Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM | Okunma Sayısı: 3016 |
Mezhepçilik versus çoğulcu İslam
Prof. Hayreddin Karaman hoca geçtiğimiz süreçte kaleme aldığı birkaç yazıda "Ümmet'in birliği" temasını işledi. 23 Ağustos tarihli yazısı da aynı konuya tahsis edilmişti. İhvan-ı Müslimin'in devrim sonrası İran'a bakışını muhtelif alıntılarla ortaya koyan yazı şu satırlarla sona eriyordu: "Mezhepçilik ve mezhebî siyaset ümmeti parçalar, birbirine düşürür ve tüketir. Mezhepçilik yerine -her grubun farklı mezhep inançlarını kendilerine bırakıp- ortak İslam imanında kardeş olmaya bakmak gerekiyor."
Sağduyulu, aklı başında her müslümanın altına rahatlıkla imza atacağı bu satırlar ne yazık ki "kulağa hoş gelen temenniler" olarak kalmaya mahkûm. Temenni ile gerçeği birbirinden tefrik ederek baktığımızda Sünni kesimin "birlikte hareket etme" adına attığı hemen her adım, (daha önceki birçok yazıda görüşlerine değindiğim Ayetullah Fadlullah, Ahmed el-Kâtib gibi iyi niyetli ve mutedil Şiiler dışında kalan) belli bir hedefe kilitlenmiş Şii kesim tarafından tepe tepe kullanılan bir "fırsat" olarak değerlendiriliyor. Yazık ki Şii dünya içinde baskın tarafı bunlar oluşturuyor.
Muhammed Gazalî'nin şu satırlarını alıntılamış Karaman hoca: "Öteden beri siyasi ihtiraslar, Müslümanların inançlarını da etkilemiş, dinden olmayan bazı hususları inanca dahil etmiştir; bunun sonucunda Müslümanlar -küçükleri dışında- iki büyük gruba ayrılmışlardır: Sünnîler ve Şîîler. Halbuki bu iki grup Tek bir Allah'a ve Onun Resulü Muhammed'e (s.a.) iman ediyorlar; her iki grubun inancı içinde Müslüman olmak ve kurtuluşa ermek için gerekli olan unsurlar mevcuttur."
Bu ve benzeri tesbitlerin son tahlilde asıl maksattan sapma anlamına geleceğini görmek için kehanete gerek var mı? Bu genellemeci tesbit, Ehl-i Sünnet itikadının içinde siyasi ihtiraslar neticesi oluşmuş hususlar bulunduğunu anlatması dolayısıyla hakikati rencide etmekten başka bir anlam ihtiva etmez. Kendi konumunu muhafazayı, kendi kabullerini mutlaklaştırarak "din" haline getirip Ümmet'i bunlarla ilzam etmeyi hedeflerinin ilk sırasına yerleştirmiş bir ideolojinin mensuplarıyla "sizde bir türlü, bizde bir türlü" edası içinde işbirliği yapmanın gerçekçiliği yoktur. Söz gelimi Karaman hocanın "Ben Muâviye'yi sevmiyorum" demesi hangi İmamî şiiyi Ehl-i Sünnet'e yaklaştırmıştır? Evet, Hoca "Ben bunu Şiilerle yakınlaşma adına söylemedim" diyecektir. Ama netice olarak bunun Şiilerin tutumunu doğrudan ilgilendiren bir tutum alış olduğu ortadadır. Buna mukabil herhangi bir İmamî şiinin "Ebû Bekr ve Ömer'in saygıdeğer iki büyük sahabî olduğunu kabul ediyorum" dediği duyulmuş mudur, ya da böyle bir şey mümkün müdür? İran Devrimi'nin yetiştirdiği nesiller içinde Humeynî'nin Sahabe hakkındaki tavrının yanlış olduğunu söyleyen birilerinin çıkmasını beklemek ne kadar gerçekçi bir tavır olur? Dolayısıyla Şia'ya yaklaşma adına atılacak her adımın bizi götüreceği nokta Din anlayışında çoğulculuktan başkası değil! Tabii Ümmeti Şiileştirme politikalarının etkisinden tam anlamıyla koruyabilirsek!.. Bir yanda "mezhepçilik" diye yaftalanan tavır, diğer yanda ondan kurtulmak adına sergilenen "çoğulculuk" durumu. Bu ikisinin ortası yok mu? Elbette var. Ayetullah Fadlullah gibi, Ahmed el-Kâtib gibi sağduyulu Şiilerin sesi. Onlardan önce İmam Zeyd'in çizgisinde kristalleşen ideal tavır. Dolayısıyla İmamî Şiiliğe zeytin dalı uzatanlar, gerçekçi hareket etmek istiyorsa adres olarak burayı göstermeli.
Yazar: Dr. Ebubekir Sifil |
08-09-12 |
||
E mail: milligazete.com.tr | Tweet | ||