ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 2525
Yazar: D. Mehmet Doğan
'TÜRK' SADECE 'ETNİK' BİR AD MIDIR?

“Türk” kavramı etrafında yorumlar, tartışmalar günün konuları arasında yer alıyor. 1995 yılında bir vesile ile kaleme aldığımız yazıyı, çok az kısaltarak ve bir iki kelime değişikliği ile okuyucularımıza sunmak istiyoruz:
 
Aylık “İzlenim” dergisinin “İslâm ve modernlik” konusuna tahsis edilen Kasım 1995 sayısında değerli ilim adamımız Prof. Hayreddin Karaman’ın  “Kimliğimizin iki unsuru ve çağdaşlık” yazısını bugünlerde tekrar okudum. Değerli Hoca engin birikimi ile kimliğimizin iki unsurunu “müslümanlık” ve “türklük” olarak tanımlıyor. Daha sonra da bunların çağdaşlık karşısındaki konumunu değerlendiriyor.
 
İslâmın kimliğimizin aslî unsuru olduğu, kendini müslüman sayan herkes tarafından tartışmasız kabul ediliyor. Bu hususta bir tereddüt yok. Fakat diğer unsur “türklük” üzerinde tereddütler, şüpheler, itirazlar ve redler var. Bu esasen netameli bir konu, fakat netameli de olsa bu konunun da tabu olmaktan çıkarılması, üzerinde konuşulması, düşünülmesi ve tartışılması gerekiyor.
 
Doğrusu biz bütün yanlış anlaşılmaları ve tepkileri de göze alarak konu ile ilgili bazı tesbitlerimizi okuyucularımıza iletmek istiyoruz. Hayreddin Karaman Hoca da Türk’ü etnik anlamda kabul ediyor. “O tabiî ve fıtrî olarak kimlik unsurumuzdur”, diyor.
Yaradılıştan sahib olunan ırkî, etnik “kavmî” kimlik şüphesiz reddedilemez. Ancak türklüğün bir hayli zamandır ırkı, etnisiteyi aşan bir anlama sahip olduğu da ayrı bir vakıadır. Bugün “Türk” tanımlaması içinde olan veya kendini öyle kabul eden geniş kitlenin gerçekten etnik veya ırkî anlamda “Türk” olup olmadıklarını tesbit etmek kolay değildir, hatta imkânsızdır. Ayrıca Türkiye’de mevcut farklı etnik menşelerden insanların evliliğinden doğan çocuklar ırkî ve fıtrî olarak nasıl tanımlanacaktır? Türk-Kürt, Türk-Çerkez, Arnavut-Gürcü, Kürt-Boşnak vs.vs. evliliklerinden olan çocukların tanımlamasını nasıl yapabiliriz? Ayrıca “Türk”ün sadece etnik bir kimlik olarak kabul edilmesi diğer bütün etnik kimliklerin kendi tanımlamalarını getirecektir. Bu ise sadece etnisite seviyesinde tanımlamalara bel bağlayan bir toplum demektir. Böyle bir toplumun parçalanması, atomize olması da kaçınılmazdır.
 
“Türk” neyin adıdır? Bu adı onlara kim verdi?
 
“Türk” Orta Asya’da hayli farklı menşelerden gelen etnik toplulukların dil ortak paydasında tanımlandığı bir üst kimliktir. Orta Asya kavimlerine toptan “Türk” diyenler de oraya fetih maksadıyla gelen müslüman araplardır.
 
Farklı kavimleri “Türk” tanımlaması içinde ele alan müslüman araplar olduğu gibi, türklerin Anadolu’ya gelişinden sonra bu ülkeyi “Türkiye” olarak adlandıran da Avrupalılardır. Çünkü doğudan gelen türkler Anadolu’da haçlılarla kanlı savaşlar yapmışlar ve onları bu topraklardan sürmüşlerdir. İşin ilgi çekici tarafı, Avrupalılar üzerinde yaşadığımız ülkeyi “Türkiye” olarak adlandırırken, türkler Anadolu’ya ısrarla “Rum” demeye devam etmişlerdir.
 
Müslüman türkler, Anadolu’ya ilk gelen türkler değildir. Bizans döneminde de Anadolu’ya çeşitli şekillerde Türk toplulukları gelmişlerdir. Fakat onların müslüman türklerden sonra artık “Türk” tanımlaması içinde yer almaları mümkün değildir.

Türkiye’de türkçenin ve Türk kültürünün hâkimiyeti bir tesadüf sonucu değil, tarihî bir sürecin tabiî neticesidir. Abbasî hilafet otoritesinin zayıflaması sonucu, hilafeti reddetmeyen fakat kendi hâkimiyet sahası olan otoriteler/devletler ortaya çıktı. Bu devletlerin çoğu Türk hanedanlı devletlerdir. Mesela Gazneliler, mesela Selçuklular. İslâm dünyasının güçlü hükümetleri olarak etkili olan bu devletler, türkler İslâm kültürünü farsçanın hâkim olduğu şehir muhitlerinde öğrendikleri için resmî dillerini farsça olarak kabul etmişlerdir. Ayrıca hâkim oldukları coğrafyada -ki İran bu coğrafyanın merkezi konumundadır- farsça etkili bir dil olarak varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden saraylarda türkçe konuşulsa bile, resmî dil farsça olmuştur.  
 
Büyük Selçuklu Devleti’nin Anadolu şubesi olan Anadolu (Rum) Selçukluları da resmî dil olarak farsçayı kullanmışlardır. Mevlâna Celaleddin Rumî bu sebeple eserlerini farsça olarak yazmış ve böylece farsçanın gelmiş geçmiş dört büyük şairi arasına girmiştir. Ne zaman ki Selçuklu yönetimi gücünü kaybetmiştir, Anadolu’da fiilen etkili olan türkçe resmî dil olarak da ortaya çıkmıştır.
 
Selçuklu sonrası beylikler döneminde türkçenin Anadolu’da edebî bakımdan da geliştiğini biliyoruz. Mevlâna ile çağdaş fakat ondan daha genç olan Yunus Emre Anadolu’nun türkçe yazan ilk büyük şairidir. Mevlâna Selçuklu’nun son parıltısını yayarken, Yunus âdeta Osmanlı’nın şafağını müjdelemektedir. Osmanlı Devleti, müslüman Türk Devletleri içinde türkçeyi resmî dil yapan ilk devlettir. Onun yayıldığı sahalarda arapça ve farsça dışındaki diller üzerinde türkçe hâkimiyet kurmuştur. Osmanlı yönetimi altında kalan kavimlerin dilleri incelenirse, türkçenin ne ölçüde tesiri altında kaldıkları kolayca anlaşılabilir. Ayrıca türkçenin tesirinde kaldığı farsça ve arapçaya tesiri de bu dillerin sözlüklerine bakılarak görülebilir.
 
Osmanlı Devleti bir kimsenin yönetimde yer alması için iki nitelik aramıştır: Müslüman olmak ve türkçe bilmek. Müslüman olan ve türkçe bilen bir kimse kendini, hangi kavimden olursa olsun bu devletin padişahtan sonraki en üst kademelerine kadar yükselmiş görebilir.
 
Türkçe bilenler tabiî olarak iki grupta toplanabilir; birincisi ana dili türkçe olanlar veya müslüman kavimlerden olup da toplumun gerektirdiği şekilde türkçe bilenler. İkinci grup ise, devşirilerek yetiştirilenlerdir. Devşirme sisteminde bütün eğitimlerden önce, hem dinî hayatı yaşayarak benimsemek, hem de türkçe öğrenmek maksadıyla aileler yanına göndermek esastır. Devşirme çocukların aileler yanına gönderilmesine “Türk üzeri vermek” denilirdi. Bu durumda, Osmanlı Devleti’nin yönetim kademesinde yer alan kişilerin İslâm ve türkçe yanında “Türk üzeri verilerek” kazanılan bir “müslüman Türk kültürü”ne sahip kılındığını söyleyebiliriz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: D. Mehmet Doğan
06-03-13
E mail: habervaktim.com
 
 
Yorumlar: 4
Salih GÜNAY
HASSASİYET
Tarih : 08-03-13

Sayın İhsan EFENDİOĞLU beyefendi sanırım bizi anlayamamış. Yukarıdaki yazıda TÜRK Düşmanlığı var demedim. Ama Medyada başlayan TÜrk düşmanlığı ve özelliktlye de mutaassıp yazarların bu fikirde olması bizleri gerçekten derinden yaralıyor. Bir de Malum şahıstan alıntılarla ve üstelik bundan yaklaşık 17 yıl önceki yazı olunca dayanamadım ve yazdım. Ayrıca sizin dediğiniz gibi iyi yanlaürını da almak ise neden başkalırının da yazıları buralara eklenmiyor. Bir yazar mukaddesat üzerine yazılar yazabilir. Bu yazıları da gerçekten ehli sünnet üzere olabilir. Ancak sosyolojik olarak hatalar yapamaz mı? Bu hatalar önceki yazılarından dolayı kamufle mi edilmeli?..

 
İhsan Efendioğlu
Türk Düşmanlığı
Tarih : 07-03-13

İki yorumcu arkadaşın anladığı gibi bu yazıdan "Türk Düşmanlığı" mânâsı çıkar mı? Tekrar tekrar okudum böyle bir mânâ çıkaramadım. Yazıda "Türk" kelimesinin tarihî seyri hülâsa olarak anlatılıyor. Bunun neresi Türk düşmanlığı? Hayrettin Karaman'dan yapılan iktibasa gelince...Karaman'ın sakat itikadî görüşlerini bilenler biliyor. Sakat düşünceleri var diye onun bütün görüşlerinin yanlış olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. Doğruluş sitesinde bu yazının yayınlanması ve yorumcu Süleyman bey'in hassasiyetine gelince.. kısmen katılıyorum. Bu siteyi takip edenler, yazılan yazıları gönül rahatlığı ile okumak istiyorlar. Editör, Doğruluş takipçilerini ikaz mahiyetinde Karamanla ilgili dipnot düşebilirdi. Çünkü önceki yazılarda sitenin hassasiyetini ifade eden dipnotların düşüldüğünü biliyorum. Bundan sonraki iktibaslarda, Editörün, dipnotlarla takipçilerini bilgilendireceğinden eminim. Biraz insaf lütfen...

 
süleyman alimoğlu
katılıyorum
Tarih : 07-03-13

Yazıyı okumaya başladım. Hayrettin Karaman'dan iktibas yapıldığını görünce derhal vazgeçtim. Neden sakat düşünceli insanlardan iktibas yapılır ya da iktibas yapılan yazılar neden bu sitede yayınlanır? Doğruluş'u da mı gönül rahatlığıyla okuyamayacağız ve tavsiye edemeyeceğiz? Biz fark ediyoruz, edemeyenler ne olacak? Kötüyü teşhire, reklama gerek yok diye düşünüyorum. Bu muhteviyatta yorumlarım önceden de olmuştu. Hassasiyet lütfen!

 
Salih GÜNAY
TÜRKLÜK
Tarih : 07-03-13

Aklımıza gelmezde heralde TÜRK olmanın yadırganıp, TÜRKÜM demekten çekinebileceğimiz. Ama maalesef kendi öz yurdumuzda parya olduk. Acaba Necip Fazıl hayatta olsaydı nasıl bir üsulup içerisinde bu TÜRK düşmanlığının karşısında durcağını tahayyül bile edemiyorum. Ama artık yeter sevgili editör. Bu türklük karşıtı yazıları bu siteye koymamanızı rica ediyorum. Ayrıca itikadından şüphe edilen Hayrettin KARAMAN'ın görüş ve düşüncelerine de ihtiyacımız yok sevkili Mehmet DOĞAN. Siz onu kendinize saklayın...

 
'TÜRK' SADECE 'ETNİK' BİR AD MIDIR?
Online Kişi: 16
Bu Gün: 11 || Bu Ay: 959 || Toplam Ziyaretçi: 2.226.830 || Toplam Tıklanma: 52.220.598