ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 498
Yazar: Mehmet Ali Ünal
OSMANLI MEDENİYETİ’NİN DİLİ: OSMANLI DEVRİ TÜRKÇESİNİN İHTİŞAMI

Osmanlı devri Türkçesi Türkçenin en mütekamil devrini temsil eder. Türkçe bu dönemde Arapça ve Farsça gibi dünyanın önde gelen medeniyetlerinin dillerini malzeme deposu olarak kullanmayı başarmıştır. Tarihte Doğu Roma bunu başaramamış, Roma Latincesinin yerini zamanla Grekçe almıştır. Hele 19. Yüzyıldan itibaren Avrupa’dan gelen tıp literatürünün Türkçeyle karşılanması muhteşem bir zaferdi. Ne yazık ki cumhuriyet döneminde bu birikim ilga edilip tıp terminolojisinde Latince’nin hakimiyeti sağlandı.

Osmanlı Devleti’ni kuranlar Anadolu Selçuklularının uç beyleri idi. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin okuma yazma bildikleri bile şüphelidir. Ancak çevrelerinde Arapça ve Farsça dillerini bilen medrese kökenli kimseler olduğunu o devirden kalma vakıf belgelerinden biliyoruz. Selçukluların resmi dili Farsça idi. Medreselerinde kullandıkları bilim dili ise Arapçaydı. Osmanlılar Türkçeyi resmî dil olarak benimsediler. Ferman, berat, name-i hümayun gibi padişah adına yazılmış belgeler başta olmak üzere devlet teşkilatında kullanılan tahrir, mühimme, vakıf, maliye v benzeri defterlerin hepsi Türkçeydi.

II. Murad devrinde aydın çevrelerde Türkçe eser yazmak teşvik edildiği gibi birçok Farsça ve Arapça eserin Türkçeye çevrilmesi sağlanmıştır. Fatihle beraber Osmanlı Devleti bir imparatorluk haline gelmiş imparatorluk gereklerine uygun bir devlet siyaseti yürütüldüğü gibi kültürel bakımdan da imparatorluk özelliklerine uygun kozmopolit bir kültür politikası takip edilmiştir.

Osmanlı belgelerinin dili ile Osmanlı yazarlarının dili paralel gitmez. Belgelerin dili daha sade bir Türkçedir. Oysa 16. Yüzyılın tarihçileri Arapça ve Farsça kelime ve ibarelerin bolca kullanıldığı daha mutantan bir dil kullanırlar. Şairlerin Türkçesinde de Osmanlı cihan devletinin kendine güven duygusu hissedilir. Bâkî, Kanuni Süleyman döneminde yetişmiş en büyük Osmanlı şairidir. Kendisi de şair olan Kanuni Bâkî’nin şiirdeki gücünü görmüş ve onu himaye etmiştir. Gerçekten de Bâkî’nin şiirlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kudret ve ihtişamı hissedildiği gibi Osmanlı insanının kendine güven duygusu ve dünyaya metelik vermeyen serazad tavrı ifadesini bulur.

Bâkî’nin

Ferman-ı aşka can iledür inkiyadumuz
Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadumuz
Baş eğmezüz edaniye dünya-yı dun içün
Allah'adur tevekülümüz i'timadumuz ….

Şiiri tek kelimeyle muhteşemdir.

16. yüzyılda yabancı hükümdarlara gönderilen name-i hümayunlardaki üslup ve mütehakkimane tavır ise Osmanlı ihtişam ve kudretinin devrin Türkçesine yansımış halidir. Kanuni’nin Fransa kralına yazdığı mektubu hatırlayalım; böyle bir diplomatik üsluba tarihte pek az devlet ulaşabilmiştir.

17. yüzyılda birçok Osmanlı tarihçisi ve şairi çok güzel eserler ve şiirler yazmışlardır. Ama bunların içerisinde Evliya Çelebi’nin müstesna bir yeri vardır. Kırk yıldan fazla Osmanlı coğrafyasını dolaşan bu büyük seyyahın kaleme aldığı seyahatname halen dünyanın en büyük seyahatnamesidir. Evliya Çelebi de en büyük Osmanlı yazarıdır. Hakkında birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen bu büyük seyahatname üzerinde hala üzerinde dil, edebiyat, coğrafya, tarih, sosyoloji, folklor ve genel olarak Osmanlı kültür tarihi konularında pek çok çalışma yapılması gerekmektedir.

18. yüzyılın Osmanlı yazarları üslup ve sanat derdine düştüler. Arapça ve Farsça bilmeden onları anlamak kolay değildir. Bu durum 19. Yüzyılın ortalarına kadar devam etti. Ondan sonra Osmanlı Türkçesinde ifrat derecesine varan Arapça ve Farsça terkip kullanma merakı mutedil bir istikamete yöneldi. Ahmed Cevdet Paşa gibi büyük bir hukukçu ve tarihçi bu çağda yetişti. Tarih-i Cevdet her şeyden önce bir üslup şaheseridir.

Türkçenin tarihi gelişimi Türklerin tarihiyle paralellik arz eder. Türkler Orta Asya’dan çıkıp, İran, Irak, Anadolu, Afrika, Kafkaslar ve Balkanlar’ı kapsayan geniş bir coğrafyada hüküm sürdüler. Pek çok toplum ve lisanlarla karşı karşıya geldiler. O toplumların dillerinden kelimeler aldılar verdiler. Osmanlı devri Türkçesi böyle bir kültürel münasebetlerin sonucu ortaya çıktı.

Osmanlı devri Türkçesi Türkçenin en mütekamil devrini temsil eder. Türkçe bu dönemde Arapça ve Farsça gibi dünyanın önde gelen medeniyetlerinin dillerini malzeme deposu olarak kullanmayı başarmıştır. Tarihte Doğu Roma bunu başaramamış, Roma Latincesinin yerini zamanla Grekçe almıştır. Hele 19. Yüzyıldan itibaren Avrupa’dan gelen tıp literatürünün Türkçeyle karşılanması muhteşem bir zaferdi. Ne yazık ki cumhuriyet döneminde bu birikim ilga edilip tıp terminolojisinde Latince’nin hakimiyeti sağlandı.

Cumhuriyet döneminde çok çelişkili dil ve kültür politikaları takip edildi. Tam bir bocalama devri yaşandı. Türkçenin Osmanlı devri tecrübesi yok sayıldı ve inkâr edildi. İslamî dönemdeki kazanımların üzerine bir çizgi çekilmeye çalışıldı. Hakkında çok az şey bildiğimiz, Türkçenin henüz gelişme dönemindeki Orta Asyalara gidildi. Fiyaskoyla sonuçlanan Öztürkçe denemesi Türkçe için bir felaket oldu. Osmanlı devrinde kazanılan kelimeler yok edilince yerini Avrupa kökenli kelimeler aldı. Aslında Türkçe yukarıda değindiğimiz üzere 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı tecrübesine sırt çevirmeden kendi şahsiyetini idrak etme yönünde tabii bir mecraya girmişti. II. Meşrutiyet döneminde Türkçe’nin ifade gücü arttı. Cumhuriyet devrine intikal eden şairler ve romancılar güzel eserler ortaya koydular.

Bugün kurucusunun eserini sadeleştirilmemiş aslından okuyup anlayamayan bir nesil yetişti. Artık cumhuriyet devri romancılarının eserleri bile sadeleştirilmeden yayınlanmıyor. Çünkü sıradan bir meşrutiyet aydını 20 bin kelime kullanırken bugünkü aydınların kelime dağarcığı 2 bin kelimeyi geçmiyor.

Bir kültür kendi asli kaynaklarından beslendiği ölçüde güç ve dinamizm kazanır. Cumhuriyet döneminde Türk kültürünün tarihi kökenleriyle irtibatı kesilmeye çalışıldı. Bunda yabancı dille eğitim yapmak uğruna Türkçenin ve Türk kültürünün ihmal edilmesinin de payı vardır. Kendi diliyle düşünmeyen nesillerden Türk gibi düşünmesini ve davranmasını bekleyemezsiniz. Türkçeyi ihmal ettiğiniz, onu üniversite, lise ve orta okullardan çıkardığınız takdirde dilin ve kültürün gelişmesini bekleyemezsiniz. Türkçeyi de sadece sokakta konuşulan ve birkaç yüz kelimeden ibaret bir dil haline getirirsiniz. Bu kadar az sayıdaki kelimeyle de bilim, edebiyat, felsefe vs. yapamazsınız. Çünkü insan kelimeyle düşünür. Az kelime ve kavram bilen insanın düşünme kabiliyeti de sınırlıdır.

Maalesef Türkiye'de müthiş bir kelime düşmanlığı hüküm sürmektedir. Fakat bu düşmanlık daha çok Osmanlı döneminde dilimize girmiş olan Arapça ve Farsça kökenli kelimelere karşıdır. Batı menşeli kelime ve kavramlara karşı böyle tepki yoktur. Bilakis onlar sempati ile karşılanmaktadır. Bir kelimenin bir dile girişi ve o dil içerisinde anlam kazanması uzun bir zaman diliminde gerçekleşir ve milletin hafızasında düşünme anahtarlarından biri olur gider. Sürekli kelime ve kavram değiştirmek düşüncedeki sürekliliği ve üretkenliği önler.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mehmet Ali Ünal
10-03-21
E mail: denizligazetesi.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
OSMANLI MEDENİYETİ’NİN DİLİ: OSMANLI DEVRİ TÜRKÇESİNİN İHTİŞAMI
Online Kişi: 17
Bu Gün: 212 || Bu Ay: 6.202 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.171 || Toplam Tıklanma: 52.117.001