ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 893
Yazar: Ahmet Doğan İlbey
ZİYA GÖKALP’İN TÜRK VE MİLLET ANLAYIŞI ŞERİATSIZ VE SEKÜLERDİR

ZİYA GÖKALP’İN TÜRK VE MİLLET ANLAYIŞI ŞERİATSIZ VE SEKÜLERDİRMustafa Kemâl'in “Fikirlerimin babası” dediği Ziya Gökalp'in seküler Türklük anlayışı İslâmî zemin üzerinde yükselmez. Devlet ve toplum düşüncesinde dine verdiği vazife laik ve seküler bir zemindedir. Sosyolojik pozitivizmin, yâni vahiyle irtibatı olmayan laik/seküler “yaratıcı” toplum” nazariyesinin kurucularından Fransız sosyolog Emile Durkheim'in Türkiye'deki karşılığıdır.

İlk döneminde reformist bir İslâmcı olan Gökalp pozitivist ve materyalist Abdullah Cevdet'le tanışır. Vahiysiz bir toplum dinini pozitivist bakışla sentezleyerek “Toplum dini” düşüncesini oluşturan Emil Durkheim'i kopya ederek kendince bir Türklük şeması oluşturur. Hüseyinzâde Ali, Ahmet Ağaoğlu gibi devrin ünlü seküler Türkçülerinin tesirine girer İbadet ve ezan dili dînin bâzı kaidelerinin Türkçeleştirilmesini ister. Görüşlerinde bâzı değişiklikler yapsa da laik ve Batılılaşmış toplum mânasına gelen ulus muhtevasında Türklük projesinde belli nisbette Hüseyinzâde Ali'yi de taklit eden Gökalp'e “Toplum mühendisliği” sıfatını kullanmakta bir beis yoktur.

Gökalp, vahiysiz bir toplum dininin savunucusu Durkheim'in taklitçisidir

Gökalp, Selanik'e geldikten sonra, Fransız sosyolog Durkheim'in düşünceleriyle tanışır. Durkheim'in cemiyetin fert üzerindeki hâkimiyetini bütünüyle kabul eder. Durkheim kaynaklı, “milletin Tanrı olduğu görüşü” o dönem münevverlerinin düşüncesinde tesirlidir. (Ziya Gökalp'in Hayatı ve Eserleri / Uriel Heyd'den Cemil Meriç)

Gökalp, ferde değil cemiyete dönük bir toplumbilimcidir. Konuya Durkheim taklitçisi bir sosyoloji ile yaklaşır. Ona göre toplum, her şeyi ile ferd üzerinde egemenlik kurar. Ferdin de kendisini topluma feda etmesi gerekir. Zira toplum her şeyin üzerindedir ve kutsallık arz eder. Toplumun istediği her şey iyi ve ahlakîdir, aynı zamanda toplum en üstün manevî otoritedir. (Temellerin Duruşması, cilt:1, “Din Yerine Ulusalcılık”, Ahmet Kabaklı, s.225)

Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp için “Avrupalı elbisesi giymiş bir müftünün köhne zihniyeti” diyor ve “İlmihalindeki kesin hükümler İslâmiyet'e değil, Durkheim sosyolojisine dayanan bir müftü gibi hareket etmektedir.” (Kabaklı, a.g.e., s. 332)

Gökalp'teki Durkheim tesirinin, hattâ kopyası diyebileceğimiz düşüncelerin gayet açık olduğunu erbabı doğruladığına göre, Durkheim “toplumculuğunun” ne mânaya geldiğini net ve kısa bir târifle Al Fuad Başgil'den öğrenelim:

“Emile Durkheim'in toplumculuğunda din tamamiyle realist, hattâ materyalist bir izaha bürünmekte; Allah, bir nevi içtimaî tasavvur, din de bu tasavvurun haricî elemanlarını teşkil edip, onu müesseseleştirmektedir. Buna göre, âdetler, oyunlar, mûsikî ve sanat gibi içtimaî vâkılar ne ise, din de farksız olarak öyle bir şeydir ve tamamiyle içtimaî oluşun bir tezahürü ve müşterek hayatın bir eseridir.” (Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, s.76)

Gökalp'e göre sosyoloji ülkenin bütün meselelerini çözecek. Bu şema üzerinde kimliği din ve milliyet, yâni İslâm ve Türklük tayin edecektir. Fakat detaya inildiğinde İslâm'ı millî kimliğin bir parçası olarak görür. Durkheim, toplum tarihini pozitivist Comte gibi “bilimin nesnelliğiyle incelenmesi gerektiğini” ileri süren bir Batılıdır. “Yaratıcının rolü olmadan” pozitivist bakışla toplum târifi yapar. Bütün sosyal olaylar, ahlâk, hukuk, din gibi kollektif alışkanlıklar tekâmül ederek meydana çıkar. Dolayısıyla ahlâk ve hukuk gibi kural ve müesseselerin kaynağı ilâhî değil, ilerlemeye tâbi olan toplumun değer yargılarıdır. Toplumun kaideleri “Yaratıcı” tarafından değil, toplum tarafından ortaya konmuştur. “Tanrı, kutsal karaktere mâlik olan bir varlık değil, eşyâ ve varlıklar içine yayılmış olan kollektif bir varlıktır. Bu sebeple toplum “Tanrıya taparken farkında olmadan kendisine tapmış olduğunu” söyler. (Uriel Heyd, a.g.e., s.114)

Gökalp bu düşünceleri değiştirerek laik bir zeminde “mücerret mefhumlara (İslâm'ı kastediyor) ve kaidelere her milletin kendi harsının tatbik edilebileceğini” belirtir ve bu görüşleriyle laik Cumhuriyet ideolojisinin oluşmasına tesir eder. Ona göre esas olan harstır. Harsı mücerret mefhumlara, yani dîne tatbik etmek gerek. Ulus, harsı; hars, ulusu oluşturur. Bir ulusun harsî ulus olabilmesi için din, ahlâk, hukuk, güzel sanatlar, dil gibi konularda oluşmuş bir geleneğinin var olması gerekir. Bu unsurların içinde din diğerlerinin zemini ve belirleyicisi değildir.

Gökalp'e göre İslâm zemin değil, “Harsî değerler” den biridir

“Milletlerin doğuşu, onların daha evvel bağlı bulundukları câmiayı ortadan kaldırmaz. Milliyet duygusu yanında bir de beynelmileliyet duygusu vardır. “Millet esas itibariyle bil dil zümresidir” ifadelerinde de Türk'ü millet yapan değerlerin bütünüyle İslâm olmadığını söyler. İslâm olmadan önceki değerlerin ağırlık kazandığı “harsî değerleri”, milleti meydana getiren değerler olarak önceliğe alır ve laik bir çerçevede İslâmî değerleri “harsî değerlerle” sentez yapar. “Türk ulusu” nun temel yapıcısı saydığı “dil, tarih, ülkü, örf, âdet” şeklinde târif ettiği harsî değerlerin içinde İslâm sadece bir unsurdur. Sıkça kullandığı “Millî terbiye” ifadesindeki “millî” kavramı da “İslâmî, İslâm'a ait” mânasında değil, “harsî değerler” mânasındadır.

Gökalp: “Millet dinî bir mefhum değildir”

Gökalp, ilk başta "millet" i şöyle târif eder: "Millet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafi, ne siyasî, ne de iradî bir zümre değildir. Mil­let; lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir..."

Âmenna. Fakat bir müddet sonra, birçok mevzuda yaptığı üzere millet anlayışını laik-seküler bir şemaya oturtur. “Millet dinî bir mefhum da değildir eğer öyle olsaydı aynı dinden olanların ayrı ayrı değil aynı milletten / Şuubtan olmaları gerekirdi. Aynı dinden olanlar bir milleti değil inanç birliğinden dolayı aynı ümmeti oluştururlar” diyerek fahiş bir târif hatası yapıyor ve dîni, milleti meydana getiren unsurlardan bir unsur olarak görüyor ve milletin terkibini seküler/ laik bakışla târif eder. İslâm, ferdin vicdanında ve laik ölçüler içinde toplum kültürünün bir parçasıdır. Devletin ve milletin bütünüyle yapıcısı değildir.

Millet karşılığı olarak Fransız modelini takliden laik “ulus” kavramını kullanır. Gökalp'in en büyük yanılgısı budur ve onun milliyetçilik anlayışını sürdürenlerin de çelişkileri de bu noktadadır. “Ulus” mânasını yüklediği millet gerçeğinin temeline “toplumun ortaklaşa duyuş, düşünüş ve tasavvurlarından ibaret bulunan, mâşerî vicdan adını verdiği seküler / laik çerçevesini koruyan “kollektif tasavvurları” yerleştirir. Durkheim'den farklı olarak, dinlerin ilâhi olduğunu söylese de “mâşerî vicdan” dediği örften kaynaklandığını” belirtir ki bu yorumunda laikliğin ve pozitivizmin tesiri var. Onun “Mâşerî vicdan” kavramının İslâm'ın belirlediği anlayış, duygu ve düşünce birikimi olmadığını hatırlatalım. “Ural-Altay kültürüyle Anadolu'daki İslâm'ın” laikle bakışla yorumudur.

Gökalp'te millet Fransız modeli laik “nation” karşılığıdır

Gökalp, seküler din ve toplum anlayışıyla laik bir Türk milletini savunur. Sıkça kullandığı İslâm, millet, Türk gibi isim ve kavramlara sözde dini reddetmeyen yarı pozitivist, yarı laik zeminde mâna yüklemeye çalışır. “Millet devrinin kendine has bir dinî anlayışı ve devlet şekli olduğunu” iddia eder. Türkçü takipçilerinin en çok kullandıkları, onun “Milletin dil ve dince, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan birlikteliği ifade etmektedir” târifi de laik /seküler bakışla malûldür.

Laiklikle malûl Türk milleti projesini medeniyette Batılılaşma ideolojisi olarak öne sürer. Türk milleti İslâm'la tanışmış olsa da “gelişme çağlarına göre dinin fonksiyon ve konumu değişir” diyerek Batılılar gibi Protestan-laik /seküler bir İslâm anlayışını teklif eder:

“Batılı toplumlarda modern bir medeniyet meydana gelmiştir. Bu medeniyet sosyal hayatın her alanında iş bölümü ve uzmanlaşma şuurlarını doğurduğundan, daha önce sahip olunan ümmet ve imparatorluğun yerini, millet adı verilen (laik ulus mânasında kullanıyor) yeni toplum tipi almış, din ve diğer müesseseler birbirlerinden tamamen ayrılmış, bu da dinin, inanç ve ibadet alanı olan kendi öz sahasında derinleşmesinden ibaret olan laiklik olgusunu da beraberinde getirmiştir.”

“Gökalp'in gayesi İslâm öncesi Türkleri sahneye çıkarmak”

Âmâ üstad Cemil Meriç'in Gökalp'i tenkidi Atatürkçü resmî düşünceden, hissî ve fikrî yakınlıktan uzak. Dolayısıyla tarafsızca neşter vuruyor. “Osmanlı'dan Turan'a kaçanlar” dan dediği Gökalp'in “Tek gayesi vardı: Osmanlı'yı yıkmak! Gökalp'in Fransızca'dan iktibas ettiği “Türkoloji”, “Türkolog” kelimelerini de oryantalistçe bulur:

“Neymiş, Türkoloji kongresiymiş? Daha adında bile meymenet yok. Türkoloji kelimesinden daha yüz kızartıcı bir kelime yok. Ruslar çıkarmıştır bu kelimeyi, ölü milletler için. Sümeroloji gibi. Biz ölü müyüz? Ruslar ve Batılılar sırf bizi, yâni Osmanlı'yı dikkatlerden uzaklaştırmak için bu kelimeyi icad etmişler. Bu kelime Türk medeniyetini paranteze almak demektir. Necip ve zinde ırkımızın adıyla, Yunan-ı kadimin mürde ve mütefessih loji'sini çiftleştiren bu Türkoloji ucubesi, Lisaniyet bakımından da facia. Üç kıtayı kucaklamış ve tarihin en büyük medeniyetini kurmuş Türk-İslâm topluluğu, hâlâ yaşayan ve ebediyen yaşayacak bir gerçektir. Gökalp'in Türkologları bize bu hakikatı unutturmak mı istiyor? Gökalp, yabancı menşeli fikirleri bu kadar çabuk benimsemekle hatâ etmemiş midir? Hatâları olan bir fânidir. Gökalp'in bütün gayesinin İslâm öncesi Türkleri sahneye çıkarmak, eski devri kapamak cehdindedir. Ali Suavi'den Ziya Gökalp'e kadar hepsi Osmanlı'yı silmek istedi. Osmanlı İslâm-Türk'tür. Biz de Osmanlı Türk'üz. Osmanlı'dan önce büyük bir tarih vardır. Fakat bu tarih Osmanlı'ya ilâve edilir, bu tarihin hatırı için Osmanlı tarihten çıkarılmaz. Osmanlı'dan önceki Türk'e dikkat çekmesi bakımından hürmete şâyandır. Türk olan bir toplum için Türkleşmek, İslâm olan bir toplum için İslâmlaşmak tâbirleri biraz tuhaf. Bunu ‘önceden teşekkül etmemiş' kabul etmek oluyor. ‘Klasik edebiyat've ‘Halk edebiyatı' tâbirleri Gökalp'in kazığıdır.” (Tarih ve Düşünce Dergisi, Haziran 2006, sayı: 67, s.15-16 -17)

Yeri gelmişken söyleyelim, âmâ üstad Cemil Meriç'in Türklük anlayışı üstad gibi Necip Fazıl gibi son derece sağlam. Ne dediğini bir daha aktaralım: “Osmanlı-İslâm Türk'tür. Biz de Türk'üz.”

İşte böyle! Gökalp'in zihni ve fikirleri karmakarışık. Yorumu, onu “Müstağrib aydınlardan” bir olarak gören âmâ üstad Cemil Meriç'e bırakalım yine: “Gökalp minnâcık bir adamdır. Batı'nın sofra artıklarıyla geçinen bir zâttır; onları atıştırır, zaman zaman da kusar. Sahtekârdır. Her devirde dalkavukluk yapmıştır. Tarihin şımarttığı bir adamdı... (Hüsamettin Arslan, Cemil Meriç ile Mülakat, Türk Edebiyatı Dergisi 1987 Ağustos 1987). Gökalp, ezelî çıraktır. Gökalp'i taklid, çırağın çırağı olmaktır. Budala bir adamdı tam mânasıyla. Orijinal bir yanı yok. Fransız sosyologlarının nazariyelerini iktibas etmiştir. Ona tutarlı bir mütefekkir diyemeyiz.”(Tarih ve Düşünce Dergisi, Hazirani 2006, sayı: 67, s. 14)

Hülâsa ifadeyle, Gökalp, İslâm zamininde Hakk'a tapan Türklük yanlısı değil. Prof. Dr. Kemal H. Karpat'ın sözleriyle “Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında, yâni yapılanma safhasında Gökalp'in teorileri Kemalist Türkiye'nin politikası olmuştur.” (Türk Demokrasi Tarihi / Sosyal, Kültürel, Ekonomik Temeller, s.62)

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ahmet Doğan İlbey
31-01-20
E mail: yenisoz.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ZİYA GÖKALP’İN TÜRK VE MİLLET ANLAYIŞI ŞERİATSIZ VE SEKÜLERDİR
Online Kişi: 17
Bu Gün: 553 || Bu Ay: 9.157 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.688 || Toplam Tıklanma: 51.938.150