ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 4662
Yazar: Ahmet Selim
TÜRKÇEDE BİRLEŞMEK

Bunda mantık var mı?

Empati çok gönülden uyguladığım bir metottur. Esasen kendini başkasının yerine koymak, sünnetin de metodudur. Kendine yapılmasını istemeyeceğin şeyi başkası için de istemeyeceksin, kendin için istediklerini başkası için de isteyeceksin.

Sadece kendi nefsinle sınırlı kalmak, hiçbir meşru sistemin ve değer disiplinin işine gelmez. Öyle bireylerle demokrasi de yürümez, ekonomi de, eğitim de, edebiyat da...

Ben her şeyimi Türkçe ile öğrendim. Dinimi, terbiyemi, kültürümü, düşüncelerimi, sanat ilgilerimi, her şeyimi... Türkçe olmazsa ben yok olurum. Türkçe okuyamamak, Türkçe yazamamak, Türkçeyi kullanarak yaşayamamak, benim için manevî-rûhî ölüm demektir. Tabii ki; Osmanlı Türkçesi de Türkçe'dir, Yunus'un dili de Türkçe'dir, günümüz Türkçesi de Türkçe'dir. Şimdi etnik bir dil hakkında bazı mahrumiyetlere uğramak bununla aynı şey midir? İnsafla konuşalım, yüreğimizle konuşalım.

Türkçe'nin büyük ustalarından ikisi; Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Yaşar Kemal'dir. Onlar o yazdıklarını kendi etnik dilleriyle yazabilirler miydi? Onları yazabilecek seviyeye, kendi etnik dillerinin kazandıracaklarıyla gelebilirler miydi?

Mehmed Akif Arnavutça, Ömer Seyfettin Çerkesçe bilir miydi, yahut ne kadar bilirdi? Ne kadar bilirlerse bilsinler, onlar Türkçe'nin ustası ve sevdalısı idiler. Bu vatanda yaşayanların, hangi etnik ilgilere sahip bulunursa bulunsun, Türkçe'yi bildiği inancındayım. Bilmeyenler ancak çok küçük bir oranda var olabilir; bilmiyorum diyenlerin büyük çoğunluğu da kasten diyordur. Benim büyük annemin annesi tek kelime Türkçe bilmiyordu, bize gelince birkaç ayda derdini anlatacak kadar öğrendi. Basit ihtiyaçları karşılayacak dil öğrenme bahsinde, Türkçe en avantajlı dildir. Şu iletişim devrinde; bırak radyoyu, televizyonsuz evin bile kalmadığı şartlarda, ilk öğretimin son derece yaygın olduğu bir uygulama içinde, "Türkçe bilmeyenler çok" demenin samimiyetle bağdaşmadığına inanıyorum. Hele bunların aydın kesimi, kendi etnik dilleriyle asla kıyaslanamayacak biçimde "etkili ve seviyeli bir Türkçe"yi konuşabilecek, okuyup yazabilecek durumdadır. Yani bu ülkenin aydınları, hangi etnik ilginin sahibi olurlarsa olsunlar, Türkçe karşısında eşit durumda ve mesafededirler, Türkçe hepimizin dilidir.

Yanlış mı bu yazdıklarım? Türkçe benim için ne ise, Sırrı Sakık için de odur; öyle olmalıdır. Ana dili, bir insanın, kendi ülkesinde sıfırdan başlayarak ve "yaşama" yoluyla öğrendiği dildir. "Annesinin, onun da annesinin" bildiği dil falan değildir. Benim annem de Arnavutça konuşurdu bazen; ama benim ana dilim Türkçe'dir. Yabancı dil, çalışılarak öğrenilen dildir; ana dili ise yaşanılarak öğrenilen dildir.


Bergson, "Hiç kimse ana dilini konuştuğu gibi konuşamaz bir yabancı dili." diyor. Çok da doğru söylüyor. Anadil ruhumuzun dilidir, ruhuna nüfûz edebildiğiniz dildir. Yaşar Kemal'in de, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın da ana dili, Türkçe'dir. Sular seller gibi Arapça öğrenenler de, o Arapçayı Türkçe gibi konuşamazlar, bir Arap gibi de konuşamazlar. Öğrendikleri Arapça, (fıkhî) metin Arapçasıdır. Çünkü Arapça'yı bir Arap gibi "yaşayarak" öğrenmiş değillerdir. Yine sorayım: Yanlış mı bu yazdıklarım? Yanlış denilecek ise, güzel güzel tartışırız. Bunlar, riyâzi katiyet derecesinde doğrudur, ve her tartışmada, böyle olduğunu rahatlıkla ispatlarım. Mademki doğrudur, bu doğrulardan çıkarılacak sonuçlar da doğru olmalıdır.

12 Eylül'den sonra bazı etnik dil yasakları uygulanmış. Nedir o yasaklar, ayrıntılarını bilmiyorum. Dergi-kitap kaset çıkarmak ise, serbestleşen şartlarda da bunlar tutmadı zaten. Türkçe her yöre için türküler üretmiştir ve hepsi aynı zevkle ve sahabetle söylenip dinlenilmiştir. Şarkılar da öyledir. Hepsi bu toprağın, bu "maddî-manevî" coğrafya bütünlüğünün ve genişliğinin sesidir.


"Neden bu terör?" deyince en önemli sebep olarak "dil kısıtlaması" ileri sürülüyor. Yani 30 bin kişi, bunun için mi öldürüldü?! Kaset çıkarılamadı diye mi? Çıksa bile satılmayacak ve dinlenilmeyecek olan kaset için, İstiklâl Savaşı'ndaki kayıplarımızın 3 mislini bulan sayıda insan öldürmek ne demektir? Bu nasıl bir cinnet mantığı ve nasıl bir samimiyetsizlik perişanlığıdır? Böyle bir gerekçe olamaz, bu tarz bir beyan hiçbir şeyi izah edemez.

Yazar: Ahmet Selim
04-08-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TÜRKÇEDE BİRLEŞMEK
Online Kişi: 22
Bu Gün: 493 || Bu Ay: 9.029 || Toplam Ziyaretçi: 2.220.401 || Toplam Tıklanma: 52.159.801