ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TÂRİH
Okunma Sayısı: 3314
Yazar: Yavuz Gencer (Murat Belge'yle sohbet)
CUMHURİYET CİCİ, OSMANLI KAKA DEĞİLDİR!

Murat Belge “Sildiğini sandığın tarih bir yerden tekrar gelir karşına” diyor...

Murat Belge Vergi Portalı’na konuk olmuş. “Sildiğini sandığın tarih bir yerden tekrar gelir karşına” demiş. Epey daha güzel şey söylemiş.  "Sözü dinleyen ve en güzeline uyanlar'dan olması ve olmamız duasıyla; aşağıya alıyoruz.
 
Aslında isminizin önüne gelen tüm bu sıfatlardan sonra Murat beyle ne konuşalım diye bir süre düşündük ve sonra dedik ki, İstanbul’u tam anlamıyla, en iyi şekilde yaşayan kişilerden biri olan Murat belge’yle biz en güzel İstanbul’u konuşuruz. Ben ilk önce size acaba Murat Belge’nin İstanbul’u nasıldır, sormak istiyorum.
 
Burada biraz şehir üstüme kaldı gibi bir duygu geliyor bana. Çünkü benim İstanbul uzmanı olmak gibi bir iddiam yoktu hayatta. 80’li yıllarda BİLSAK diye bir kültür kurumu vardı. Başında da Mustafa Kemal Ağaoğlu, benim arkadaşım vardı. O benden başlangıçta bir seferlik, bir Haliç turu yapmamı istedi. Yani bir grup insana Haliç’i gösterebilir misin, biraz arka sokaklarını falan dedi. Olabilir dedim. Bu ilk turu yaptık, bu müthiş popüler oldu. Ondan iki hafta sonra tekrar derken, güzergahları değiştirdik,yenilerini ekledik. Bu benim İstanbul’umu değiştirdi biraz. Çünkü ben evet eskiden beri İstanbul’u gezerim, bakarım, bilirim, hoşlanırım ama bu benim kendim için bir şeydi. Başkalarını arkama takıp gezmek için böyle bir İstanbul programım yoktu. Ama bunun üzerine böyle bir şey oldu ve sanırım binlerce insanı da gezdirdim. Şimdi ses telinde bir arızadan ötürü sesim kısıldı. Eskiden yaptığım bütün turları yapamıyorum. Yani 20-30 kişi alıp da onları sokak sokak gezdiremiyorum sesimi duyuramadığım için. O turları kaldırdık. Şu sıra devam eden, zaten mikrofonlu olduğu için tekneden yapılan boğaz turları. En basitinden söylemek gerekirse, bir yere gittim, oturdum, ağaçlara baktım, suratımda rüzgarı hissettim, vesaire vesaire. Ama şimdi burası bilmem nedir, mimarı şudur, böyle şeyler söylemekle yükümlü bir hale geldim. Bu aslında yeni başladığım sıralar beni korkutuyordu da. Bu benim şehirle ilişkimi bozacak falan diye. İlk akla gelecek belki bir nicelik meselesi. O zaman kaç kişi vardı, şimdi kaç kişi var. On onbeş misli arttı bu, bu başlı başına önemli bir fark. Ama sadece sayı değil, insanların kimlikleri de değişti. 19. yüzyıl sonu İstanbul diyelim veya 20. yüzyılın başlarındaki İstanbul diyelim, bu çok kozmopolit dediğimiz tanıma uygun. Bir çok değişik etnik kökenden, din, vesaire, bir çok farklı dil konuşan insanlar burada sürekli yahut geçici olarak yaşardı. İstanbul’u o tarihlerde anlatan gezginler en çok bu özelliği üstünde durmuşlardır. Mesela Edmondo de Amicis bir İtalyan, kitapta yazmıştır. Can alıcı bölüm, Karaköy köprüsünü, Galata Köprüsünü anlattığı yerdir. Bu köprüden geçen farklı insanların nasıl inanılmaz bir çeşitlilik, farklılık yarattığını anlatır. Şimdi bu işin nasıl değiştiğine bir örnek söyleyeyim, bugün İstanbul’dan bahsederken bazı insanlar kelimelerin anlamlarını tam oturtamadıkları için şöyle laflar edebiliyorlar. Efendim İstanbul çok kozmopolit oldu. Allah Allah ben şimdi şaşırıyorum, kozmopolit falan olmadı. Öyleydi, şimdi değil.Kastamonu’dan, Diyarbakır’dan insanlar var, Trabzon’dan, bunu kozmopolit zannediyor.
 
İstanbul’un çok önemli bir tarihi olmuş. Mitolojide bile belli hikayeler varmış Boğaziçi’yle ilgili, öyle değil mi? Peki sizce böyle bir tarihimiz varken bu tarihe yeterince sahip çıkabiliyor muyuz?
 
Hayır, bunu da belki birkaç şeye ayırmak lazım. 1453’le başlayan Osmanlıların İstanbul’u var. Ama bunun bir de öncesi var. Uzun zaman bunun öncesini unutturmak için bir çok kişiler ve kurumlar ellerinden geleni yaptılar. 19. yüzyıldaki dünya politikasına bağlayabileceğimiz nedenleri var bunun. Bir korku. O zaman Müslüman diye, Türk diye barbar gözüyle bakılmış, bugün de böyle bakılır mı, bunun bir Roma kenti olduğu, ikinci Roma olduğu acaba “sizin burada ne işiniz var” demek için kullanılır mı falan. Şimdi bunun çaresi tabi Roma’dan kalan şeyleri yok etmek değil. Yani medeni bir dünyada yaşıyorsak, gelip başkasından da fethetsek bir yeri, burası bizimdir diyebilmek için oraya iyi bakmak lazım. İyi baktığın zaman kimse gelip senin burada işin yok diyemez. Ama hor kullandığın zaman, öyle baktığın zaman herkes her şeyi diyebilir. Ama şimdi mesele sadece Türk Osmanlı olmayan tarihi silme çabası değil. Bunu yapıyoruz, sokak ismi değiştirerek, binalara bakmayarak, zaman zaman başkası görmezken yıkarak. Bütün bunlar var.
 
Peki Osmanlı İstanbul’una ne kadar bakıyoruz? Bu da pek doğru düzgün cevabı olmayan bir soru. Şimdi İstanbul’da en çok emeği geçmiş, bina yapmış bir adam herhalde Mimar Sinan’dır. Bütün Osmanlı diyarı için böyle. İstanbul’da yaptığı en önemli eser herhalde Süleymaniye’dir. Ne yapıyoruz, Süleymaniye’nin Salis ve Rabi Medreselerine girilemiyor. Hamamı bilmem kimin elinde. Yani Mimar Sinan’dan kalan bir külliyeyi bütünüyle alıp koruyamıyorsak ve değerlendiremiyorsak o zaman ne yapıyoruz biz bu İstanbul’u?
 
Tarihini bilmeyen insanlar aslında tarihine ne kadar sahip çıkabilir ki? Tam anlamıyla biz bilmiyoruz İstanbul hangi evrelerden geçmiş, nelere sahip olmuş. Sizce neden biz kendi tarihimiz konusunda bu kadar meraksızız?
 
Bunun cevabı uzun ve karmaşık ve bazı insanların da canını sıkan mahiyette bir cevap. Bizim tarihle oldukça travmatik bir ilişkimiz var. Kısmen istediğimiz gibi yürümemiş bu tarih. Biz bir takım zor durumlarda kaldığımızda da çok sevimli olmayan şeyler yapmışız, onları unutmak istiyoruz. Ama aynı zamanda çok şanlı bir tarihe sahip olduğumuza inanmak istiyoruz. Yani tarih şanlıdır veya değildir. Tarihin neyse, sahip olduğun tarih o. Badana edilmez. Ama badana ettiğin zaman bu sefer tarihle yanlış bir ilişki kurulmuş oluyor. Bir yandan o tarihin bir kısmını da karalamak eğilimindeyiz. Osmanlı’nın üstüne Cumhuriyet kurduk, Cumhuriyet cicidir, Osmanlı kakadır. Niye öyle olsun, tarihin her zaman iyi ve kötü tarafları vardır. Bir şeyi silemezsin. Sildiğini sandığın tarih bir yerden tekrar gelir karşına. Tarihle bu kadar itişe kakışa boks yapar gibi bir ilişki kurulmaz. O zaman kimisi bilerek cahil, kimisi bilmeden cahil, kimisi tarih öğretimi diye bir sürü yalan öğretmekten o kadar bizar olmuş ki, tarih lafını duymak istemiyor. Tarih denen şeyle karşılaşmak istemiyor. Bin türlü durum var. Ama temelde huzursuz, yerine oturmamış bir ilişki var tarihle.
 
Siz bir röportajınızda batılı kavramını Türkiye ile Yunanistan’ı karşılaştırarak açıklamıştınız. “Bizim en medeni olduğumuz nokta Osmanlı toplumuydu ama onu reddettik. Orta Asyaya dönmek ve orada da Ötüken diye bir yer keşfetmek durumunda kaldık. Onlar Sofokles’e dönelim derken, biz Atilla’ya dönelim, Cengiz Han’a dönelim dedik” demişsiniz. Bizde hem batılılık tarafı hem de geçmişe karşı bakış açımız her zaman bir problem yaratmış öyle değil mi?
 
Evet öyle. Herkes bir tarihi yaşar. Yaşadığı tarih de onun geçmişi olur. Yaşandıktan sonra artık o değişmez. Kitap yazarak, bilmem ne yaparak bunu örtemezsin. Çünkü o sahici geçmiş. Mutlaka üzerini örttüğün çulların, çaputların arasından başını kaldırır, hayır o öyle değil, böyle der bir zaman. O zaman da mahcup olursun. Aslında tabi Yunanistan’la kendimizi bu batılılaşma konusunda kıyaslamak mümkün. Yunan halkı da batılılaşmaya karşı alerjileri olan bir halktır. Öteden beri de böyledir, biz Yunanız, İngiliz falan değiliz gibi bir tavırları vardır ama sonuç olarak onların kendi tarihleriyle de batıyla da ilişkilerinde bizimkine kıyasla daha az pürüz var. Sadece tarihle değil, batıyla ilişkimiz de travmatik. Bu psikoloji dilinde aşk ve nefret ilişkisi denilen şey. Yani ille bir aşırılık. Ya nefret edeceğiz, ya çok hayran olacağız. Buna göre ya çok kendimizi beğeneceğiz, ya kendimizi yerin dibine batıracağız. Normal, akılcı bir ilişki kur kendinle de, başkasıyla da. Bunların zaten birisiyle, kendin ya da başkası, birisiyle kurduğun ilişkide ipin ucunu elinden kaçırıyorsan, öbürüyle kurduğun ilişkide de kaçırıyorsun demektir. O zaman zaten sorun ilişki kurma biçiminde. Bunu bir yerine oturtmamız ve rahatlamamız lazım.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız.

Yazar: Yavuz Gencer (Murat Belge'yle sohbet)
13-10-10
E mail: HaberKültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
CUMHURİYET CİCİ, OSMANLI KAKA DEĞİLDİR!
Online Kişi: 27
Bu Gün: 566 || Bu Ay: 9.102 || Toplam Ziyaretçi: 2.220.508 || Toplam Tıklanma: 52.160.330