ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 765
Yazar: Soner Duman
DOST TATLI SÖYLER!

DOST TATLI SÖYLER!Beni en çok etkileyen hadislerden biri üzerinde durarak buradan bazı sonuçlar çıkarmaya çalışacağım.

Hadise geçmeden önce bir giriş yapalım:

“Dost acı söyler” atasözümüzü çoğu zaman yanlış anlıyor ve uyguluyoruz. Zannediyoruz ki bununla kastedilen şey gerçekleri dostlarımızın kafasına vura vura söylemektir. Bu yaptığımızı da “Benim içim dışım bir”, “ben gerçekleri dobra dobra söylerim”, “benim kimseye eyvallahım olmaz” gibi ifadelerle savunmaya, meşrulaştırmaya çalışıyoruz. Hayır dostum! Yanılıyorsun!

“Dost acı söyler” demek şu anlama gelir: Dostlarımız, bizim hayatımızda bir şeyler yanlış gittiğinde, bazı hal, hareket ve tavırlarımızda hatalar bulunduğunda bunu gizlemezler, yokmuş gibi yapmazlar. Nasıl ki üstümüze, başımıza bir kir ve çamur bulaşsa dostumuz “paçaların çamur olmuş” diyerek bizi uyarıyorsa ve biz de gerekeni yapıp paçalarımızı temizliyorsak aynı şekilde hal ve gidişatımızda da bir bozukluk olduğunda dostlarımız bunu bize bildirir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: “Dostlarımız bunu bize yumuşak bir üslupla, kırmadan, dökmeden bildirirler / bildirmelidirler.”

Eğer dostunuz size pantolonunuzun paçasındaki çamurdan söz ederek “sen ne biçim yürüyorsun arkadaş? Daha yürümeyi bile bilmiyorsun, pantolonunun arkası hep çamur olmuş” derse bize iyilik etmiş olmaz. Bizim pantolonumuzu temizleyeceğimiz varsa bile bu sözden sonra hemen savunmaya geçer ve karşılık veririz: “Ne varmış yürüyüşümde? Ben böyle yürüyorum arkadaş, beğenmiyorsan sen bilirsin! Hem sen kendi pantolonuna bak!”

Her konuda örneğimiz ve önderimiz olan Allah Resûlü (s.a.v.), Rabbimizin belirttiğine göre müminlere karşı çok düşkündü. Onların en küçük bir sıkıntıya uğraması ona ağır gelirdi. O, müminlere karşı şefkatli ve merhametliydi. (Tevbe, 128) Allah Resûlü, ashabının bir yanlış yaptığını gördüğünde buna asla sessiz kalmazdı. Çünkü kötülüklere sessiz kalmak müminin şiarı olamazdı. Ancak o, arkadaşlarını ifşa etmez, onları toplum içinde küçük düşürmez, insanlar arasında isim vererek kimseyi kınamazdı. Bir soruna işaret edeceği zaman “bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar?” derdi. (Ebu Davud, “Edeb”, 6)

“Dost acı söyler” atasözünün Allah Resûlü (s.a.v.) tarafından fiilen nasıl uygulandığına dair şu örnek, söylemek istediğimi çok güzel izah ediyor.

Ebu Zer (r.a.) anlatıyor: Bir gün Allah Resûlüne hitaben “beni memur olarak tayin etmeyecek misin?” dedim. Allah Resûlü hafifçe omzuma dokunarak şöyle buyurdu: “Ebu Zer! Sen zayıf bir kimsesin. Yöneticilik bir emanettir. [Bu emanetin hakkını vermeyen için] kıyamet gününde gerçekten rezillik ve pişmanlıktır. Ancak yöneticiliği hak ederek oraya gelen ve geldikten sonra da hakkını verenler hariç” (Müslim, “İmâre”, 16)

Diğer bir rivayette ise Allah Resûlü’nün Ebu Zer’e şunu söylediği belirtilmiştir:

“Ey Ebu Zer! Ben seni [yöneticilik hususunda] zayıf görüyorum. Gerçekten ben kendim için sevip istediğimi senin için de sevim isterim. Sen sen ol, sakın iki kişiye bile yöneticilik yapma ve bir yetimin malını sevk ve idare konusunda veli olma.”

(Müslim, “İmâre”, 17; Ebû Davud, “Vesâyâ”, 5)

Üslubu görüyor musunuz? Dostluğu görüyor musunuz? Allah Resûlü’nün pek çok kimseyi çeşitli görevler için memur olarak tayin ettiğini gören Ebu Zer de memurluk istiyor. Ama Allah Resûlü onun bu işi yerine getirebilecek liyakatte olmadığını görüyor. Oysa memurluk bir emanettir ve emanetin ancak layık ve ehil olana verilmesi gerekir. Emaneti ehline vermemek emanete hıyanet etmek anlamına gelir. Şimdi düşünün bir okul servisinin şoförü olmak isteyen kimse sürücü ehliyetine sahip olmasa ona çocuklar emanet edilebilir mi? Böyle bir şey yapıldığı anda çocukların canı hiçe sayılmış olmaz mı?

Allah Resûlü fetanet sahibiydi. Basiretli ve dirayetli idi. Ashabından kimin hangi görevleri üstlenebileceğini biliyordu. Her göreve elinden geldiği kadarıyla layık olanları getiriyordu. Ebu Zer’in bu göreve layık olmadığını bildiğinde bu bildiğini söylemekten çekinmedi. Çünkü “dost acı söylerdi”. Ama bunu öyle bir yumuşak üslupla ve beden diliyle yaptı ki… Önce Ebu Zer’in omzuna dokundu, dostça dokundu. Hani arkadaş arkadaşın omzuna elini koyar ya, işte Allah Resûlü de öyle yaptı. Sonra samimiyetini göstermek üzere “ben kendim için neyi sevip istiyorsam senin için de onu istiyorum” dedi. Allah Resûlü –hâşâ- bunu iş olsun diye söylemedi, sırf karşıdakini teskin etmek için söylemedi. Gerçekten öyle söyledi. O değil miydi “hiçbiriniz kendiniz için sevip istediğini mümin kardeşi için de sevip istemedikçe [kâmil anlamda] iman etmiş olamaz” diyen? (Buhârî, “İman”, 6; Müslim, “Îman”, 71)

Bu hadisten çıkaracağımız öyle büyük dersler var ki… Kendi adıma çıkardığım dersleri paylaşayım:

1. Devlete ait her türlü vazife bir emanettir ve emanetler ehil olana verilir. Ehil olmayan kimseleri göreve getirmek doğru olmaz.

2. Memurluk ve yöneticilik gibi kamu vazifeleri dünyada çoğu kimsenin can attığı, heves ettiği işler olmakla birlikte –hakkıyla bu makamlara gelenler ve geldikten sonra da hakkıyla muamelede bulunanlar hariç- kıyamet gününde büyük pişmanlık sebebi olacaktır. Bu makamların hakkını vermeyenler mahşer meydanında rezil-rüsva olacak ve dünyada iken bu konumları elde ettiklerinden dolayı pişmanlık duyacaklardır.

3. Allah Resûlü (s.a.v.), ashabını iyi tanır, her birinin kabiliyetlerini dikkate alır, bir görev yükleyeceği zaman buna göre seçim yapardı. Bizler de etrafımızdaki insanlara bir görev ve sorumluluk yükleyeceğimizde etrafımızdakilerin kapasitesini, sınırlarını, kabiliyetlerini yakından tanımaya gayret etmeli ve sorumluluğu ona göre tevdi etmeliyiz.

4. Allah Resûlü ashabını severdi ama bu sevgisi onun gerçekleri söylemesine engel olmazdı. Eğer siz hata yaptığınızda, yanlışın içine düştüğünüzde dost bildikleriniz sizi uyarmıyorsa, yanlış yolda olduğunuzu söylemiyorsa o zaman onlar gerçek dost olamazlar. Bize kötülük ve yanlışlarımızı haykıran bir düşman, yanlış yaptığımızda bizi uyarmayan, kötülüklerimizi bize bildirmeyen dostlarımızdan daha çok işimize yarar.

5. Allah Resûlü, ashabına uyarılarda bulunurken asla kırıcı olmaz, kimsenin şahsiyetini rencide etmezdi. Bizler de dostlarımıza karşı “gerçeği gizlemek” gibi bir durumun içine düşmeden hakkı ve hakikati söylemeliyiz. Çünkü kâmil bir mümin için bir yanlışa, haksızlığa, kötülüğe sessiz kalmak söz konusu olamaz. Bununla birlikte bunu güzel bir üslupla söylemeli, kırıcı-itici-ötekileştirici bir üslup kullanmamalıyız. “Dost acı söyler” demek, “dost kırarak-dökerek söyler” anlamında değildir. “Dost, gerçek olanı gizlemez ama kırmadan, rencide etmeden söyler” demektir.

Rabbimiz bizleri Allah Resûlü’nün (s.a.v.) sünnetine tabi olan kimselerden eylesin. Bizleri gerçek dostlardan mahrum etmesin.

(Soner Duman/13.Zilkade.1440/16.Temmuz.2019/Salı)

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Soner Duman
16-07-19
E mail: facebook
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DOST TATLI SÖYLER!
Online Kişi: 16
Bu Gün: 307 || Bu Ay: 9.563 || Toplam Ziyaretçi: 2.221.437 || Toplam Tıklanma: 52.166.661