Kategori : / PORTRELER | Okunma Sayısı: 577 |
11 Kasım 1983 Cuma günü Hacıbayram Camii’nden ebedî yolculuğuna uğurladığımız Osman Yüksel Serdengeçti, kendi devrinin büyük fikir savaşçılarından biriydi. Onun hakkında çok şey yazıldı, söylendi. Biz, onu yakından tanıyan yazarımız Mustafa Müftüoğlu ile görüştük. Biz sorduk, Müftüoğlu cevapladı. Aşağıda, Mustafa Müftüoğlu ile yaptığımız mülakatı sunuyoruz.
Osman Yüksel Serdengeçti’nin mücadele devresini bilmeyen yeni nesle onu kısaca tanıtır mısınız?
Efendim, Osman Yüksel’in yayınladığı meşhur Serdengeçti dergisinin hemen başlığı altındaki ibare “Allah, millet, vatan yolunda” idi. Osman Yüksel daima bu yolda yürüyen, bu yolun çilesini çeken ve altmış altı yıllık ömrünü yine bu yolda tamamlayan bir bahtiyar kişidir. 1917 yılında Aksi’de doğan Osman Yüksel, Müftü Ahmed Salim Efendi’nin oğludur. Zannedersem Diyanet İşleri eski reislerinden Ahmed Hamdi Akseki ile hemşerilikten öte bir karabetleri vardır. Osman, ilk tahsilini memleketinde, orta tahsilini Antalya’da tamamlamış ve 1940’ta Ankara’ya gelerek Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne devama başlamıştır.
Osman Yüksel’in Dil-Tarih’e devam ettiği yıllar, Behice Boran ve benzerlerinin bu fakültede at koşturdukları, meşhur komünist Dr. Şefik Hüsnü Değmer’in, Moskova’ya gönderdiği raporda, “Ankara’da çıkan iki Marksist mecmuaya muntazaman rehberlik ettik.” diye andığı Yurt ve Dünya ile Adımlar mecmualarının yayınlandığı ve böylesine bir dergiye zamanın Millî Eğitim Bakanlığı’nın -maalesef- abone olduğu korkunç bir devirdir. Sonraları Büyük Millet Meclisi kürsüsünden açıklanan ve bugün nice vesika ışığında bilinen o yılların komünist tahribatına karşı koyabilenlerden biri de Osman Yüksel’dir.
Serdengeçti dergisi o yıllarda mı yayınlanmıştır?
Hayır! Osman Yüksel, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin son sınıf talebesi iken Ankara’da Atsız-Sabahattin Âli davasının ilk celsesinin hemen ertesi günü Sabahattin Ali’yi dövmüş ve elindeki anahtarla onun gözlüğünü kırmıştır. Sabahattin Âli, malum, nelerden ve nelerden sonra yurtdışına kaçarken Trakya hududunda öldürülen mahutlardandır. O devirde Devlet Konservatuvarı’nda hocalık yapan Sabahattin Âli, Atsız’la arasındaki dava dolayısıyla sokakta Osman Yüksel’le arkadaşlarına hakarete yeltenmiş ve Osman Yüksel tarafından dövülmüştür. Gazetelerin ilk sayfalarında yer alan bu vakayı, rahmetli, o yılların olayları anıldığında, eski Ankara evlerinin o kocaman anahtarını Sabahattin Âli’ye nasıl vurup gözlüğünü kırdığını gülerek anlatırdı.
Sabahattin Âli’nin şikâyeti üzerine Osman, bu kavga dolayısıyla cürm-i meşhut mahkemesine verildi. Hâkim, hakareti karşılıklı görüp tarafları on ikişer buçuk lira para cezasına çarptırdı; ayrıca Osman Yüksel’i, Sabahattin Âli’yi dövdüğü için üç gün hapse mahkûm etti. Zannedersem Osman’ın ilk mahkemeye çıkışı budur.
Bilahare Ankara’daki 3 Mayıs 1944 nümayişine katılan Osman Yüksel tevkif edildi ve Maarif Vekili Hasan Âli Yücel’in emriyle fakülteden tard olundu. O günkü mevzuat bakanın bu müdahalesine müsaitti.
Osman Yüksel’in, vefatına dek devam eden çilesi işte o yıl başladı. 1944 hadiseleri dolayısıyla tevkif edilen Osman, bu davanın tahkikat safhasında korkunç işkence gördü. Tabutluğa atıldı! Ve Osman zayıf, nahif vücudu ile bu işkenceye tahammül edebildi. Gördüğü korkunç işkenceyi sonraları Ankara’da asliye ceza mahkemelerinin birindeki davasının müdafaasında şöyle anlatmıştır:
“Beni sorguya çektiler. Verdiğim cevaplar hoşlarına gitmemiş olacak ki polise emrettiler:
- Götür bunu tabutluğa! Polis beni alıp götürdü. Bir delik açarak,
- Gir buraya, dedi.
- Nasıl gireyim, ben buraya nasıl sığarım? dedim. ‘Sen girmezsen, biz sokarız!’ cevabını aldım. Beni bir çuval gibi bu deliğe tıktı. Baktım; tepemde büyük büyük ampuller yanıyordu. Duvarda zincirler vardı. Terler döküyordum, ecel terleri!”
Osman Yüksel, 1944 olayları davasında beraat etti. Tahliye olduktan sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne tekrar kaydolmak üzere yaptığı bütün müracaatlar neticesiz kaldı. Nihayet Devlet Şûrası kararıyla hakkını aldı ve fakülteye kaydolsundu. 1947 yılının Nisan ayında Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. Bu derginin birinci ve ikinci sayılarında yayınladığı “Bir Fakültenin İçyüzü” başlıklı yazısı dolayısıyla tekrar fakülteden tard edildi. Ayrıca mahkemece altı ay, iki gün hapis ve iki yüz iki lira para cezasına çarptırıldı.
Serdengeçti nasıl bir dergi idi, ne zamanlar yayınlanırdı?
Serdengeçti’nin ne zaman, nerede çıkacağı belli olmazdı. Osman, cezaevi dışında olduğu ve dergiyi basacak matbaa bulunduğu müddetçe Serdengeçti er geç çıkardı. Dergiyi bastırabilmek pek büyük bir işti. Osman, şehir şehir dolaşıp matbaa arardı. Serdengeçti koleksiyonunu karıştıranlar bu gerçeği görürler. Derginin bir sayısı Konya’da, diğeri Eskişehir’de, bir diğeri Ankara veya İstanbul’da; nerede Serdengeçti’yi basacak cesareti gösterebilen bir matbaa bulunursa orada yayınlanırdı. Bu şartlar altında Serdengeçti on beş senede yani 1947-62 arasında yanılmıyorsam, ancak otuz üç sayı yayınlanabilmiştir. Kendisine bunu sormuşlar, “Nedir bu, bu kadar senede şu kadar sayı az değil mi?” demişler. Cevap vermiş Osman Yüksel, “Biz sayı ile değil, tuşla galibiz.”
Efendim, Osman Yüksel’in mücadelesi, mücahedesi ve çilesi değerlendirilirken Millî Şef devrinin şartları göz önünde bulundurulmalı, bilahare büyük gürültülere sebep olup zamanla ancak bir kısmı değiştirilebilen kanunlar düşünülmeli ve Serdengeçti’nin böyle bir devirde yürüttüğü, yürütebildiği mücadele unutulmamalıdır.
1946 ve bilhassa 1950’lerden sonra kendini gösteren serbest yazıp söyleme cereyanı içinde birer kahraman kesiliveren pek çok başmuharrir ve muharrir, o devirde Millî Şef icraatının çılgınca şakşakçılığını yapıp dalkavukluk edebiyatına şaheserler ilave ederken Osman Yüksel, Serdengeçti’yi yayınlayarak mücadelesini yürütmüştür ki bunun mana ve ehemmiyeti büyüktür.
Osman Yüksel’in, Serdengeçti dergisinden başka neşriyatı var mıdır?
Evet! Dergiden başka telif ve tercüme bazı eserleri vardır. Bir ara yayıncılık yapmış, kendi eserleri(nin) yanı sıra daha bazı kitaplar yayınlamıştır. Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?, Bu Millet Neden Ağlar?, Mabetsiz Şehir, Türklüğün Perişan Hâli, Gülünç Hakikatler, Mevlâna ve Mehmed Akif gibi telif eserlerinden başka Pascal, Russo ve Carley’den çevirdiği tercümeleri vardır. Eserleri o yıllarda tekrar tekrar basılmış, kapışılıp satış rekoru kırmıştır. Meşhur bir Kara Kitap’ı vardı. “Hikâye değil, roman değil, hakikat! Kara Kitap! Kara Kitap!” diye bunu yıllarca reklam etti; fakat şartlar müsaade etmedi ve bu mühim eserini bastıramadı.
Osman Yüksel’in mücadelesi yalnız neşriyat sahasında mı oldu?
Hayır! Türk Kültür Ocağı, Milliyetçiler Derneği, Türk Ocağı gibi derneklerde çalıştı. 1965’te Antalya’dan milletvekili seçildi. Ancak particilik yapamadı. Eğriye eğri, doğruya doğru diyor, kulislerde faaliyet gösteremiyordu. Milletvekili seçildiği partiden ayrıldı, bir başka partiye girdi. Üst düzeyde vazife yaptı, neticede oradan da istifa edip çıktı.
Çok espri yapardı deniliyor...
Doğrudur. Esprileri meşhurdur. Ondaki espri kuvveti, hemen her yazısında ve bir ara yayınladığı Bağrıyanık dergisinde sarahatle görülür. Bunlardan bazılarını Gülünç Hakikatler adlı kitabında toplamıştır. Burada tekrarlayamayacağım fıkralarını eserlerinde görmek mümkündür.
Davaları hakkında ne dersiniz?
Osman Yüksel’in pek çok davası oldu. Sabahattin Âli gibi birini dövmekle başlayan davaları, birbirini kovaladı. Mahkemelerden celpname gelmeye başlayınca, “Açın kapıları, Osman geliyor.” der, güler, umursamazdı. “Ayasofya Davası” meşhurdur. Uzun müddet devam eden bu muhakeme beraatla neticelenmişti. Bu davada savcının, Osman’ı “hususî maksat”la itham etmesine şöyle cevap vermişti:
“Benim, Ayasofya Camii olunca ne gibi bir hususi maksadım, menfaatim olabilir? Ayasofya’ya müezzin mi olacağım, imam mı? Asıl hususi maksatları olanlar karayı ak, akı kara göstererek her ne pahasına olursa olsun bizi mahkûm ettirmek isteyenlerdir.”
Meşhur “Malatya Davası”nda da uzun müddet mevkuf kalıp sonunda beraat etti. Bu “Malatya Davası” dolayısıyla Serdengeçti dergisi iki yıla yakın yayınlanamadı! Derginin 20 ve 21. sayıları arasında iki yıl geçmiş, bu müddet içinde Osman, Malatya ve Ankara cezaevlerinde yatmıştır.
Osman Yüksel, lüksten nefret eder, bulduğunu giyer, bulduğunu yer, kendisine dikkat etmezdi. Cezaevleri bu bakımdan onun sıhhati üzerinde pek yıpratıcı oldu. Hastalığına mutlaka bu mahkûmiyetlerin tesiri olmuştur. Kendi dergisinde, sonraki yıllarda Yeni İstanbul gazetesinde ve hastalığının başlangıç devresinde Millî Gazete’deki günlük yazılarında bir yanardağ infilakı gibi gürleyen Osman Yüksel, hayatının son yıllarında yayın hayatından kısmen çekildiyse de o müthiş esprileriyle yine pek çok meselenin püf noktasını gösterivermiştir.
Burada şu hususu bilhassa belirtmek isterim ki mücadelenin zor amma çok zor olduğu bir devirde ortaya atılan ve nice mahkemelere, takibata ve mahkûmiyete rağmen mücadelesinden dönmeyen Osman Yüksel’in, Serdengeçti’si, eserleri ve bütün mücadelesi incelenip ortaya konmalı, Serdengeçti unutulmamalı, yürüttüğü mücadele nesillere örnek olmalıdır.
Necip Fazıl Bey’den hemen sonra Osman Yüksel Serdengeçti’yi kaybetmemizle acımız büyüktür. Takdir-i Hüda böyle imiş... Onlar, şimdi geride kalan gönüldaşlarından dua beklemektedirler. Dua edelim, affı mağfiret dileyelim. Unutmayalım; innâ lillahi ve innâ ileyhi raci’un...
Kaynak: MUSTAFA MÜFTÜOĞLU, YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN, GERÇEK YAYINLARI, Cilt 12, Sayfa: 144-150
Yazar: İlhan Bilgü’nün Mustafa Müftüoğlu ile yaptığı röportaj |
03-02-22 |
||
E mail: dunyabizim.com | Tweet | ||