taifesinin başı tarikat ve hakikat erbabının önderi Cüneyd-i Bağdadî (Radiyallahü anh) şöyle dedi:

“Rasülullah aleyhisselâm’ın sünnetine uyan kimsenin yolu müstesnâ diğer bütün yollar kapalıdır. Kur’ân’ı hıfzetmeyen, hadisleri yazmayan kimseye uyulmaz. Evet bizim ilmimiz ve mezhebimiz işte budur; Kitab ve sünnete sıkı-sıkıya bağlıdır.”

Serî Sakatî diyor ki:

“Tasavvuf üç mânâya gelir: 1- gerçek tasavvuf ehlinin mârifet nûru, ki buna sahip olan şüpheli şeylerden kaçınıp fazîletleri toplama nûrunu söndürmez. 2- Kitab (Kur’an)ın zâhirini nakzettiği herhangi bir ilimde bâtın yoluyla konuşup hükmetmez. 3-Kerametler onu, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı nesneler perdesini yırtmaya hamletmez.”

Ebû Yezid Bestâmî (Radıyallahü anh) bâzı arkadaşlarına dedi ki:

“Bizimle beraber kalk da şu velilikle meşhur olan kişiye bir bakalım. – bu meşhur adam çok kimseler tarafından sevilip sayılan, zühd ile şöhret alan bir kimseydi-  Yürüyerek gittik. O da evinden çıkıyordu. Tâkip ettik. Mescide girerken kıble tarafına tükürdü. Onun bu hareketini gören Ebû Yezid derhal selâm bile vermeden ayrıldı ve şöyle dedi: “Bu adam, Rasûlullah aleyhisselâm’ın âdabından birini yerine getirmemekle bu husustaki emniyetini bozmuştur. Nasıl olur da iddia ettiği şeylerde emniyete şâyan olsun”

Kendine kerametler verilmiş, hattâ havada bağdaş kurup oturuyor bir kişi biliyorsanız sakın onun bu hallerinin câzibesine kapılıp hemen aldanmayın. Önce onun emir ve nehiyler dizgisindeki davranışlarını, dinî sınırları muhafazadaki samimiyetini, şeriatı yerine getirmekteki istikametini araştırıp bakın…

Ebû Süleyman Darânî demiş ki:

-Çok kere sofilere aid nüktelerden bir nükte günlerce kalbimde dolaşıp duruyor. Onu kalbimden ancak iki âdil şâhid (Kitab ve Sünnet) le kabul ediyorum.

Zünnûn Mısrî dedi ki:

-Allah Teâlâ’ya sevgi ve muhabbetin alâmeti: Ahkâmda, ef’âlinde, emir ve sünnetlerinde Habîbullah Muhammed’e (s.a.v) uymaktır.

Bişr Hâfî (radıyallahü anh) dedi ki:

-Rüyamda Peygamber aleyhisselâm’ı gördüm bana dedi ki:

-“Bişr! Bilir misin, Allah seni akranın arasından ne ile yükseltti”?

-Hayır, bilmiyorum ya rasûlellah! dedim. Buyurdular ki:

- “Bana uyman, salihlere hizmet etmen, kardeşlerine nasihatta bulunman ve benim Ashab ve Ehl-i Beytimi sevmenle… işte bu davranışların seni iyiler makamına ulaştırmıştır.”

Ebû Saîd Harrâz (Radıyallahü anh) dedi ki:

-Zâhirin aykırı olduğu her bâtın şey bâtıldır.

Muhammed bin Fazl (Radıyallahü anh) dedi ki:

-İslâmiyetin ziynet ve parlaklığının mahvolup gitmesi dört şeyden ötürüdür:

1- Çoğu Müslümanlar bildikleri şeyle amel etmezler.

2-Bilmedikleri şeylerle amel ederler.

3-Amel ettikleri şeyleri (erbabından sorup) öğrenmezler.

4-insanları (korku veya câzibeli şeylerle oyalayıp) öğretimden menederler.

Cüneyd Bağdâdî’den buraya kadar anlatılan şeylerin hepsi KUŞEYRÎ'nin RİSÂLES’sinden naklen alınmıştır. İşte şu tarikat bilginlerinin büyük şeyhlerinden ve Allah Teâlâ’ya yönelen erbâb-ı sulûkün ulularından hemen hepsi çok şerefli  şerîata ta’zim ediyorlar ve kendi bâtın ilimlerini Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın sîreti (dosdoğru yolu) ve Hanefî mezhebi üzerine kuruyorlar.* (Dipnota bakınız) O halde ilimsiz irfansız ibâdet eden kupkuru cahillerin dâhiyâne hal ve hareketleri, haddi aşmaları sakın, sakın seni aldatmasın! Zira onlar dosdoğru şerîattan ayrılıp pürüzsüz yoldan, şerîat âlimlerinin geniş caddesinden çıkıp gerçek tarîkat şeyhlerinin mesleklerinden saptıktan sonra hem fesâda uğradılar, hem de başkalarını fesâda sürüklediler. Hem sapıttılar, hem de başkalarını sapıttırdılar.

Yazıklar, hem de çok yazıklar olsun onlara ve onlara uyup da onların hal ve durumunu beğenen zavallılara! Çünkü onlar, âbidlere Allah yolunu kapayanlardır, hakkı bâtıla karıştıranlardır. Evet onlar, hakkı bile bile gizlerler.

(İmâm-ı Birgivî, Tarîkat-ı Muhammediyyye Tercümesi, İstanbul 1969. Sayfa: 37,38,39,40,41) Arapça aslından çeviren: Celâl Yıldırım. (Bu kitabın Arapça metni Yüksek İslâm Enstitülerinde yardımcı ders kitabı olarak okutulmuştur.)

*Bu cümlede bir eksiklik hissettik ve Osmanlıca tercümesine bakarak bu hâle getirdik. (Doğruluş)

Yazar: İmâm-ı Birgivî
21-01-17
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İTİKATTA BİD'AT ve ŞERİATTAN SAPAN SÛFÎLER (İmâm-ı Birgivî'den çarpıcı düsturlar)
Online Kişi: 20
Bu Gün: 191 || Bu Ay: 6.703 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.329 || Toplam Tıklanma: 52.125.913