ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 165
Yazar: Mehmet Sürmeli
İTİKADÎ BİR SAPMA OLARAK SEKÜLERİZM

İTİKADÎ BİR SAPMA OLARAK SEKÜLERİZMHayatın gerek genişlik gerekse uzunluk alanlarında batılılar gibi düşünmeye ve yaşamaya başlayan modern dönem Müslümanları(!) iman alanlarını yüzdelemektedirler. Bu yüzdelemenin oranı hayatlarını vahiy dışı kurallarla anlamlandırma alanlarıyla doğru orantılıdır. Daha açık bir ifadeyle, modernitenin etkisinde kalıp hayatlarına vahiy dışı kurallarla anlam veren bu kişiler politeist bir inanç biçimini tercih etmektedirler. Kur’an-ı Kerim bu konuya şu ayetle açıklık getirmiştir: “Onların çoğu Allah’a, müşrik oldukları halde inanıyorlar.”1

Bütün bunlara rağmen halkın yaşadığı itikadi sapmaların nerelerde olduğunu ve buralardan çıkmak için itikadi tecdidin nasıl olmasını hiçbir sivil âlim(!) ve akademisyen ağzına bile almamaktadır. Kurumların da bu bağlamda hiçbir ciddi ve sürekli çalışması yoktur. Kur’an’ın İslâm itikadına temel teşkil eden ayetlerini ve hükümlerini gündeme bile getirmemektedirler. “Isındıralım, soğutmayalım” yaklaşımıyla hakikat gizlenmekte ve politeist hayat tarzı onay almaktadır.

Hakikatler gizlenmemeli

Dinin kurucusu Allah olduğuna göre, O’nun adına söz söylemekten kaçınılmalı; fakat hakikatler de gizlenmemelidir. Yapılan radyo, televizyon ve diğer iletişim araçlarındaki dini içerikli programlara baktığımızda gördüğümüz şey; İslâm itikadının ehliyetli insanlar tarafından yeterince, ilmi bir üslupla, cesaretli biçimde, toplumun tüm kesimlerini kuşatacak hâlde ve cazibeli bir dille ele alınmadığıdır.

Bütün bu bilgilendirme eksikliğinin sonunda birçok kimse, Allah celle celaluh’un varlığını kabul etse bile birlik alanında O’nu hayatlarına karıştırmamaktadırlar. Sadece Allah’ın varlığını kabul edenler kurtulacakmış gibi bir anlayış hâkim kılınmak istenmektedir.

Doğru bilgiyi elde edememenin neticesinde yanlış tercihlerde bulunan bu şahıslar siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi, eğitim ve değerler alanlarında Allah’a rağmen başka bir hayatı ve Allah’tan başka tanrılarının ulûhiyetini tercih etmektedirler. Kur’an-ı Kerim’i ilahi kitap, Peygamberimizi elçi olarak kabul etiklerini söyleseler bile Kitabın ve Peygamber’in yol göstericiliğini pratikte kabul etmemektedirler.

Kim bunlar?

Laik-seküler siyasi yapılanmaya göre hayatın anlamlandırılmasında en aşkın varlık insandır. Hüküm koymanın ve emretmenin merkezinde bu felsefeye göre insan vardır. İnsanın aşkınlığı ile çatışan din anlayışı laisizm tarafından reddedilir. En azından dinin hayata müdahale etmesine karşı çıkılır.

Hayatın dinle anlamlandırılmasına ve emir alanında Allah’ın mutlak varlık olmasına karşı çıkan laik anlayışa/ politeist inanç biçimine ve seküler düşünce sahiplerine elbette dinin vereceği bir hüküm vardır.

Din, bu kişileri; kendisi hakkında olumsuz ve cahil beyanatta bulunan kötü niyetli, inkârcı şahısları itikadi bir kimlikle isimlendirir. Din hakkında sabah akşam ahkâm kesip yanlış yargıda bulunanlara dinin gerekli itikadi sıfatı vermesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu sıfat hak edilmemiş bir ad değildir. Zira din gereksiz adlandırma yapmaz. Hiçbir Rabbani âlim de bu ismi gereğinde hak edenler için kullanmaktan kaçınmaz. İnsanların temel tercihleri, vahye bakış biçimleri, hayata anlam veriş tarzları, hukukun kaynağını algılayışları insanların dinen kazanacakları adlarla ilgili ipuçlarıdır.

Bu bağlamda şu hususu yinelemekte yarar görüyoruz; sekülerlik adına dine ve dini değerlere söven kişileri din Müslüman kabul etmez. Velev ki daraldıklarında “Biz de Müslümanız” deseler bile. Onların “Müslümanız” demelerindeki esas amaç, Müslümanlıkla beraber seküler de olunabilir hezeyanını yutturmak içindir. Hâlbuki “Bir şey aynı zaman ve şartlar içerisinde hem var hem yok olamaz” veya Peygamberimizin dilinden ifade edersek; “İman ve küfür (aynı anda) bir kimsenin gönlünde bir araya gelemezler.”2

Orada oturmayın!

Dinimiz itikaden sapıtmış kişilerle; kâfir, zalim, müşrik, münafık ve neo-mürtetlerle bir araya gelip ortak paktlar kurmayı ve onların meclislerinde bulunmayı şu ayette kesinlikle yasaklamıştır: “Ayetlerimizle ilgili, bilgisizce, dalga geçerek, ileri geri konuşmaya dalanları gördüğün zaman, başka bir konuya geçtiklerini görünceye kadar onlardan uzak dur, onların faaliyetlerine engel tedbirler al. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk, inkâr ile isyan ile baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen zalim kavimle birlikte oturma.”3

Yüce Allah, ayetlerinin inkâr edildiği, yalanlandığı, alaya alındığı meclislerde Müslümanların oturmasını Mekke döneminden itibaren kıyamete kadar yasaklamıştır. Din aleyhtarı çirkin sözleri duyunca Müslümanların, bu tip toplantıları protesto etmelerini istemiştir. Bu yasaklı meclislere, dine bidat sokmak isteyen sapıkların meclisleri de girmektedir. Allah’a isyan içeren ve muharramatın pervasızca işlendiği bu meclislerin tamamı zaman ve mekân üstü olarak protesto edilmenin kapsamı içerisindedir.4

Bu ayet Müslümanlara teyakkuz hâlinde ve çevreye karşı duyarlı olmayı öğretmiştir. Her Müslüman en yakınından uzağa doğru dinine hakaret ettirmemekle görevlidir. İman etmese bile kimsenin İslâm’a hakaret etme ve sövme özgürlüğü yoktur. Bu ayetle ilgili görüş belirten Said Havva gibi bazı âlimler, Müslümanların dar’ü-l harp yerine dar’ü-l İslâm da yaşamayı tercih etmelerine; dar’ü-l İslâm inşa etmelerine dair yorumlar yapmışlardır. Zira İslâm’ın hâkim olmadığı siyasada birileri dine ve dini değerlere küfredebilirler.

Hakkın hakimiyeti

Bunun da çaresi ayette işaret edildiği üzere İslâm’ın referans alındığı siyasal bir yapıyı kurmaktır. Böyle bir siyasada kimse ne ayetlerle alay edebilir, ne de haramlar Allah’a savaş savaş açar gibi alenice işlenebilir. Herkes haddini bilir. İmam Malik’in deyimi ile “Batıl hakka galip gelirse yeryüzünde anarşi ve fesat doğar. Hakka tabi olmak kurtuluştur. Batılın azı da çoğu da (insanı ve toplumu) helak eder.”5

Batıl yerine hakkın egemen olduğu bir dünyayı kurmak her Müslümanın asli görevlerindendir. Aksi hâlde hep zalimlerle beraber olur ve ayetlerin alaya alınmasını kanıksaya bilirsiniz. Asıl helak da budur. Zulmün egemen olmaması ve önlenmesi için öncelikli yapılması gereken, zalim idarecileri egemen konuma getirmemektir.

Allah Teâlâ, İbrahim Peygamber’i belirli alanlarda denedikten sonra önderlik makamına getirmiştir. Bakara Suresi’nin 124. ayeti O’nun soyundan olup da Hazreti İbrahim aleyhis selam’ın itikadi ve ahlaki vasıflarıyla donanmayanların salt dedelerine nispetle liderlik konumunda olamayacaklarına dikkat çekmiştir. İslâm’da yönetim soyla değil; emanete liyakatle şekillenir. Çünkü insanın soyunu belirleme kudreti yoktur. Dolayısıyla özgürlük alanına girmeyen şeylerle insanlar arasında farklılık iddia etmek ve üstünlük taslamak cahiliye âdetidir.

Evrensel mesaj

Müslümanlar için bu ayetin evrensel mesajı; insanda zulme ait nitelikler yok edilmeden yöneticilik görevi vermenin yasak oluşudur. Zira ayetteki “zulüm” ifadesi şirk ve küfür anlamına geldiği gibi, adaletten ayrılmak ve günahlara dalmak anlamına da gelir. Hâlbuki dinimizde yönetimi meşru duruma getiren iki temel kaide; ilim ve adalettir.

Adaletten ayrılan yöneticilerin meşruiyetinin düşmesi gerekirken, sonraki dönemlerde fitne çıkar endişesiyle fasık, facir ve zalim idarecilere itaat edileceği Sünnilik adına vurgulanmıştır. Lokal ve krala yaranma adına yapılan çirkin uygulamaları öne çıkararak Sünnilik böyledir demek de bir zulümdür. Çünkü Sünniliğin genlerinde zalim idarecilerle ortak hareket etmemek; zalimlere değil iktidar vermek en ufak bir meyil bile duymamak vardır.

Sünni imamlarımızdan Ebu Hanife Hazretleri, gerekli şartları taşımadığı ve Peygamber Efendimiz’in torunlarına göre çok eksiği olduğu için Abbasi meliklerinden Mansur’a kıyam etmeyi önermiş ve bu mücadelesini şehit olana kadar sürdürmüştür. Bütün malını mülkünü Ehlibeytten olan İbrahim en- Nefs’ü-z Zekiyye’nin imameti için harcamıştır. Sünni geleneğin diğer imamlarının da benzeri mücadelelerine tarih şahittir. İmam Malik, İmam Şafi ve Ahmet bin Hanbel’in çektiği sıkıntılar ve gördükleri işkenceler müsellemdir. İmamlarımızın hiç biri zulme ve zalim idarecilere onay vermemiştir.6

Kur’an ve Sünnet’in hükümleriyle çatışan bir Sünnî gelenekten bahsetmek ilmi ve insaflı değildir. Lokal olayları Sünnilik genellemesi içerisinde vermek tarihi bir yanlıştır. Hatta diğer ekollerle kıyaslarsak Sünnî gelenek daha da pak ve temizdir. Tarihin tozlu sayfalarından tekil örneklerden yola çıkarak genelleme yapmak en azından insafsızlıktır.

Neo sünnilik

Bu bağlamda yeri gelmişken şu olayı da hatırlatmakta yarar görüyoruz. Meşhur bir yazar Abbasiler döneminde görev alan İmam Ebu Yusuf’la ulemanın kırılma yaşadığına dikkat çekmiş ve onu ilmi kariyerini siyasanın emrine vermekle itham etmiştir.

Hâlbuki Ebu Yusuf’un zalim idarecilerin zulmüne fetva verdiğine veya zulmü onayladığına dair hiç kimse bir tek örnek bile gösteremez. Bilakis zulmü önlemesi ve ehliyetsiz kimselere ilmi dereceler verdirmemesi ile ilgili onlarca örnek vardır.

İslâm âlimlerine saygısızlık içeren bu tip yazılarla yetişen türedi jenerasyon ulemaya sövmeyi bu adamlar sayesinde alışkanlık hâline getirdi. İnsana günah olarak bu bile yeter de artar bile. Bu meyanda şunu da açmakta yarar görüyoruz. Ülkemizin bazı ilahiyatçıları edindikleri yanlış bilgi ve tikel uygulamalardan yola çıkarak “Sünniliği bombalamak” tezi üzerinde durmaktadırlar.

Bu absürt ifade ile her hâlde zulme onay veren tarihi Sünnilik(!) yerine modernitenin etkisinde olan ve batılı değerlerle çatışmayan neo-sünniliği inşa etmektir. Bu Sünniliğin omurgasını cihaddan uzak durmak, hayatın genişlik alanında dini devreye sokmamak, dünya finans sistemi ile çatışmamak, dinin iktidar talebinin olmadığını deklare edip laikliğin biricik kurtuluş yolu olduğuna iman etmek oluşturmaktadır.

Laisizmin biricik yol olduğu tezini savunan bu akademik zevatın asıl sorunu dünyadaki gelişen olaylara Kur’an ve Sünnet’ten çözüm üretememektir. Felsefe okuyup din okumamaktır. Herhangi bir tezden ziyade bu adamlar medyadaki bazı tarikat erbabının ve geleneğe bağlı akademisyenlerin düşünceleri ve söylemleri üzerinden konuşmaktadırlar.

Tek şükrettikleri ise, tutundukları laik anlayışın kurumsal hâle gelmesidir. Yazıları ve konuşmalarının tamamında dünya sisteminin egemenlik ve varlık alanlarına göre dinin indirgemeci bir yorumu hâkimdir. Dinin başta ceza hukuku olmak üzere yaptırımlarının ya inkârı ya da mutlak tarihselci yaklaşımla dondurulması söz konusudur.

Epistemolojik bağlamda rasyonalist olduklarından dolayı içeriden birisi olarak gavurların bile aklına gelmeyen aykırı fikirler zaman zaman onlardan sadır olabilir. Velhasıl bu zevat ile eskiye sözde bağlı olup da yeni bir şey söyleyemeyenlerin ortak noktası çözüm üretememek ve laisizme pratik anlamda zemin hazırlamaktır. Dini anlamda boşlukta bırakılan gençlerimiz de bu boşluğu ideolojilerle doldurmaktadırlar. Sünniliği bombalamak isteyenler, kendilerince İslâm’ı yetersiz bulup ideolojik sapmalarla din değiştiren bu gençlerin itikadi sorunlarına çözüm bulsalar daha iyi olmaz mı?

Meşrebi geniş bir yapı

Özellikle son yıllarda bazı akademik çevreler Sünniliğin Maturidi ve amelde Hanefi yorumunun öne çıkarılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu zevata göre Hanefilik ve Maturidilik İslâm’ı amelde öne çıkarmayan ircacı/ mürcie yorumudur. Onlara göre İslâm hiç yaşanmasa da günahlara dalınsa da kişi Müslümandır. Hanefilik ve Maturidilik sanki böyle bir sapıklığı onaylıyor gibi bir düşünceyi öne çıkarmak istemektedirler.

Hatta kaynakları doğru ve metodik anlamakta zorlanan bu kişiler “Akli nesh” diye uydurma bir kavram icad ederek aklın ayeti nesh edebileceğine Hazreti Ömer radıyellahu anh’ın uygulamasından yola çıkarak delil(!) getirmişlerdir. Şunu unutmamak gerekir ki nesh vahiy dönemiyle mukayyettir. Resulullah’ın vefatından sonra nesh olmaz. Ayrıca nasih ve mensuh birbirine denk olmalıdır.

Sahabi kavlinin veya uygulamasının ayete denk olduğunu tarihte savunan olmamıştır. Akli nesh kavramıyla ve irca düşüncesiyle bu zevat; ayetleri uygulamamakta bir beis yoktur; maslahat bunu gerektiriyorsa vahiy terk edilebilir, demek istemektedirler. Buradaki amaç; düşünce kabızlığı çeken bu zevatın moderniteye ve sekülerizme egemenlik yolu aramaları ve yenidünya sistemiyle çatışmaya girmek istememeleridir.

İmam Maturidin Te’vilat’ını elinden düşürmeyen biri olarak biz de iddia ediyoruz ki İslâm karşıtı gruplarla hesaplaşma ve İslâm toplumunun inşası yolunda bütün mücadeleci damarlarımızı besleyen İmamın Te’vilat’ıdır. Sekülerizme egemenlik yolu açan veya ayetleri uygulamaktan düşüren tek bir yorum bile yoktur bu muhteşem eserde.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mehmet Sürmeli
15-07-23
E mail: irfandunyamiz.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İTİKADÎ BİR SAPMA OLARAK SEKÜLERİZM
Online Kişi: 14
Bu Gün: 141 || Bu Ay: 9.803 || Toplam Ziyaretçi: 2.222.214 || Toplam Tıklanma: 52.173.953