ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 4521
Yazar: Elif Bilge Ceylan
DERGİDEN ÖTE DERGİ: RIHLE

 

 

Rıhle dergisi, hakiki bir ‘ihya’ projesinin yeniden uygulanabileceğine dair umudumuzu tazeliyor…

 

Rıhle’nin ‘Ahıret’  sayısı üzerine yazmayı düşünüyordum uzun zamandır. Sitemizde bir tanıtım yazısı yayınlandı epey önce. Neredeyse yeni sayı çıkacak. Olsun. Bu sayının ‘özel’ bir sayı olduğunu düşünüyorum. Arşivlik bir sayı. Tarihî bir sayı. Hayatî bir sayı… Bunun için “en güzel şekilde söylenmiş”i paranteze alarak birkaç söz söylemeyi “Behey Yunus sana söyleme derler/Ya ben öleyim mi söylemeyince” minvali üzere lüzumlu görüyorum. Konu, ‘şahsi lüzum’ tırnağından çıktığı zaman, ‘söz’ler yerini bulmuş olacak ancak…  
 
 
‘Ölünce Uyanacağımız Ebedi Hakikat: Ahıret’  sayısı neden önemli?
 
Birinci sebep: ‘çağın modası’ gibi görünen, alıştığımız hatta ‘kanı-k-sadığımız’ bir çok meseleye ait dip notların, tarihin çok derinlerinde yer aldığını itiraz mahalli bırakmayacak ‘ilmi’likte ve ‘sarahatte’ ortaya koyması. Kanıksamak yapı olarak eğri türetilmiş bir kelime olmakla birlikte sözlük karşılığı önemli: “Çok tekrarlama sebebiyle etkilenmez olmak” ve derdimizi güzel özetliyor.
 
İkincisi: “Hesap günü şuurunu kaybetmiş insan”a takip edilebilir bir çıkış yolunu, yolda yürümeye devam ederek gösteriyor. ‘Yolda’ olmayan veya ‘yoldan çıkmış’ parçacı insan müktesebatının ambalaj avantajı var görünse de geçerliliği ve uygulanabilirliği yok. Bunun için bu ‘yaşanmaya devam eden bilgi’ler ‘ehemm’ niteliğini koruyor.
 
Derginin ana vurgusunu, Ebubekir Sifil Hoca’ya ve Talha Hakan Alp’e ait iki temel yazı üzerinden ele almak istiyorum.
 
I. Yüzü Ahirete Dönük Yaşamak: Dr. Ebubekir Sifil
 
Ahırete iman kavramının, Allah’a imanın mütemmim cüz’ü olmaktan asılarak çekip çıkarılmaya çalışıldığı bir çağın içinden konuşuyoruz. Dolayısıyla ‘hayatın bütün anlam katmanlarıyla seküler/dünya merkezli bir çevreye  hapsedildiği” bir düzlemde ‘ahıret’ kavramı üzerinde düşünmek, ‘kapak dosya’ hüviyetini çok aşan bir dikkat ve hassasiyet gerektiriyor. Bugün, varlığa ve darlığa ‘imtihan’ şuuruyla bakmaktan ikrah eden bir zihniyetler komisyonu, dini dünya lehine dönüştürmek için şuur-altı yönlendirmelerin tazyikıyle ‘asıl güzel/hayırlı ve kalıcı’ olanın ihmali ve unutturulması istikametinde yeni bir ‘dünya’ algısı oluşturmuştur.  Dünya-hayat, kalp-hayat’tır, sahte-hayat’tır; dolayısıyla da ‘değersiz’-hayat’tır. Kur’an’da da Sünnet’te de tavsifi böyledir. Allah katında sineğin kanadı, kulağı kusurlu oğlak ölüsü kadar değeri olmaması, “geçici ve geçersiz” olmasıyla ilgilidir.
 
Gayrımüslim dünya algısı
 
“Dünyevileşmenin bilincimizde oluşturduğu en büyük arıza, dünya-hayatın zemmiyle ilgili nassların bize değil, inkarcılara, hatta onların da haksızlık yapanlarına, zalimlerine hitap ettiği… ya da eskide kalmış, bugün için çok da gerekli olmayan bir olguyu anlattığını düşündürmesi”dir. Sifil Hoca, bu zihin yanılsamasının, dünyaya mü’mince bakışı kaybedip gayrımüslim dünya ilgisini benimsememizle ilgisine dikkat çekiyor.
 

   1. Muhatabı olan düşünsün!/Önemsiz
   2. Uzay göründü, teyemmüm bozuldu!../Geçersiz

 
İşte itikad-amel-ahlak çizgisinde dinin ve ahıret şuurumuzun dönüştürülmüş-çürütülmüş-küçültülmüş yeni versiyonu. Halbuki bu sadece ferdi/toplumu ilgilendiren ‘mücerred’, tartışılmayan zevkler katagorisinde bir inanç değil. Hayatımıza doğrudan ve kaçınılmaz etkisi bulunan ‘yakîn şuuru’muzun merkez noktası. Esas vahim olan ise, mevcut durumun, ‘arıza’ olarak değil, ‘olması gereken’ şeklinde ortaya konması. Ehl-i Kitap, bu ahirete iman ‘emanet’ini -vehimlerinin 3 boyutlu oyunlarını seyre dalarak- reddetmeseler de zayi etmişlerdir. Mühürlü sandıktaki hazine gibi üstünü örtmüş ve etkisizleştirmişlerdir. Bu şuurlu bir ‘tercih’tir ve müslümanlar da bu tercihi benimsemek konusunda Ehli Kitab ile şuursuzca bir yarışa girmiş durumdadır. Din, ‘seküler muhtevalı hukuk/ahlak’ alanına itilmiş, hükümleri dünya-hayat anlayışımıza uyarsa/uydurulabilirse kabul, değilse reddedilir hale indirilmiştir.
 
 
Netice ve Çözüm:
 
Oysa dünya-hayat, bir imtihan mahalli ve sürecidir. Ahiret-hayata faydası dokunacak ameller işleme ve zarar vereceklerinden kaçınma yeri ‘burası’dır. Ahiret, ‘yok’ değildir; vardır. Cennet ve cehennem de aslıyla ‘burada’ değil, ‘orada’dır. Bize ‘orada’ kaç ‘sayılı’ gün azap dokunacağı bilgisi de sanıldığı kadar ‘malum’ değildir. Her ne kadar “Vücuhun yevmeizin hâşia/ ve /nâime…” O gün öyle yüzler vardır ki… parantezindeki muhtelif ayetler, bize dünya-hayatta da ‘cennet ve cehennem’ kavramlarının izlenebilirliğine işaret ediyorsa da, bu ancak ahıret-hayattakinin ne aynısı/ne gayrısı, küçük bir proto-tipi olacak bir işarettir. Dünya-hayat, ahiret-hayatın köprüsüdür. Ve köprüler, karşıya geçmek için vardır; üzerlerine ev kurmak için değil…
 
Mesele, ‘ahiret merkezli bir din ve dünya algısı, modern alışkanlıklarımızla örtüşmemesidir. Bu dünyada ‘imtihan’ olmak fikrinin bize banal ve itici gelmesidir. Hesap günü şuurunu yeniden kuşanmak için yapılacak şeyi şöyle özetliyor Sifil Hoca:
 


   1. Ahirette bizi neyin beklediği sorusunu acil gündem sıralamasının başına almak
   2. Ve hayatımızı bu endişenin temeli üzerine yeniden bina etmek


 
Ahırete iman bütün insanların, yakîn derecesinde ise bütün müminlerin kaçınılmaz vazifesidir. “Ahirete Yakîn İman” filmini kalp ekranında seyreden insanın dünya merkezli bir hayata bağdaş kurması mümkün olmaz.
 
 
II. Ahiret Hayatının Mahiyeti: Haşr-ı Cismani Meselesi: Talha Hakan Alp
 
Alp’in makalesi, ‘ahıret şuuru’nu zedeleyici iki mevzuun tavzihi ve tashihi üzerine oturtulmuş: Birincisi, bugün pek çok farklı cenahta yansımalarına şahit olduğumuz ahiretin mahiyetine ilişkin yanlış kanaatleri besleyerek Kur’an ve nübüvvet makamıyla ilgili yanlış yorumlara mesnet teşkil eden ‘ruhani haşir’ tasavvurunun noksanlarını İbni Sina örneği üzerinden delillendirmek; ikincisi ise, vahiy dilinin sembolikliği tezi üzerinden yürütülen ve ahiret hayatının mahiyeti ile ilgili tasavvurumuzu doğrudan etkileyen ‘din dili’ problemiyle ilgili ayrılık oluşturan meselelere açıklık getirmek.
 
Dünyadaki varlığını kulluk merkezinde anlamlandıran insan, bu varlığın hakiki anlamını ahirette bulacağı inancıyla iman şuurunu taçlandırmış, yakîne ulaştırmış olur. Bunun için Allah’a ve ahirete iman kavramları ardaşık bir bütünlüğe sahiptir. Ahiret kavramının “gerçek”liği ve ruh ve beden bütünlüğü içinde bir haşr-ı cismani’nin gerçekleşeceği nasslarla sabit olmasına rağmen, felsefi düşüncenin açmazı, bu iki mütemmim cüz’ü birbirinden ayırarak ahiretin gerçekliğini kabul etmesine rağmen, haşrı, ruhani boyutta ele alarak bütünlüğü bozmasındadır. Dolayısıyla felsefi düşüncenin ‘ahiret’ inancı sahih değildir.
 
Bu ‘kadim’ gibi duran fakat uzantıları günümüzdeki itikadi problemleri tetikleyen iç içe iki meselenin tashihini, makalenin düşünce hattı üzerinde ilerleyerek özetlemek istiyorum:
 
Pek çok ayette dirilişin cismanî, bedenle olacağı konusunda kesin deliller bulunmaktadır. Filozoflardan önce Ehl-i sünnet ya da Ehl-i bid’at hiçbir islami fırkanın, dirilişin bedenle olacağı ‘gerçek’ini inkarı söz konusu değildir. Bütün fırkalar, ayet ve hadislerdeki açık ve yaygın anlatımları esas alarak haşrin cismani karakteri üzerinde fikir birliği etmişlerdir. İlk örtük reddiyye, ayet ve hadislerdeki ahiret tasvirlerinin umumiyetle sembolik olduğu ve ahiret hayatının gerçek yüzünü ortaya koymadığı düşüncesini dillendiren filozoflardan gelmiştir. Yazılı mirasının son dönemlere en az kayıpla ulaşması ve eserlerinde konuya açık ve ayrıntılarıyla yer vermesi sebebiyle bu felsefe eleştirilerinin birincil muhatabı İbni Sina olmuştur. İmam Gazzali başta olmak üzere bir çok İslam alimi, İbni Sina parantezinde felsefecilerin özelde haşr ayetlerine, genelde nasların diline yönelik iddialarını tenkit etmiştir.
 
Burada İmam Gazzali’nin tefrik ve temyiz gücünü gösteren bir başka konu daha söz konusudur. İbni Sina el-Adhaviyye fi’l-mead risalesinde haşrın cismaniliğini açıkça reddederken, daha sonra kaleme aldığı eş-Şifa ve en-Necat eserlerinde cismani haşrın kabul edilebilirliğinden bahseder. Bu durum bazı araştırmacıları, İbni Sina’nın daha sonraki eserlerinde, eski hatalı fikrinden döndüğü, dolayısıyla İmam Gazzali’nin tenkitlerinin aşırı olduğu düşüncesine sevketmiştir. Halbuki mesele yanlıştan dönmekle değil, kitapların muhataplarıyla ilgilidir. İbni Sina yaygın okuyucuya/avam hitap ettiği eş-Şifa ve en-Necat’ında açıklamayı doğru bulmadığı bazı hassas fikirleri seçkin okuyucuya/havassa yönelik el-Adhaviyyesinde dile getirerek ayetlerdeki cehennem azabını cismani olarak algılamayı Allah’ın sıfatlarına yakışmayacağı gerekçesiyle reddeder.
 
Bu reddiyyenin ana sebepleri, felsefi düşüncenin âlem algısında aranmalıdır. Onlara göre âlem ezeli ve ebedidir. Yaratıcı/ilk hareket ettirici mükemmel düzenekteki âlem çarkını bir kere kurmuş ve her şeyi sebep-sonuç ilişkisi içinde tabii işleyişine terk etmiştir. Haliyle böyle bir âlem tasavvuru açısından bu mükemmel kozmozdaki düzenin yerle bir olacağını ve yeniden kurulacağını anlatan cismani kıyamet tasvirleri problemlere yol açmaktadır. Onlara göre Allah’tan hâdis bir fiilin zuhuru kabil değildir, O zaten mucib/ zorunlu faildir ve mükemmel işleyen bir düzene müdahale etmesi için de bir sebep yoktur. Ayrıca cismani haşrın kabulü, tenasüh/ruh gücü gibi bir problemi de beraberinde getirmektedir. Kaldı ki ahirette de, ruhun, dünyada iken kendisine bu kadar eziyet eden beden ile birlikte diriltilmesi onun ödüllendirilmesi değil, cezalandırılması olacaktır. Bunun için cismani haşr ile ilgili ayetler sembolik bir anlatım içermektedir ve bunlar havas için felsefi söyleme uygun biçimde tevil edilmelidir. Zaten Kur’an da, bir burhan/hakikat kitabı değil, bir ikna/hidayet kitabıdır. Caydırıcı ve özendirici özellikteki temsili ifadelerle de insanı iyi düşünce ve davranışlara sevketme esaslı maksadı hasıl olmuştur.
 
Yukarıdaki temsilci söylem, noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal ile muttasıf bir Allah tasavvuruna aykırı olduğu gibi haşrı, cismani olarak tasvir etmeleri sebebiyle peygamberlerin sözlerinin geçerliğini ve güvenirliğini de tartışmaya açmaktadır. Meselenin günümüz zihniyeti açısından en önemli yönü bu görüşlerin tarihin derinliklerinde kalmaması ve modern bilimsel-konjektürel söylemlerin dayanağını oluşturmasıdır.  Ayrıca, Hıristiyanlıktaki demitolojizasyon uygulamasında olduğu gibi Kur’an’ı mitolojiden arındırma projesi de klasik felsefe geleneğindeki temsilci söylemin referanslarına dayanarak işlem görmektedir ve çok hızlı bir yayılma ağına sahiptir. Ülkemizde akademik mahfilerde yüksek sesle telaffuz edilen bu söylemler, yeni tefsir çalışmalarında da kendine yer bulmaktadır. Meselenin bir başka önemli yönü de şu: Bu söylemler kendini öylesine suret-i haktan gösterebiliyor ki Türkiye’de mesela The Secret veya Çekim Yasası gibi 'motivasyon serisi' kitaplar satış rekorları kırabiliyor. Evreni veya yerçekimini ilah göstererek her şeyin insanın kendi iradesine bağlı olduğunu söyleyen ateist, teist refleksli kişisel gelişim kitapları neye hizmet ettiği belli olmayan astronomik gelir kaynaklığının yanında yüz binlerce insanı itikadi açmazlara sürükleyebiliyor.
 
Netice ne oluyor: İlmin mos-modern yeni merkezleri olan gazete sütunlarında, elime bir kadeh ‘içki’mi alıp fetva koltuğuna kurularak hala İmam Gazzali'nin felsefi düşüncenin önünü tıkadığını vaz' edebiliyorum. Veya -sahih bir Allah tasavvurunu resmedemeyip pek çok tenkidi haketse de, bunu haketmeyen- ‘İbni Sina’nın ataist/muattıla(?)dan olup olmadığı konusunda ‘hüküm’ verebiliyorum mesela. Veya televizyon ekranlarını birer itikadi check up merkezi gibi kullanıp memnu kavramları ‘sevimli’leştirilip meşrulaştırılmaya çalışarak insanları ‘iyi’leştirebiliyorum. Olmadı; “Benim tanrım merhametlidir, yakmaz; muhabbetlidir kızmaz…” diye diye ‘kemalle muttasıf, noksandan münezzeh’ ilah tasavvurunu bile-isteye zedeleyebiliyorum…
 
Arif Nihat Asya'nın dediği gibi: Bize ne oldu ise hep azar azar olmadı mı zaten?..
 
Sağlıklı davranışlar, sağlıklı düşüncelerden doğar. Bu açıdan, derginin bir çok bölümlerini tekrar tekrar okumuş ve kendi ahiret şuurunu uzun uzun sorgulamış olmaktan gelen bir ihtiyaçla, Rıhle’nin ‘Ahıret’ sayısını edinmekte ve bihassa zikri geçen iki yazıyı, sakin bir kafa ve dingin bir ruh ile ön-yargısız şekilde okumakta işaret edilebilenin ötesinde faydalar görüyorum.
 
 
Güzeli paylaşmak, kadirşinaslık, doğruyu paylaşmak vecibedir…

 

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Elif Bilge Ceylan
16-09-10
E mail: Haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DERGİDEN ÖTE DERGİ: RIHLE
Online Kişi: 14
Bu Gün: 4 || Bu Ay: 6.516 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.890 || Toplam Tıklanma: 52.122.091