ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 2001
Yazar: D. Mehmet Doğan
LÂİKLİK VE CUMHURİYET (Cumhuriyet'in 90. yılı gelirken)

Bayram günü, “cumhuriyet” ve “laiklik” mevzuu da nereden çıktı denilebilir.

Elbette sebepsiz değil. Cumhuriyetin ilân edilişinin 90. Yıldönümüne, yani Cumhuriyet bayramına günler kaldı. Bu vesile ile içte ve bilhassa dışta bu yıldönümü dolayısıyla bir hayli yazı yayınlanacak ve yorum yapılacak. Nitekim, New York Times bir başlangıç yapmış bile: “Başörtüsü yasağının kaldırılması, demokrasinin bir işareti olarak görülmemeli, laik cumhuriyete karşı sinsi bir adımdır”.

Cumhuriyetimiz ve laikliğimiz ABD’li yazarları, akademisyenleri neden bu kadar ilgilendiriyor?

Bu sorunun cevabı “ilgilendirmemesi düşünülemez” olmalıdır!

Türkiye laiklik prangasını 2007 seçimlerinde kırdı. Hatırlanacağı üzere 2007’nin başında meşhur “laik cumhuriyet” mitingleri başladı. Büyük kalabalıklar harekete geçirildi. Mevcut hükümete karşı sürdürülen gövde gösterisi, içten çok dışa mesajdı. Türkiye’nin statüsünü Lozan’da belirleyen Batılı güçlerin hassasiyetlerini gıcıklamak, içerideki batı yandaşlarının vazgeçilmez alışkanlıklarındandır. Ancak bu sayede hükümranlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Son hamlenin başarıya ulaşması hükümetin seçim kararı alması ve seçimlerde yüksek bir oranda oy sağlaması ile imkânsız hale geldi. Türkiye Batı garantili laiklik konseptini/kavramlaştırmasını sisteminin bağlayıcı konumundan uzaklaştırdı. Bu aslında devletin dönüşümü için belirleyici bir tavırdı.

Bir görünen Lozan, bir de görünmeyen derin Lozan olduğunu artık kabul etmek zorundayız.

İçimize sinmediği halde Lozan Andlaşması’nı imzaladık.

Bu görünendi.

Bir de görünmeyen mutabakat var: Yeni Türkiye’nin fikir muhtevası.

Türkiye’nin anlı şanlı inkılâp tarihçilerinin hiçbiri, Millî Mücadele’nin fikir muhtevası ile, Cumhuriyet sonrasının ona tamamen ters ideolojik zeminini tartışmamıştır.

Şöyle bir kıyaslama yapabiliriz: Millî Mücadele Cumhuriyet’ten sonra benimsenen ideolojik dille asla yapılamazdı ve başarıya ulaşamazdı. Çünkü bu ideolojinin kabulleri, o sırada bize Batı emperyalizminin dayatmaları olarak görülüyordu.

İslâmdan uzaklaşmış bir Türkiye, batılıların asırlık hayali idi. Bu “laiklik” olarak formüle edilebilir. Çünkü önemli olan Türkiye’nin İslâmdan uzaklaşmasıdır. Nasıl ad konulursa konulsun.

Peki, Türkiye zaferi sağlayan fikriyatını neden değiştirdi? Bunun kendiliğinden olduğunu, makul çerçeveler içinde seyrettiğini düşünmemiz mümkün değil.

En zayıf zamanımızda Millî Mücadele’nin önderleri İslâm etkeni ile Batı emperyalizmine karşı çıktılar. Dünya müslümanlarının, bilhassa Hind müslümanlarının yükselen tepkisi üzerinden siyasetlerini belirlediler. Sonuca da ulaştılar.

Lozan müzakereleri kesintiye uğrayıncaya kadar İslâm etkeni, liderin dilindeki dinî muhteva, konumunu korudu. Müzakereler kesildikten sona muhteva değişikliği açıkça hissedilmektedir. Nitekim, Milli Mücadele’nin önde gelenlerinin Ankara’da istasyon binasında toplanıp yeni Türkiye’nin geleceğini konuşurken dinin, İslâmın ilk sırada ele alındığını Kâzım Karabekir şüpheye yer bırakmayacak şekilde yazıyor. Bu karmaşada, bazı önde gelenlerin, müslümanlıktan çıkmayı ve hatta hırıstiyan olmayı bile kabul edebileceği anlaşılıyor. Tabiî ki bu şıkkın revaç bulması imkânsızdı!

Türkiye laiklikle kavramlaştırılan İslâmdan uzaklaşma yolunu seçti. Cumhuriyet bu kabuller üzerine kuruldu. Hilafet bu zaruret yüzünden ilga edildi. Türkiye yeni meşruiyet zeminini kendi düşünce muhtevasında değil, batılıların dayattıkları çerçeve içinde belirlemek zorunda kaldı.

Bu 1920’lerde bir zorunluluk olarak kabul edilebilir. 10 yıl savaşmış lider kadronun Batı’ya, o zamanki dünya hâkimi İngiltere’ye karşı duracak gücü kendilerinde görmedikleri anlaşılmaktadır. Düşmanı durdurmanın yolu, onun çizdiği çerçeveye uymakta görülmüştür. (görülmüş olabilir. "Doğruluş")

Türkiye bu zaruretler içinde, taktik icabı, laik olmuştur. Fakat 1928’den sonra bu stratejik bir zemine oturtulmuştur.

Ha laiklik Türkiye’de sözlüklerde, ansiklopedilerde anlatılan muhteva içinde mi uygulanmıştır?

Bunun için bir çok örneğe ihtiyaç yok.

Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin 1930’lardaki Ankara il başkanının Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi olması sağlam bir fikir verebilir!

Bu laikliğin karşılığı bugünkü Diyanet İşleri Başkanı’nın AK Parti il başkanı olmasıdır! İyi ki AK Parti bu laikliği sürdürmüyor!

Türkiye’nin laikliği, döneminde düşman güçlere karşı bir taktikti. Bu içeride derin yarılmalara yol açtı. Zihnimiz ağır hasarlar aldı. Bu yaraların sağaltılması, günümüzün en önemli meselesidir.

(Türkiye ve laiklik konusu yeni yayınlanan kitabımız Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş’te geniş şekilde ele alınmaktadır, Yazar Yayınları 0312 232 05 71, yazar@yazaryayinleri.com)

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: D. Mehmet Doğan
17-10-13
E mail: habervaktim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
LÂİKLİK VE CUMHURİYET (Cumhuriyet'in 90. yılı gelirken)
Online Kişi: 22
Bu Gün: 304 || Bu Ay: 10.200 || Toplam Ziyaretçi: 2.223.209 || Toplam Tıklanma: 52.188.903