Aslında Avrupalılar bizde bu anlayışlardan etkilenen bir laikçi düşüncenin yaygınlaşmasından oldukça memnundu.
Bizi bütün dünyanın giderek laikleşeceği ve bizim de buna ayak uydurmamızın uygarlaşmamızın şartı olduğuna inandırdılar.
Bu dolduruşla Türkiye’de Avrupa’da bile emsali görülmemiş bir radikal laiklik politikası uygulandı. Din siyasal ve toplumsal hayattan adeta süpürülmeye çalışıldı. Bunda ne kadar başarılı olduğu ayrı bir şey ama bizi radikal laiklik trenine bindirirken eşzamanlı olarak kurulmaya çalışılan ve gerekçesini Kitab-ı Mukaddes’ten alan bir devlet kurmakla uğraşıyorlardı.
Bizi kendi Şeriatımıza, kendi kitabımıza, kendi kültürümüze ve tarihimize yabancılaştırıp düşmanlaştırırken onlar kendi kitaplarına daha radikal bir biçimde sarıldılar. Biz çağdaşlaşmanın şartının dinle araya mesafe koymak olduğunu onlardan öğrendik ama onlar sadece bizim kendi dinimizden, kitabımızdan uzaklaşmanın yeterli olacağını hesapladılar aslında.