ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 493
Yazar: D. Mehmet Doğan
Fuat Köprülü’nün, yahut da ilmin 1930’lardeki trajedisi neden yazılmaz?

Fuat Köprülü’nün, yahut da ilmin 1930’lardeki trajedisi neden yazılmaz?Elbette ilim korkmaz, ilmi temsil edenler ise insandır ve korku insanlara mahsus bir haslettir. Can korkusu korkuların başıdır.

İlim adamına korkuyla fikir değiştirtmek, nâdir rastlanan bir şey değildir. Hep Galile örneği verilir ya. Hani engizisyonun bütün tezlerini tasdik etmiş ve salondan çıktıktan sonra güya “yine de dönüyor” demiş ya…

Fuat Köprülü’nün 1932’de Dil Kurultayı sırasında maruz kaldığı muamele onun ilim dışı bir konuşma yapmasına yol açmıştır. Daha önce ilim çerçevesinde düşündüklerini, yazdıklarını, söylediklerini yalayıp yutarak konuşmak zorunda kalmıştır. Bu onun can emniyetini sağladığı gibi, maddî şartlarının iyileşmesine, statüsünün yükselmesine vesile olmuştur.

Köprülü, 1940’lara kadar bu konu ile ilgili gerçek fikirlerini açıklama, yazma cesareti gösterememiştir. Tarih Kongresi sırasında Zeki Velidi Togan’ın muhteşem tavrını hatırlatanlara da “onun evi sırtında, benim köküm burda” cevabını vermiştir. Malûm olduğu üzere, Zeki Velidi bugün ilim adamlarının saçma sapan olarak niteledikleri “Türk tarih tezi”ne açıkça karşı çıkmıştır. Bu lider tarafından hoş karşılanmamış, o da pılısını pırtısını toplayıp Avrupa’ya gitmiş, Avusturya ve Almanya üniversitelerinde hocalık yapmış, Ancak Atatürk öldükten sonra Türkiye’ye dönmüştür.

Köprülü, 1944’de çok partili hayatı ve yeni bir partinin kuruluşunu müjdeleyen 4’lü takrir (önerge)nin imzacıları arasında idi. Onun apaçık konuşması ancak bundan sonradır.

“Türk dili ve edebiyatı ile kırk yıl uğraşmış eski bir hoca sıfatile, dil meselesi hakkında söylemek istediğim şeyler çok, pek çoktur.” demek ihtiyacını hisseder. İşte söyledikleri:

Dil Kurumu akademik değil, politik!

Önce dil kurultayı ve Dil Kurumu’nun kuruluşu meselesini ele alır. Dil Kurumu akademik bir tarzda kurulmamıştır, dil âlimlerinden çok politikacılar ve yazarlardan oluşturulmuştur. Bu ehliyetsiz kurumun uydurduğu terimler Devlet nüfuzu ile ders kitaplarına sokulmuştur.

Üniversite manevî esaret altında, ilim hürriyeti yok!

Darülfünun cumhuriyetin başlangıcında ilmî istiklâle sahipti (şimdi iistiklâl yerine “özerklik” deniliyor), fakat 12 yıl önce üniversite kurulurken bütün yetkiler Maarif Vekiline verildi. Üniversite başta olduğu halde bütün yüksek ilim müesseselerimiz, ilmî istiklâlini mütemadi surette kaybetti manevî bir esarete düştü. Tayin ve terfileri yalnız “Maarif vekillerinin keyfine bağlı profesörlerden mürekkep bir Üniversite’de, fikir ve içtihat hürriyeti diye bir şeyin bahis mevzuu olamıyacağı pek tabiidir. Böyle bir Üniversite, hakiki bir ilim merkezi değil, sadece hükümetin emirlerini yayan bir propaganda müessesesinden başka bir şey sayılamaz.”

Türkçe kendi tabiî gelişme yolundan çevrilerek dil anarşisi meydana getirildi

Dilimiz asırlarca işlene işlene son kırk yıl içinde bugün arapça ve acemceden çok ileri, çok güzel ve zengin bir Avrupa dili, bir ilim ve edebiyat dili haline gelmişti. Türkçe kendi tabiî gelişme yolundan çevrilerek dil anarşisi meydana getirildi.

Dil devrimi, Türkiye’de insan hakları konusunda benzeri görülmemiş bir cinayet

İnsanlık istibdadın ve tahakkümün her şekline şahid oldu. Fikir ve vicdan hürriyeti, din hürriyeti, meslek seçme ve çalışma hürriyeti, ana diliyle okuyup yazma hürriyeti gibi, insanlığın en mukaddes ve tabii haklarına karşı, türlü türlü baskılarda bulunuldu. Bunlar kolaylıkla izah olunabilir. Lâkin, bizim bugünkü resmi argoyu yaratan zoraki hareketin (dil devriminin) benzeri yoktur.

Önceden verilmiş kararlar komisyonlara tasdik ettirildi.

Dile ilgili yüzde yüz türkçeleştirme iddiasıyla yapılanlar için “âlimler, münevverler, mütefekkirler ve profesörler çalışarak oy birliği ile hazırlandı” deniliyor. Bu işlerle uğraşanlar az çok bilir ki, kararlar önceden verilmiş, emre itaatten ayrılamayacak komisyonlara bunlar tasdik ettirilmiş, münakaşa ve tenkide asla imkân bırakılmamıştır.

Köprülü 1932’de dil kurultayında zorla çıkarıldığı kürsüde neler demişti?

*Türkçe 12 asırdır mütemadiyen tekâmül etmiştir, fakat ileriye değil geriye doğru.

Tekâmülü (gelişmeyi) iddia eden hatip geriye doğru bir tekâmül olduğunu bilseydi bunu iddia edemezdi.

* Bugünkü Türkiye ileri bir cemiyettir. Eski ve orta zaman bağlarile bağlı değildir ve Türk dili determinizm icabı ilerliyecektir. Modern cemiyetler akademilerinde muhafazakârlara yer veremez, çünkü ona kısa değil uzun adım lâzımdır.

* Dil inkılâbı bütün ilmî hazırlıkların ve hayati zaruretin tatbikından başka bir şey değildir. Dil inkılâbı Türk inkılâplarının en muazzamıdır.

Köprülü’nün 1945’lerde yayınlanan üç yazısından seçmeler:

(Recep Alpyağıl’ın Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz kitabında yazıların tamamını okumak mümkündür).

“Asırlarca işlene işlene nihayet şu son kırk yıl içinde bugün arapça ve Acemceden çok ileri, çok güzel ve zengin bir Avrupa dili, bir ilim ve edebiyat dili haline gelmiş olan zavallı Türkçeyi kendi tabiî tekâmül yolundan çevirmek istidadını gösteren bugünkü dil anarşisinin sebepleri ilk bakışta bunlardan ibaret gibi görünür. Fakat meseleyi daha derin bir tetkike tabi tutunca bunların birer sebep değil, sadece birer netice olduğunu hemen anlarız.”

“İnsanlık tarihi uzun asırlardan beri istibdadın ve tahakkümün her şekline şahid oldu. Fikir ve vicdan hürriyeti, din hürriyeti, meslek seçme ve çalışma hürriyeti, ana diliyle okuyup yazma hürriyeti gibi, insanlığın en mukaddes ve tabii haklarına karşı, türlü türlü tazyiklerde ve zulümlerde bulunuldu. Müstebit ve çılgın bir hükümdarın yahut din ve mezhep taassubunun yahut da milli taassup ve tahakkümlerin veya sınıf diktatörlüğünün yaptığı bu hareketler kolayca izah olunabilir. Lâkin, bizim bugünkü resmi argoyu yaratan zoraki hareketin benzerine tesadüf edilemez.”

“-Biz Türk dilini yüzde yüz Türkleştirmek istiyoruz. Bu maksatla yapılan işlerin esasını, Türk Dil Kurumu’ndaki dil âlimleri hazırladılar. Birçok münevverler, mütefekkirler, profesörler komisyonlar halinde çalışarak bunu tekemmül ettirdiler. Ve nihayet Büyük Millet Meclisi de ilme ve ihtisasa dayanan bu hareketi tamamladı. Yapılan şeyler hep ‘oy birliği’ ile yapıldı. Buna ne hakla itiraz ediyorsunuz?”

Bizim memlekette hep oy birliği ile yapılan bu gibi işlerin içyüzünü bilenler, bu cevabın mahiyetini derhal meydana vurabilirler. Bu dil meselesile az çok meşgul olan herkes bilir ki, hâdiseler yukarıdaki cevapla tam bir tezat halindedir. Her işte olduğu gibi bu dil işinde de kararlar önceden verilmiş, emre itaatten ayrılamayacak komisyonlara bunlar tasdik ettirilmiş, münakaşa ve tenkide asla imkân bırakılmamıştır.”

“Hakikat şudur ki, üniversite başta olduğu halde bütün yüksek ilim müesseselerimiz, on beş yirmi yıldan beri ilmi istiklâlini mütemadi surette kaybetmiş ‘disiplinli hürriyet' maskesi altında manevî bir esarete düşmüştür. Cumhuriyet idaresi 1924 de İstanbul Darülfünununa birçok Avrupa üniversitelerininkinden daha geniş bir ilmî ve itibarî istiklâl vermek suretile, demokrasi ruhuna tamamile uygun bir harekette bulunmuştu. Lâkin bundan on iki yıl evvel, onun yerine kurulan üniversite, Maarif Vekilliğinin keyif ve iradesine tâbi, zavallı bir vaziyette bırakıldı ve bugüne kadar tamamile keyfi ve şahsi bir şekilde idare edildi. Türkiye’de demokrasi ruhunun yirmi yılda nasıl zayıfladığını anlamak için, üniversite tarihimize süratli bir göz atmak kâfidir. Azil ve naspleri, terfi ve terakkileri yalnız Maarif Vekillerinin keyfine bağlı profesörlerden mürekkep bir Üniversitede, fikir ve içtihat hürriyetti diye bir şeyin bahis mevzuu olamıyacağı pek tabiidir. Böyle bir Üniversite, hakiki bir ilim merkezi değil, sadece hükümetin emirlerini vayan bir propaganda müessesesinden başka birşey sayılamaz.”

On üç sene evvel, akademik bir şekilde değil, tesadüfi olarak kurulan ve dil alimlerinden ziyade politikacılar ve muharirlerden mürekkep olan devlet nüfuzuna dayanan dil kurumu, uydurduğu ıstılahları, mütehassıs ilim adamlarına cebri surette kabul ettirerek mekteplere soktu. Mektep kitapları hiç kimsenin anlamadığı uydurma bir dille yazdırıldı. Yavaş yavaş ilk mekteplerden liselere yüksek mekteplere, fakültelere kadar genişletilen bu cebri hareketin memleketin kültür hayatında meş’um tesirleri olduğu muhakkaktır.”

“Yazma ve konuşma dillerinden büsbütün ayrı bir "resmi argo" yaratmak teşebbüsü iptida küçük mikyasda olarak bundan yedi sekiz yıl evvel Cumhuriyet Halk Partisi nizamnamesinin tercümesile başlamıştı. Rahmetli Doktor Refik Saydam başvekil olunca ilk yaptığı işlerden biri hiç kimsenin anlamadığı bu nizamnameyi türkçeye çevirmek oldu.”

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: D. Mehmet Doğan
07-09-21
E mail: tyb.org.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Fuat Köprülü’nün, yahut da ilmin 1930’lardeki trajedisi neden yazılmaz?
Online Kişi: 23
Bu Gün: 159 || Bu Ay: 6.149 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.081 || Toplam Tıklanma: 52.116.274