ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 452
Yazar: Turan Karataş
SAFAHAT: İLK KİTAP, İLK GÖZ AĞRISI

SAFAHAT: İLK KİTAP, İLK GÖZA ĞRISITürk edebiyatında hayatı, şahsiyeti, edebî hayatı, eserleri, mücadelesi, hatıraları vb. çevresinde en fazla araştırma yapılan, yazı neşredilen şairlerin başında kuşkusuz Mehmet Âkif gelmektedir.

Bu neşriyat çokluğu veya zenginliği şair hakkında yapılacak yeni bir araştırma, yazılacak yeni bir yazı için büyük kolaylıklar sunacağı gibi, aksine zorluklar da doğurmaktadır. Şöyle kir söylenmeyeni/ bilinmeyeni/ duyulmayanı bulmak ve yeni bir biçim de/taze bir eda ile yazmak kolay bir iş değildir. Bu yazının amacı, Akif'in ilk gözağrısı olan ilk şiir kitabı Safahat'ın mahiyetinin, kıymetinin ne olduğunu ve bugünün okuruna ne söylediğini/ anlatmaktır.

Mehmed Âkif, edebiyat tarihimizde az görülen bir şair tavrıyla, ilk şiirini 31 yaşında yayım lam ış2, ilk kitabını da 37 yaşında çıkarmıştır. Safahat adıyla neşredilen bu kitapta bir araya getirilen uzunlu kısalı 44 manzumenin hemen çoğu 1908'den sonra Sırat-ı Müstakim de "safahat-ı hayattan" [hayatın yüzlerinden] genel başlığıyla yayımlanmıştı.3 Aynı başlık altında aynı dergide çıkan bazı manzumelerin bu ilk kitaba alınmadığı bilinmektedir. Akif'in ilk eserinin adı olan Safahat sonradan bütün şiirlerinin (yedi kitabının) toplandığı kitabın adı olmuştur."Safahat'ın yedi kitabı içinde, hacimce en geniş olanı birinci Safahat'tır (Eski harflerle ilk basımı 267 sayfa, bütün Safahatın üçte biri kadar)." (Okay, 1989:47).

"Safahat", "yüz, dış yüz" anlamına gelen "safha" kelimesinin çoğuludur. Kitap daha adından başlayarak hayatın görünen, bilinen daha doğrusu bilinmesi gereken yüzlerini göstermek iddiası taşımaktadır. Orhan Okay, "Yalnız bu isim bile onun edebiyattaki realist görüşünü aksettirir"der (1989: 40). Safahat, Müşir Ratip Paşa'nın oğlu Mehmet Ali'ye (Akif'in çok beğendiği bir öğrencisidir) ithaf edilmiştir. Manzum bir mukaddime ile başlar. Mukaddimeyi oluşturan on mısra ile Âkif, ilk gözağrısı kitabını okura alçakgönüllülükle takdim eder. Burada özellikle iki husus, gözden kaçmaz. Bunlardan biri şairin samimiyeti, diğeri de tevazuudur. Bunların yanında zımnen, okuyucu karşısına çıkmış olmanın incecik yürek sızısı hissedilir.

Bana sor sevgili kâri', sana ben söyliyeyim, Ne hüviyette şu karşında duran eş'anm; Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri; Ne tasannu' bilirim, çünkü, ne sanatkârım. Şiir için "gözyaşı" derler; onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsârım! Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım! Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa; Oku, zîrâ onu yazdım iki sözyazdımsa.

Safahatın i. Kitabı'nda yer alan manzumeleri muhtevalarına, kısmen yapılarına bakarak yedi kümede toplamak mümkündür. Birkaç küçük manzume dışarıda kalsa da, böyle bir ayrım yapma yani bir bakıma kategorize etme sakıncalı olsa da, Akif'in bu ilk kitabındaki ürünlerini daha yakından görmek, özelliklerini bilmek bakımından faydalı olabilir.

1. Manzum hikâyeler:

"Hasta", Küfe", "Hasır", "Meyhane", "Selma" "Seyfi Baba", "Kocakarı ile Ömer", "Mahalle Kahvesi", "Köse İmam", "Bebek Yahut Hakkı Karar".

Bu kümedeki 10 manzume Akif'in sevilerek okunmuş olan ve en çok tanınan ürünleridir. Bunlarda ("Kocakarı ile Ömer" hariç) hayattan alınan sahnelerin öykülenişi vardır. Öykü bir vaka çevresinde gelişir. Bir"devr-i azap"ta "hayat nâmına" yaşananlardan anbean fotoğrafları seyrederiz adeta. "Merhamet bilmeyen insanlar" içinde vicdan sahibi bir aydın insan sorumluluğuyla şair, "hangi bir derdim için ağlayayım, bilmiyorum "dem e ümitsizliğiyle boğuşmaktadır. Devrin şartları bu kertede kötüdür. Yoksulluk, çaresizlik, toplumsal çöküş, kimsesizlik, geçimsizlik, kadının perişanlığı ve çaresizliği, içkinin açtığı onmaz toplumsal yaralar kısacası yaşamın azap oluşu bir bir gözler önüne serilir. Çok tesirli tasvirler eşliğinde toplum adına müthiş dersler vardır.4 Sözgelimi "Köse imam" toplumun çürüyen yanlarından birini teşrih masasına yatırır. Evlilik bahsinde dinî hükümlerle işimize geldiği gibi nasıl oynadığımızı, memleketin hâlini gayet iyi bilen bir imamın ağzından anlatır şair.

Bu kümenin karakteristik örneklerinden biri de "Mahalle Kahvesi"dir. Manzume, yirm inci asır başında toplumsal hayatımızın vazgeçilmez mekânsal unsurlarından biri olan "kahvehane"lerin çarpıcı, kuşatıcı bir filmi gibidir. Âkif, Doğu'nun saygı duyulan katili olarak gördüğü mahalle kahvesini anlatmakta son derece başarılıdır. Bir kameramanın marifetiyle seyredecek olsak bu denli canlı sahneler ve insanlar göremeyiz, dersek abartmış olmayız. Şair,"buyurun, işte bir kahvehane, gelin birlikte bakalım"diyerek sinematografik bir bakışla kahvenin her köşesini, her türlü görünüşünü/ yüzünü önümüze koymaktadır. Anlatımdaki ironi, ayrı bir çeşni katar manzaraya:

Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam: Zemine daire şeklindeki yaydı bir balgam. Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr... Meğer geğirti imiş. — Pek şifalı şey şu hıyar.

Mekân kahvehane olunca dil de argoya meyleder ve şair sakınımsız bir şekilde "Zemâne piçleri! Gördün ya, hepsi besm elesiz..."der.

2. İbretli/ hikmetli öğütlere yer verilen manzumeler:

"Durmayalım","Azim"(ibretli ders),"İnsan","Dirvas"(tarihten bir kıssa),"Bir Resmin Arkasına Yazılmış idi","Bu da Bir MezarTaşı için Yazılmış idi","Ahiret Yolu","Âmin Alayı","Geçinme Belası", "Bir Mezar Taşına Yazılmış İdi", "Hasbihal". Son üç manzumede ibretli öğüt endişesi daha bir baskındır. Bu kümede topladığımız ürünler yapı olarak "manzum hikâye"ler gibidir. Bunların içinde en karakteristik örnek olan "Durmayalım", miskinliğe, tem belliğe atalete, reddiyedir. Yer ve gök çalışırken, dahası Yaradan bile boş durmuyorken, yatan, kılını kıpırdatmayan, çalışmayan insana duyulan öfke dile getirilir. Âkif, hâlin ve istikbalin çalışmakla inşa edileceğini söyler. Şairdeki öfke öyle bir raddeye varır ki "Leş misin, davranm ıyorsun? Bâri Allah'tan utan" der. Bu grupta ayrıksı duran "Hasbihâl" şiiri, dertleşme/ iç dökme ihtiyacı duyan şairin içinde bulunduğu ruh hâlini de yansıtması bakımından önemlidir. Âkif, sıkıntılı bir yer olan dünyadan kurtulma, her türden kayıttan azat olma; bir bülbül gibi uzaklara ve yücelere uçup gitme, fezalara yükselm e arzusu duymaktadır. Şairimiz"velvele-i hayat"ın dindiği, ruhunu dinlendirecek asude bir yer aramaktadır, ilk bakışta, hayatın içindeki Âkif için şaşılası bir istektir bu. "Yoktur hayal ile alış verişim" diyen şair için nadir görülen bir hâl. Çünkü o bir cemiyet adamıdır. Söylediklerinin hemen hepsini gördükleri, bildikleri üzerine inşa etmiştir. Nihayet, şunu demekle bu ikilemi açıklayabiliriz: Şair, bir insan olarak ne güç ânlar yaşamış olmalı ki, artık takati kalmamış ve göklere "pervaz açma" arzusu duymaktadır.

3. Sanatkârane temaşa/ tasvir şiirleri:

"Fatih Camii", "Mezarlık", "Bayram", "Ezanlar" "Canan Yurdu", "İstiğrak".

Birinci Safahat'tak'ı diğer manzumelere nazaran kanaatimizce daha bir edebî kıymet arz eden bu şiirler, estetik duyuş ve duyuruş bakımından da üst seviyededir. Bunlarda da yer yer ibretli bir bakış dikkatimizden kaçmaz. Meselâ, "Bayram"da bir yetimin süruru, "Ezanlar"da biranın/vaktin ezanla dirilişi nazarlara sunulur. Safahatın ilk şiiri olan "Fatih Camii"5, tarihî, dinî bir yapının şair üzerindeki intihalarıyla, çağrıştırdığı hallerle ve oluşturduğu duygularla örülmüştür.6 Burası bir mabed değil adeta Allah'a yükselmiş ibadettir. Şair, caminin aydınlık kucağında büyük bir huzur duyar. Şiirin atmosferi bir ara çocukluk günlerinin şen şatır günlerine kaydırılır. Şairimiz, babasıyla birlikte camie geldiği günleri hatırlar hüzünle. Yaşadığı ânın boğucu, kıstırıcı, karamsar atmosferinden bir anlık kurtuluştur bu. Mâziye sığınış.

4. Feryat, isyan, sığınış şiirleri:

"Tevhid Yahud Feryad", "Bülbül", "Bir Mersiye"7.

Bu gruptaki şiirler gerçekten hislidir, o dönemde yaşamış olan insanımızın hissiyatına tercüman olacak nitelikleri hâizdir. "Tevhid Yahud Feryad"Sırat-ı M üstakim de yayım landığında, Akif'e mektuplarla telgrafla tebriklerin yağması, bu tespitimizi güçlendirmektedir. Söz konusu şiir, sanatlı ve samimi bir yüceltişle başlar. Sonra bir hayret ve şaşkınlık duyulur şiirden. "Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebriz-i garâib!/ / Bir sahne midir yoksa bu âlem nazarında/ Bir sahne ki milyarlarla oyun var üzerinde!" gibi mısralarla daha evvel Ziya Paşa'nın "Terci-i Bend"de yer verdiğine benzer istifhamlarla karşılaşırız. Giderek şiirden aklın zorlanışı, aczin feryadı işitilir ve tehlikeli bir ümitsizliğin vicdanî sesi olur. Devir öyle bir devirdir ki, dünya sahnesi hastayı, felakete uğramışı, çıplağı, yoksulu, felçliyi, sakatı, tembeli, bayağıyı, gaddarı, eziyet çekeni, mahkûmu, esiri yani şu sayıya sığmaz insan yığınını teşhir etmekle şöhret bulmuştur. Bunca olumsuzluğa rağmen şairi güçlü kılan imandır. "İmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür/ imansız olan paslı yürek sinede yüktür!" diye haykırır ve ne olursa olsun O'ndan ümit kesmez. Atmosfer yer yer öyle boğucudur ki, bu tazyik altında Âkif genç yaşta edebî âleme yolcu ettiği sevdiği bir insanın ardından kaleme aldığı "Bir Mersiye" şiirinde şu çığlığı koparacaktır:

Ey hâtırasıyla kaldığım yâr, Artık aramızda bir cihan var! Sen gökte safâ-güzîn- dîdâr, Ben yerde azab içinde bîzâri

Etrafındaki seslerin kulağına bir feryat gibi gelmesi işte bu azaptandır diyebiliriz.

5. Siyasî manzumeler:

"Acem Şahı", "Istibdad", "Hürriyet". (Son manzume, "İstibdadın devamı gibi düşünülmelidir. Çünkü her iki şiirde de II. Meşrutiyet'in bir gün öncesi ve iki gün sonrası anlatılmak suretiyle bir karşılaştırma imkânı verilmiştir.)

Bazı kesimlerin hoşuna gitmeyen "istibdad" şiiri, manzumenin ikinci kısmında hikâye edilen trajik manzarada da görüleceği üzere, yönetimin zaaflarına şahit olan bir insanın öfke boşalması sayılmalıdır. Gördüklerinden sonra dayanma gücü iyice azalan, sinirleri boşalan şair, "utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak" diyecek hâle gelmiştir, işte bu hâlin parlamasıdır" İstibdad". İslâm birliğini kurma yolunda aynı düşünceleri paylaştığı II. Abdülhamid'i eleştirdiği için "istibdad" Âkif'in itirazlarla karşılanan şiirlerindendir. Gizli Haber Alma Teşkilatı'nın devrin aydınları üzerindeki baskısı ve basına uygulanan sansür gibi dönemin şartları göz önünde bulundurulursa, Akif'in söz konusu şiirdeki tutum u doğal karşılanmalıdır. Şiirdeki tavırda kuşkusuz, şairin dobralığının, boyuneğmez mizacının da rolü vardır. Bu kümede zikrettiğimiz "Acem Şahı" başlıklı şiir, 1907-1909 yılları arasında İran'da tahtta bulunan ve zalim liğiyle meşhur olan Muhammed Ali Şah'ın yergisidir. İki ayrı şairin kaleminden çıkmış, aynı konuda iki ayrı şiir gibidir ancak iki kısımdan ibaret olan tek manzume olarak takdim edilmiştir. Birinci şiir/ kısım Mithat Cemal'e, İkincisi Akif'e aittir. Her iki kısımdaki alınlık (epigraf) da Sadi'den alınmıştır ve oldukça manidardır. Birincisinin meâli şöyledir: “Baştanbaşa bütün dünya bir damla kanın yere dökülmesine değmez."

6. Portre şiirler:

"Merhum İbrahim Bey", "Kör Neyzen", "Yemişçi ihtiyar".

Bunlara "portre şiir" deyişimiz bir insan üzerinde yoğunlaşmasındandır. Başka bir ifadeyle, yine hayattan alınan gerçek veya temsili bir insanın çevresinde örgütlenmiş olmasıdır. Söz gelimi, Kör Neyzen, cemiyetten herhangi biridir, sefalet heykeli bir tiptir. Sayıları fazla olmayan bu manzumelerin en dikkate değer olanı "Merhum İbrahim Bey"dir. Şiirin başındaki mensur açıklamada belirtildiği üzere İbrahim Bey, veterinerlik alanında uzman, erdem sahibi bir âlimdir. Akif'in yakinen tanıdığı insanlardan biridir. Şiir onun vefatı üzerine yazılmıştır. Bu şiir, saygı duyulan, sevilen bir insan için vefa borcu sayılmalıdır. Aynı zamanda, bu manzume, Akif'in şiirde ne büyük bir yetenek olduğunun delilidir. Yüzyıllardır süregelen duyarlılık, incelmiş/ nezaketli bir dil ile içtenlikli bir eda içinde edebî bir yapıya kavuşmuştur. Estetik kıymeti yüksek bir çerçevede vücut bulm uştur şiir. Şair, İbrahim Bey'in mezar taşı kitabesi olacak şu mânidar mısraları yazar:

Her gül gibi medfen-i hayâlin, Her gonca kitabe-i kemâlin. Her yerde nihân olan cemâlin, Her yerde iyân olan meâlin; Bir yerde görünmüyorsun amma; Her yerde bedâyi’in hüveydâ!

Gittin beni kimsesiz bıraktın, Yaktın beni hasretinle yaktın!

7. Modanın (bir anlamda modernizmin) eleştirisi olan ironik manzumeler:

"Ressam Haklı", “Şair Huzurunda Münekkit", “Hüsran-ı Mübin".

Onu yakından tanıyanların kaydettiklerine bakılırsa, Âkif istihzayı da müstehziyi de sevmezdi. Buna karşılık, yukarıdaki manzumeleri yazmış olması tuhaf bir tezattır. Mithat Cemal bu zıtlığı şöyle izah eder: Âkif, "fertle değil, ferdin cemiyeti sarsan tarafıyla istihza ediyordu: bu istihzayı da bazen merhametle, bazen infialle güzelleştiriyordu."(1986:298). Denebilir ki, istihza ile birlikte Âkif'i "isyan"a ve "olumsuz"a bir bakıma icbar eden devrinin şartlarıdır. Bu yollara başvuruşunu onun karakterine bağlamak doğru olmaz. Şair ne tarafa baksa hep yoksunluklar, yoksulluklar, acılar, zulümler, gözyaşları, düzensizlik, adaletsizlik görüyordu.

Safahat şairinin sanat telakkisini incelerken "hayat", "hakikat", "müşahede" kavramlarını her daim akılda tutmak gerekir. Çünkü Âkif, "hayatını hakikate adayan" bir sanatkârdır. Cemil Meriç'in ifadesiyle, onu "tanrıtanımaz Zola'nın coşkun bir sevdalısı"yapan da, onun gerçekçilik konusundaki tavrı,"adalet"e ve"hakikat"e olan düşkünlüğüdür.8 Akif'in gerçekçiliği, yazdıklarını okuyanların unutamayacağı cinstendir. Söz gelim i/'Seyfi Baba"da dehşetli bir gece manzarası çizilir. Okudukça, bir bakıma"haşyet" içinde kalırız. O derece ürpertici ve etkileyici bir dış dünya fotoğrafıdır bu. Zaman ve mekânın, İnsanî duyuşu bu derece güçlendirişi az görülen bir başarıdır:

Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, üryan Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan Hânüman yoksulu binlerce sefîlân-ı beşer; Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler; Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı; O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları; Zulmetin yer yer içinden kabaran mezbeleler; Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler!

Akif'in başarısı gördüklerinden, yaşadıklarından elde ettiği düşünüşü ve kendisinin kuvvetle duyduğu hissiyatı duyurabilmesi, yani okuyucuya aktarabilmesidir. Yaşanmış/ yaşanan kötücül olayların/ durumların hâsılası olanı, Tolstoy'un deyişiyle okura da "bulaştırmasıdır onu başarılı kılan özelliklerinden biri. Bunda da en büyük yardımcısı (kendisi "hüner"diyor) samimiyetidir. Âkif, yaşadığı, gördüğü şeyleri yazmayı daha doğru bulmuştur. Örnekse,"Hasta"daki çocuk9, Akif'in Halkalı Ziraat Mektebindeki öğrencilerinden biridir; "Seyfi Baba", dülger Haşan Baba'dır;"Köse İmam", Boşnak Ali Şevki Hoca'dır10. Bilhassa birinci ve ikinci kümede toplanan manzumelerde elbette "ahlakî bir sonuç" hedeflenmiştir. Çünkü Âkif, inanışı, mizacı ve içinde bulunduğu şartlar gereği, sanattan ziyade toplumu düşünm ek durumundaydı. "Şair tabiatını o, iradesiyle ve bir kararla âdeta boğmak, onun yerine bir idealisti, bir ahlakçıyı koymak istemiştir." (Okay, 1989:43). "Rezâil-i içtimaiye"mizi adeta kelimelerden yapılmış fotoğraf kareleriyle teşhir ederek insanımızın bunlardan nefret etmesini, bu ibretlik karelerden ders çıkarmasını istiyordu. Gayreti bunun içindi. Bu fotoğraflarda meyhane, kahvehane, mezarlık ve bayram yeriyle mahalle ve sokak; buralardaki her türden insan yer almaktadır." Âkif, kuşkusuz bilinçli olarak devrin toplumsal yaşamındaki olumsuzlukları göstermekteydi. "Safahat, bir nevi, bu yıkıntıların 'safha"safha'anlatılışı, duyuruluşu ve bu yıkıntıların şairde bıraktığı acı izlerin derlenişi, toplanışı ve tespit edilişidir. Bu yüzden, Safahat, bir bakıma, Türk tarihinin en acıklı günlerinin yaşanmış bir destanı, yas yapraklarıdır." (Karakoç, 1978: 21).

Yaşadıklarından ve yazdıklarından çıkarılan şudur; herhâlde, büyük Osmanlı Devletinin "trajik çöküşü"nü hiç kimse Âkif kadar derinden hissedip yaşamamıştır. Kaybedilen değerlere onun kadar kimse şahsıyla ve eseriyle gözyaşı dökmemiştir. "Birinci Safahat'da (...) gerçeğin mahir bir ressamı olan sanatkâr, İçtimaî sefaletlere uzanan sosyalist bir ahlâkçıdır. Sanki toplumumuzun Emile Zola'sı olmak istiyor.// Perişan hayatımızın, insan sefaletinin bu kadar ince, bu derece derinleşmiş ve böylesine gözyaşı olmuş gözlemine bütün edebiyatımızda rastlamak imkânsızdır. (...) Âkif, vatanımızın binbir acı ile parça parça olan kalb tablosunu, acılarla parçalanan bir kalbin kanıyla çizmiştir." (Topçu, 1970: 78).12 Âkif, hâlin yani içinde yaşadığı cemiyetin ve idrak ettiği zamanın şairidir. Geçmişe geri dönmek imkânsız, geleceğin ise ne getireceği bilinmez olduğuna göre, bugünkü işi bugün yapmak, bugünü idrak edip gereğini yerine getirmek en doğru olanıdır. "Hasbihâl" şiirinin başına aldığı "Geçen zaman uçup gitti; gelecek ise belli değil/ Sen ancak içinde bulunduğun hâlin sahibisin"dizleri, şairimizin zamana bakışının özetidir. Akif'in manzumelerinin mutlaka bir konusu vardır. Bu konu ya bir vaka ya bir gözlem ya da tarihî bir kıssa/ anekdot çevresinde anlatılır. Şair gördüklerini yazmakta daha bir ısrarcıdır. Bunun için bir vesile bulup sık sık sokağa çıkar. Çünkü Âkif, "sokaktaki şairdir." "Devrine kadarda, hatta belki ondan sonra da, Âkif kadar şiiri sokağa kalabalıklar arasına, alelâde insanlar arasına sokan bir şair bulunamaz." (Okay, 1989: 60). Mithat Cemal'in o "gözleriyle şairdi, uykusuz gözler"iyle ifadesi ne kadar mânidar. Âkif, şiirinin yüzünü örtmemiştir. Birinci Safahat'ta yer alan manzumelerde ibhama, karanlığa tesadüf edilmez. Bilhassa bu kitapta, şairin "kelime istifçiliği ve nazım ustalığı" açıkça görülür. Burada ölçülü ve kafiyeli söylemenin şartına rağmen, anlattıklarında o kadar rahattır. Bu rahatlıkla birlikte dil de çok yerde sadedir. Manzumelerde yapaylık ve zorlama görülmez. Bir fikir vermesi için "Hasta"dan kısa bir bölümü aşağıya alıyoruz:

Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi: Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri; Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri. O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış; Fırlamış alnı, dam arlarda beraber çıkmış! Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-ı şebâb; O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb! O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi; Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi! Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı; iki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.

Sehl-i mümteni diyebileceğim iz bu özellik, gerçi bütün Safahatta gözlenebilir. Berrak bir su gibi akıp giden bu manzumeler yapıdaki kolaylığa rağmen, şahit olanların yazdıklarından öğreniyoruz ki, büyük em ek harcanarak yazılıyordu. Bunları kolayca yazılmış sanmamız için Âkif elinden geldiğince güç yazıyordu (Mithat Cemal, 1986: 257). Mithat Cemal, Âkif için "aruzun Mimar Sinan'dır der. "Aruzla resim yapan adam" nitelemesini de yine onun için kullanır. "Vezni, kafiyeyi, kelimeyi dilediği yere sürüklüyordu. Şiirini bitirdikten sonra adını koymuyordu; yazmadan evvel şiirinin adı vardı ve bu isimde manzumenin planı durur"du (Mithat Cemal, 1986: 255). Akif'in manzumelerinde kafiyeler çok yerde şaşırtıcıdır. Alışıldık ses kalıplarına itibar etmez. 0 , kendine mahsus bir sesin sahibidir. Bu seste "hıçkırıktan diş gıcırtısına kadar" türlü tonlara rastlanabilir. "Üç esaslı sesi var" Akif'in. "Konuşan ses, erkek ses, müstehzi ses." (Mithat Cemal, 1986: 324). Şurası var ki, Safahat'ın 1. Kitabında daha ziyade konuşan/ konuşturan ses ile müstehzi sesi duyarız. Birinci seste tabiatıyla konuşmanın unsurları fazlasıyla kullanılır.

Birinci Kitap'tan yola çıkarak Akif'in şiirinin biçimine dair belli başlı özellikleri yazacak olursak samimîlik, sadelik, tabiîlik, yerlilik en başta gelir. Aruzda ve kafiyede ustalık, kendisi olmak da bunların arkasına eklenmelidir. Hâsılı, Âkif, bir bunalım döneminde, her türlü güçlüğe rağmen derin bir bakışla ve bilgelikle aziz milletinin nabzını tutmuş, kalbini ve ruhunu paylaşmış, vicdanını yansıtmış; yeniden uyanışın ifadesi olmuştur (Müftüoğlu, 2006:10). Safahat i. Kitap, şairin diğer eserleri gibi ve belki de onlardan daha belirgin bir şekilde bu duyarlı bakışın manzum öyküleri/ destanı/ romanı sayılabilir.

"Mehmet Âkif, Dönemi ve Çevresi" Vefatının 71. Yılında Mehmet Âkif Ersoy Bilgi Şöleninde sunulan bildirilerinden oluşan TYB'nin 32. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin 3. kitabı. Mart 2008

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Turan Karataş
31-03-21
E mail: tyb.org.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
SAFAHAT: İLK KİTAP, İLK GÖZ AĞRISI
Online Kişi: 15
Bu Gün: 510 || Bu Ay: 6.500 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.848 || Toplam Tıklanma: 52.121.821