ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 3836
Yazar: C.Yakup Şimşek
TDK'NİN YOLU - 4

(TDK’den Bir Düzine Hata – 29) 

Doğu – Batı Yolları ve TDK

Doğu Yolları

1000 sene önce yalnızca yol ve yolağı bilirdik.
O sıralarda İslamiyet’le tanıştık ve daha geniş, ferah, kullanışlı yollar gördük: sırat, tarik, cadde, sokak, sebil; rah / reh, şahrah / şehrah, hıyaban…
Bu yeni yollar bizim eski yolumuza birtakım inceliklerle farklı yönler kazandırdı: Bazısı büyük ve geniş yol; kimisi ağaçlı ve geniş yol; kimi de dar ve kısa yol demekti.
Türkçe birçok şiirin bunlarla allanıp pullandığı, bu sözlerden bir kısmını halkın sevip kullandığı görülür. Bir atasözünde "Akıl için tarik birdir." denmiştir.
Bunlardan bir kısmı Türkçeye yol dışında manalar da kazandırmıştı: Mesela sırat “mahşer günü üstünden geçilecek olan köprü” nün de ismiydi.
Kaamûs-ı Türkî
de sırat köprüsünün gerçek manası yanında mecazi manası da verilmiş: “pek sarp ve muhâtaralı yol.” Bugünkü TDK lügatlerinde bu mana yok. Onu sırat köprüsünden geçmek tabirine bırakmış olmalılar: “bir iş yapılırken sıkıntılı, eziyetli durumlar içinde kalınmak.”
Hele sebil denince yoldan önce akla gelen neler vardı:
1. Mübarek günlerde hayır için dağıtılan içme suyu.
2. Ekseriyetle camilere bitişik ve kendine has mimariyle yapılarak hayır için içme suyu dağıtılan taş yapı, sebilhane.
3. Meyan kökü şerbetini bir hayır için dağıtma.
Farsça asıllı
rahımız yolumuzla tıpatıp aynıydı ve ozanlarımızca da benimsenmişti. Mesela Sümmânî şöyle diyordu:

Sümmânî bîhaber değil bu râhdan;
Asla kurtulmadı hicrandan, âhdan

Yolumuza yoldaş olan bu rah, bazı arkadaşlarıyla el ele verip Türkçeye değişik ve birleşik sözler de kazandırmıştı: şahrah / şehrah, gümrah, harcırah, rahvan, rehber, rehgüzar, rehnüma, rehyab, rehzen gibi…
Bunlardan şahrah / şehrah kelimesinin Kaamûs-ı Türkî’de “Büyük cadde, tarîk-i sultânî” şeklindeki izahının yanında “şaşırılması mümkün olmayan doğru ve açık yol" diye tarif edilmiş ve "şehrâh-ı adâlet” ile misallendirilmiş olan mecazi manası da var ki TDK lügatlerinde böyle ince ve hususi bir manaya gelen bir tek kelime yok. Zaten şahrah kelimesinin kendisini de bulamazsınız…
Bereket versin ki başka lügatlerde şahrah da bulunuyor, o mana da… Mesela Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde, D. Mehmet Doğan’ın Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ünde ve Kubbealtı Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te… Doğan Büyük Türkçe Sözlük’te şahrah için Yahya Kemal’in Selîmnâme’sinden şu beyit örnek verilmiş:
Tebrîz’e doğru çıkdı sefer şâhrâhına,
Ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına…

Bir de gümrah var ki herkes kullanır: Yedi asır önce “Bir dem gelir gümrâh olur, miskin Yunus hayrân olur…” diye gönlü çalkanan Yunus Emre’den, bugün “En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti…” diye yanan Yavuz Bülent’e kadar…
Farsça aslında yolunu kaybetmiş” demek olan bu kelime Türkçemizde farklı manalar kazanmış. Bunları TDK’den aktaralım:
“1. Aşırı derecede büyümüş.  2. Deli dolu, gür akan (su). 3. Yüksek, kuvvetli (ses). 4. Uzun, sık ve dalgalı (saç).”
TDK bu manalardan yalnızca ilkine örnek cümle vermiş. Hâlbuki ikincisi için de Yavuz Bülent’in yukarıdaki mısrası ne kadar uygun düşerdi… Fakat bu eksiklikten daha düşündürücü olanı, TDK’mizin bu hareketli ve bereketli kelimeye
eskimiş” yaftasını takmış olmasıdır…
Rehber
de yedi asırdan beri kılavuzun yol arkadaşı… Türkçemizin rehberi 1930’lardan itibaren TDK tarafından “Osmanlıca artığı,  yabancı, Türkçe karşılığının bulunması gereken bir kelime olarak dilimizden kovulmak istenmiş. Bu hatanın meşru bir mazereti olamaz. Nasıl ki seyyah veya gezginin yerini alan turiste ses çıkarılmıyor, rehbere de farklı gözle bakılmamalıydı. Kaldı ki rehberimiz, kılavuza köstek değil, destek olmuştur. Nitekim bugün turistleri kılavuzlar değil rehberler gezdiriyor.  Ama gezilen yeri tanıtan ve turiste böylece yol gösteren kitaplar da rehber değil kılavuz...
Yol üstünde sakametli ve kötü niyetli şahıslar da vardı: Mesela rehzenler... Evet, rehber
nasıl yol gösteriyorsa rehzen de yol kesiyordu. Aşağıdaki meşhur ve hikmetli beyit bu ikisini yan yana getirip dikkatimizi çekiyor, hayat yolunda karşımıza çıkacak en büyük tehlikelerden biri hakkında hepimizi uyarıyordu:
Mîzâna vur görüşdüğün ahbâbı, el-hazer
Rehber tasavvur eylediğin, rehzen olmasın!..


Batı Yolları

TDK’miz Doğu'dan gelen sırat, tarik, cadde, sokak, sebil; rah / reh, şahrah / şehrah, hıyaban kelimelerinden sokak dışında hepsine yolu gösterdi, çoğunu da yolladı.
Ya Avrupa’dan gelen yollar: patika, bulvar, şose, ray, rota?.. Bunların hiçbiri yabancı sayılmadı. 1930’ların Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda da 2010’ların Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu’nda da… Şurası var ki 1978’in Özleştirme Kılavuzu’nda patikanın karşısına keçiyolunu, bulvarın önüne de genyolu koymuşlar. Bu, göz boyamaydı, zevahiri kurtarma tavrıydı: “Bakın biz Batı’dan gelenlere de öz Türkçecilik yapıyoruz…”
Öz Türkçecilik yolunda genyolu kullanan bir tek yolcu var mı acaba? 
Avrupa’dan gelen patikanın manası, lügatlerdeki tarifine göre bizdeki yolak ve keçi yolu kelimelerinde mevcut. Nitekim Güncel Türkçe Sözlük’te yolak ve keçi yolu maddelerine baktığınızda patikaya yollanıyorsunuz. Patika
için yapılan tarifse şöyle:
“Engebeli yerlerden gelip geçenlerin ayak izlerinden oluşan, tekerlekli araç işlemeyen dar yol, çığır, keçi yolu, yolak.”
Demek ki Nişanyan’a göre aslen Yunanca, TDK’ye göre ise Bulgarca olan patikaya karşılık olmak üzere Türkçe kelime bulmak hiç de zor değildi. Çünkü aynı manada ve hazırda iki adet Türkçe – hem de öz Türkçe – kelimemiz vardı: yolak ve keçi yolu. Buna rağmen TDK’miz yalnızca Özleştirme Kılavuzu’nda patikayı yabancı ve atılması icap eden bir kelime olarak görmüş, karşısına da keçiyolunu sürmüş. Bugün ise – yukarıda da belirttiğim gibi – TDK lügatlerine ister yolaktan ister keçi yolundan girin, karşınıza hep patika çıkartılıyor:
Hemşerim, yolağı da boş ver, keçi yolunu da… Sana patikayı tavsiye ederim. Patikadan yürü de ciğerine Balkanların mis gibi havası dolsun…
Avrupalı bulvarda ne var, biraz da ona bakalım: Fransızcadan gelen bulvarın meziyetleri Farsçadan gelen hıyabanda da var: geniş ve ağaçlı yol. Nitekim Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda hıyaban karşılığında ağaçlı yol denmiş; Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca–Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde hıyaban kelimesinin Fransızca karşılığı bulvar olarak kayıtlı.
TDK Güncel Türkçe Sözlük ise bulvarın tarifini yapayım derken hıyabanı da tarif ettiğinin belki farkında bile değildir:
Şehir içinde ağaçlı, geniş cadde.”
Bulvar için verilen örnek cümle nerdeyse tarife ihtiyaç bırakmıyor:  "İki tarafı ağaçlık bir geniş bulvardan geçiyor, mütemadiyen gidiyorduk. "
Refik Hâlid Karay
bu cümlede bulvar yerine hıyaban deseydi de fark etmezdi. Belki TDK’ye ayıp etmiş olurdu, o kadar...

Mademki bulvar da hıyaban da yabancı yollar idi, TDK polisi neden bulvara “Geç!” işareti yapıp hıyabana “Dur!” dedi?
İkisi de dışarıdan gelmiş, ikisi de ağaçlı, geniş yol...
Tek fark: Biri Fransa'dan geliyordu, diğeri İran'dan…

Fakat TDK'nin bir hakkını teslim etmeli: 1930'larda hıyaban karşılığında Fransızca bulvarı Türkçe diye sunmamış...


Yahya Kemal'in Kabahatleri
Refik Hâlid TDK'ye karşı belki ayıp etmemişti ama ya başkaları?..
Mesela Yahya Kemal “Bir hıyâbândır ki hasret kûy-ı cânândan geçer…” gazelini şakırken, Faruk Nafiz “Bu hıyâbân ebediyyet yoludur…” şiirini okurken TDK’ye karşı ayıp etmişlerdi. Faruk Nafiz belki de hıyabanı Yahya Kemal'den de çok sevmişti, başka bir şiirinde şöyle diyordu:
Âh eden kimdir bu sâat kuytuda?
Susdu bülbüller, hıyâbân uykuda...
Şimdi ay bir serv-i sîmîndir suda;
Esme ey bâd esme, cânân uykuda...

Fakat Yahya Kemal
’in başka kabahatleri de vardı:
1932’deki I. Türk Dili Kurultayı’na Mustafa Kemal’in ricası ve resmî davetine rağmen katılmamıştı. Daha büyük ayıbı ise TDK’nin ve resmî ideolojinin dil politikasına da iştirak etmeyip uzak durmayı tercih etmesiydi. Bu tavrının sebebini soran Mustafa Kemal’e de şu cevabı vermişti:
Benim dilde ilmim değil, vehmim var; müsaade edin, ben bu vehmimle baş başa kalayım…
Şimdi kabahatin sırası bende:

Keşke T.C. nin dil siyasetine TDK’nin ilmi değil Yahya Kemal’in vehmi hâkim olsaydı!..

Yazar: C.Yakup Şimşek
04-05-11
E mail: c.yakup_simsek@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 1
Harun ŞAHİN
Teşekkür
Tarih : 06-05-11

Yakup Bey, Uzun zamandır yazılarınızı okuyorum. Zannederim bir kitap olmayı hak etti bu "dil yaraları". Bir kitap haline getirilirse yapacağı hizmetin daha fazla olacağına inanıyorum. Sizin tenkit ettiğiniz "Dil Yarası"nın hem dil yarası hem gönül yarası. Başarılarınızın devamını dilerim.

 
TDK'NİN YOLU - 4
Online Kişi: 12
Bu Gün: 95 || Bu Ay: 10.342 || Toplam Ziyaretçi: 2.223.623 || Toplam Tıklanma: 52.194.632