ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 240
Yazar: Mustafa Çelik
Eylemin asâleti söylemin şehvetinden üstündür

Eylemin asâleti söylemin şehvetinden üstündürAllah’ın arzında Müslümanlardan olup uzun konuşanları az, az konuşanları da uzun dinlemek gerekir. Akılları gözlerinde, kuvvetleri dillerinde olanlar amelin katili, sözün de kahramanı olmaktan öteye geçemezler.

Amelin asâleti, eylemin de şehveti vardır. Ülkemizde lâ dinilerin telkinleri neticesinde akide felsefileştiriliyor, ibadetler adetleştiriliyor, din ideolojileşiyor, Şeriatsız bir İslam’a bizi ikna etmek için başvurmadıkları yol kalmıyor. Tabii ki içi boşatılmış dindarlık, kindarlığı çoğaltıyor. Hilafetin ilgasından bu yana ülkemiz kültürel inkâr’dan kültürel intihara doğru gidiyor.

İslâm ile idare olunmayan ülkemizde özü zedelenmiş, göze hoş gelen gösteriş dindarlığı prim yapıyor… Bir ucu riyaya diğer ucu ranta uzanan, rıza-i İlahi’nin teğet geçildiği günlerden geçiyoruz… Dinimizin ve dindarlığımızın aleni düşmanlarından kendimize, şehrimize ve ülkemize idareciler seçiyoruz. Acaba dünya için dinden mi vazgeçiyoruz? Eşkıyaya duyulan muhabbet ne kadar gözlerimizi perdelemiş?

Toplumda yapmadığı şeyi söyleyenler, söylemin şehvetine köle olanlardır. Onlar hep yapmadıkları şeyleri söylerler ve yapmadıkları şeylerle övülmelerini arzu ederler. Rabbimiz haber veriyor:

“Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” ( Âl-i İmran Sûresi/ 188)

Yapmadığımız şeylerle methü sena olunmaktan hoşlandığımız günden bu yana söylemin şehvetine yenik düşmüşüz. İslâm’ın yerine Müslümanları koymuşuz. Ve İslam’a uygun olmayan birçok şeyi Müslümanların menfaatine, Müslümanlar için diyerek meşrulaştırıyoruz. Aslında Müslümanların menfaati dediğimiz şey de kendi menfaatimizdir. Tamamen şahsi menfaat başka ambalajlar içinde sunuluyor. Din adına kendi çıkarları için yola çıkanlar, kendilerini Allah’ın dininden çalanlardır.

Allah’tan gelmiş olan din Allah’a açılan kapıdır. Dini duvara dönüştürenler, amelin asaletindeki erdeme akıl erdirmeyip sözün şehvetine teslim olanlardır. Şunu bilelim ki; Allah’tan gelmiş olan din duvar değil, kapıdır insanı köşeye sıkıştırmaz, köşeye sıkışanları, sıkıştıkları yerden kurtarır. Dinin kurtardığı elbetteki kurtulur.

Allah için ortaya konulan bir salih amel, binlerce sözden daha tesirlidir. Nitekim bir gün Rasûlüllah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Rasûlüllah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevâbı verdi:

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu.) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Sünen-i Nesâî, Zekât, 49)

Demek ki yapılan hayırların miktarından ziyâde, hangi fedakârlık seviyesinde yapıldığı mühimdir. Meselâ Yermük Harbi’nde, can çekişip susuzluktan inlerken, bir başka yaralı din kardeşini kendilerine tercih ettikleri için susuz hâlde son nefesleri veren üç şehîdin bir kırba suyu, belki nicelerinin dağlar misâli büyük görünen hayır-hasenâtını -fazîlet bakımından- geride bırakmıştır.

Zira Allah indinde amellerin kıymeti, onların miktarına değil, hangi kalbî keyfiyetle îfâ edildiğine bağlıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

“O (Allah) ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan etmek için yaratmıştır…” (el-Mülk, 2)

Dikkat edilirse Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede; “ekserü amela” değil “ehsenü amela” buyuruyor. Yani Allah katında “çok amel”in değil, “ihlâsla yapılan sâlih amel”in mühim olduğunu haber veriyor. Amelen geri kalanları nesebleri ileri götüremediği gibi, söylemleri de ileri götüremez.

Dünyanın neresinde hangi zamanda ve hangi mekânda olursa olsun, adalet elbisesi giydirilmiş zulüm karşısında taabbudi amelinin sınır ve hukukunu muhafaza etmek için murabıt ve mücahid olmak gerekir. İnsan amellerinin sahih olmasını garanti edemez. Salih amellere öyle gizli afetler karışır ki bırakın onu def etmeyi anlamaya bile kudreti yetmez. İnsanın kendi amellerindeki salahı dahi hak etmediği biliniyorsa, hiç kimsenin bilmediği gaybi karşılıklar hakkında ne diyebilirsin? İnsan amelle hem mahlukiyetini hem de merzukiyetini gerçekleştirmektedir. Halık’la olan ilişkiler yani mahlukiyet salihat ile Rezzak’la olan ilişkiler yani merzukiyet ise tayyibat ile gerçekleştirilir. Kulun merzukiyetinin bir üst basamağı ise memnuniyettir. Memnuniyet, kula kaybettiği ihlası kazandırarak bir minnet (ilahi ihsan) bahşeder. Zira minnet hak etmediğimiz bir rızıktır. Mü’min amelden önce Allah’tan bir bedel talep etmekten bütünüyle sıyrılmalı, nefsinin aciz olduğunu idrak etmeli, el-Mennân olan Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlerin şükrünü eda edemeyeceğini kabul etmeli, nihayetinde külli bir cihada girişmelidir. Dinde cihadımız kadar canlıyız!

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mustafa Çelik
08-05-24
E mail: yeniakit.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Eylemin asâleti söylemin şehvetinden üstündür
Online Kişi: 15
Bu Gün: 301 || Bu Ay: 8.113 || Toplam Ziyaretçi: 2.240.806 || Toplam Tıklanma: 52.361.003