ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 128
Yazar: Ömer Lekesiz
DİL OLDUN MU Kİ SÖYLEYESİN?

DİL OLDUN MU Kİ SÖYLEYESİN?Şunu sormuştuk: Ruh ve kalbin delaletiyle şaire gelen vârid, havâtır, fütûhat, şevâhid, levâih, bevâdî, tecelliyat, ilhâmat… kelimelerinin anlam yelpazesi içinde onu tümüyle pasifleştirmiş olmaz mıyız?

Soru şiirle ilgili bugünkü algıya göre sorulduğu için problemli olduğu kadar, aynı düzeyde bir cevabı gerektirmesi nedeniyle de problemlidir.

Çünkü bugünkü ezberimizi, yani İslam dışı düşüncelerle kirlenen ve bu sebeple bilgiden çok malumata bitişen bilgimizi unutmayı teklif ederek şiiri konuşmaya çıktığımız bu yolda bunun ne kadar zor olduğunu önce kendimizden görürüz. Örneğin felsefeyi, sorudaki terimleri de içine alan hikmetin karşılığı olarak kullandığımızı vurgulamakla birlikte hâlâ bunları eşanlamlı sayma gafletinden tümüyle kurtulamıyoruz.

İslam’da hikmet felsefenin fevkindedir; zira, kelamcılar, fakihler, mutasavvıflar, münevverler, mütefekkirler, hakimler ve filozoflar hikmeti nefs bilgisi ve terbiyesiyle birleştirerek ele almışlardır.

Buna göre yukarıdaki soruyu cevaplayabilmek için sadece İslam düşüncesinde kristalleşebilen şu iki hususa işaretlememiz gerekir:

1-İnsanın ruhundaki ve kalbindeki açıklık onun iradesini aşkındır. “Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir.” (Hadîd 57:1) mealindeki ilahi hüküm gereğince söz konusu açıklık pasifliğe değil bilakis muhataplık esasında aktifliğe delalet eder. Çünkü her oluş ve olay Allah’ın yaratışına tabidir ve bundan doğan hareket âlemin tamamına yayılmıştır.

2-Nefs bilgisi pasifliği kabul etmez. Zira “Nefsini bilen Rabbini bilir”; “Rabbini bilen nefsini bilir”; “Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır”; “Neyi aradığını bilmek için bulmuş olmak gerekir, bulmayan neyi arasın” söyleyişlerinin emzirdiği bir hareketten; diğer bir söyleyişle İbnü’l-Fârız’ın “Göz kesil ve gör, kulak ol duy, dil ol söyle! ‘Cem’ doğru yolu en iyi gösterendir.” beytinde dile getirdiği sonsuz çabadan söz ediyoruz demektir.

Bunlarla aynı zamanda -İbnü’l-Arabî’nin izinden giderek- gözünün önündeki dünyaya gözlerini dikerek bakmanın gereksizliğini, göz görme kabiliyetini yitirdiğinde aklın da hemen sakatlanıverdiğini; ölülerin dünyasından alınan bilgilerin ölümlü, sadece Diri’den alınan bilgilerin diriliğe sebep olabileceğini haber vermiş oluruz.

O halde nefsi ve ondaki ruh ile kalbe Tesir edenle tesir edilen arasındaki ilişkiyi bilmeden yukarıdaki soruyu cevaplamaya kalkışmak, ancak Allah’ın ve Peygamberi’nin verdiği ilim ve haberler ışığında nefsini bilmeyi bir yana bırakıp, kendi ben-cil-liğini teşrih masasına yatırarak parlatmakla mümkün olabilir.

Bu aynı zamanda İslam şiiriyle, başka ümmetlerin edebiyatları arasında giderilmesi mümkün olmayan farkın nirengi noktasıdır ve bu manada gerçek rekabet (savaş), Allah’ın ve Peygamberi’nin hakkını gözeten tutumla, salt ben-cil-liği ilahlaştıran edebî tutum arasındadır.

Bu genel bakışta ille de bir ayrım gözetilecekse, bu ancak ilim ve hikmeti verenin, hüküm ve hikmetin de sahibi olan Allah (Bakara 2:129), hikmeti kime vereceğini takdir edenin de yine O oluşuna göre yapılabilir ((Bakara 2:269; Kehf 18:65).

Yine de bu durum Kelime-i tevhidin aksine işlemez. Bilakis muvahhitliğe göre işler, yani Allah’ın -kafire küfrünü süslü göstererek onun azgınlığını artırmayı murat etmediği sürece- küfredeni ödüllendirmesi ilgili sıfatlarıyla çelişir.

Yazımızın başındaki sorunun cevabını, bilinmesine bağlı kıldığımız nefs, burada ağırlıklı olarak başvurduğumuz üzere sadece tasavvufun meselesi de değildir. Bilakis ilmi ve haberleri Kur’an ile hadislerde verilen ve hikmet yoluyla varidleri, ilhamları… da içine alan nefs bilgisi, örneğin İbn Bâcce’deki gibi tasavvuf dışında da tesis edilebilir.

Kitabü’n-Nefs’inde (Trc.: Burhan Köroğlu), bütün ilimlerin nefs ilmine muhtaç olduklarını ve nefs bilinmeden, mahiyeti tam öğrenilmeden, ilimlerin ilkelerinin tam öğrenilmesinin mümkün olmadığını söyleyen İbn Bâcce, “Kendi nefsini bilmede güven vermeyen biri, başkası hakkındaki bilgisinde daha güvenilmez sayılmaya layıktır. Kendi nefislerimizin mahiyetinin durumu veya nefsimiz hakkında söylenenlerin doğru veya yanlış olduğunu bilmezsek, başka konularda öğrendiklerimize güvenilmemesi tabiidir. Diğer taraftan, nefsi bilmek, araştırmacıya, kendileri olmaksızın doğa biliminin kemâle ermeyeceği öncülleri almada (kavramada) bir güç kazandırır. Medenî hikmetlere gelirsek, nefsin durumunu bilmeden o alanda sağlıklı bir hüküm vermek de mümkün değildir.” diyerek nefs konusunu hikmetin içinde ama tasavvufun dışına taşımıştır.

Bu noktada şunu sormamız gerekir: Nefs bilgisi ve terbiyesi ile şiirin ilişkisi nedir?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
22-08-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DİL OLDUN MU Kİ SÖYLEYESİN?
Online Kişi: 28
Bu Gün: 535 || Bu Ay: 5.961 || Toplam Ziyaretçi: 2.236.688 || Toplam Tıklanma: 52.307.141