ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / SANAT
Okunma Sayısı: 619
Yazar: Ömer Lekesiz
SANATIN TASAVVUFTAN ALDIĞI

SANATIN TASAVVUFTAN ALDIĞIElimize el gerek!

Sanatla ilgili son yazımızı, Peygamber Efendimiz’in “Kişi sevdikleriyle beraberdir” hadisiyle, İslam sanatı duyularının terbiyesidir şeklindeki tanım üzerinden kurulan mensubiyet / sevgi bağına dikkat çekerek bitirmiştik.

Duyuların terbiyesinden söz ettiğimiz yerde, duyulardan aldıklarıyla veya onlara verdikleriyle işlerlik kazanan nefis, akıl, zihin, görme, mütefekkire, muhayyile... gibi sair fıtri unsurları da onun önüne almamız gerekir.

Hal böyle olunca, duyuların terbiyesi olarak İslam sanatı, doğrudan sanatçının top yekun terbiyesine tabi olur. Diğer bir söyleyişle, sanat istidadına sahip olan bir ferdin, fıtratıyla uyumlu olan şer’i terbiyesi öncelik kazanır.

Bu terbiyeyi ilgili ferdin şer’iat esasında Kitap ve Sünnet’in dışında bir kaynağa, vasıtaya, başka bir zata... ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesi iyi niyetli bir beklenti olmaktan öteye geçmez. Zira, iki aslî kaynağın kendisinde bunun mümkün olmayacağına dair deliller ve dolayısıyla nasıl mümkün olacağına dair emir, teklif ve tavsiyeler bulunmaktadır.

Biz, bu konuda sanatı da içkin olan bir ayet ve hadisi örnek vererek, sonrasında konuya farklı bir açıdan bakmaya çalışalım:

Ayet: “(Davud’a), sizin için zırh yapma sanatını (san’ate) öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Artık şükretmeyecek misiniz?” (Enbiya 21:80)

Hadis: “Ey Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir.” (Ebu Dâvud ve Tirmizî)

Bu manada şârî, velilik terimini merkeze alır: Allah ve Peygamber’i müminlerin; mümin erkek ve kadınlar da birbirlerinin velisidir (Maide 5:55; Tövbe 9:71).

Peki veli (ç: evliya / velayet: velilik) nedir?

Velinin kelime anlamı, dost, sevgili, yardımcı demektir. Istılahta ise, “Velayet Kur’an’da yardım ve yönetme anlamı kazanır. Allah, bazen kayıtsız ve bazı kullarına izafeyle onu zatına isim yapmıştır. Aynı zamanda Allah onu kullarına veya birbirlerine izafeyle isim yapmıştır.” (Suâd el-Hakîm)

Konuyu gündelik hayat pratiğinden ele alacak olursak:

Bir ferdin, doğumundan mükellefiyet vaktine kadar velisi anne ve babasıdır; mükellefiyetten düştüğü (acizleştiği) vakitten itibaren velisi ise kendi çocuklarıdır. Bu iki vakit arasında, çocuğun ve acizin elini mutlaka bir tutan vardır ki, o el onun adına bakımı, emniyeti, yardımı, terbiyeyi, yönetilmeyi... ifade eder. Mezkur vakitler aynı zamanda masumiyet vakitleri olarak da nitelenir; dolayısıyla bu vakitlerde çocuk ve aciz, nefsin şehvet, kin, hırs, hınç, düşmanlık, heva, nankörlük, vefasızlık... vb. etkilerinden ya henüz habersizdir ya da artık bunlardan soyunmuştur.

Bu iki vakit arasında bir fert, zahiri olarak, başka bir ele muhtaç olmadığı gibi, bilakis iktidar anlamında el sahibi olarak kimlik kazanır. Aynı zamanda gençlik ve olgunluk devri olarak nitelenen bu devir, nefis esaslı olarak hem kim-liğin keşfine, hem de fıtratta gizlenmiş olan imanî ve ahlakî olumsuzluğun zuhuruna açılan ve uzun süre açık duran bir devirdir.

Diğer bir söyleyişle, mezkur devir, yukarıda zikrettiğimiz iki vaktin dışında, bir ferdin gücünü kendinden bilerek yaratıcısına asi olması, başkalarının hukukunu gözetmeksizin hak yemesi, zulmetmesi, haramlar konusunda taşkınlık yapması; zannına, vehmine, hayaline itibar ederek yaşaması, böbürlenmesi, şımarması, unutması, kibre düşmesi vb. hallerinin zeminidir.

Buradan bakıldığında, çocukluk ve acizlik devrine göre, bir ferdin elinden asıl tutulması gereken devrin gençlik ve olgunluk devri olduğundan kuşku duyulamaz.

İslam metafiziği olarak tasavvufun, Reşid Halifeler döneminden hemen sonra “zühd” ve “nefis terbiyesi” terimlerinden hareketle doğması ve “hâl ilmi” ana başlığı altında kurumlaşması boşuna değildir.

Bir ferdin kim-liğini idrakine, Rabbini ve Peygamberini bilmeye; kendi hadlerini öğrenerek varlığın hakkını (adaleti) tanımaya, kulluğunu belirlemeye; niyetini, dilini, elini, belini korumaya; öfke, zan ve vesvesesini dizginlemeye, kalbiyle düşünmeye / görmeye ve sevmeye; sezgilerini kontrol etmeye, arzularını dengelemeye, korkularını yenmeye... dair her adımında ona yardımcı olacak, onu yönetecek ve terbiye edecek bir elin gerekliliği tasavvuf tarafından sistemleştirildiği içindir ki, tarikatla ilişkisi olmayanlar da bu hazır sistemden yararlanma yoluna gitmişlerdir.

Müslüman sanatçılar da bunlardandır, zira yukarıdan beri sıraladığımız hususları içkin olan İslam idraki, İslam sanat aklını da kapsar.

Bu nedenledir ki, usta-çırak ilişkisi esasında, sanat için yola çıkan bir Müslüman, “elimize el gerek” diyerek yola çıkmıştır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
16-08-20
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
SANATIN TASAVVUFTAN ALDIĞI
Online Kişi: 18
Bu Gün: 536 || Bu Ay: 8.349 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.428 || Toplam Tıklanma: 52.155.020