ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 4955
Yazar: Mustafa Kutlu
YOL YOK OLDU!

Bir Türkçe lügat açın "yol" maddesine bakın; çok uzundur. Örnek: Kubbealtı lügatinde dört sayfa.

Bu yolun insan hayatında tuttuğu yeri ve dilimizdeki zengin kullanımını gösteriyor.

Şarkılar, türküler, şiirler, masallar, hikâyeler, maniler, deyimler, atasözleri, aşılmaz dağlar aşan, geçilmez sulardan geçen "yol menakıbı" ile doludur.

Bahis mevzuu ettiğim yol, bildiğimiz "bir yerden bir yere gitmek için üzerinden geçtiğimiz" yoldur. Bunun dışında on iki on üç ayrı mânası var. Amaç, maksat-usul, tarz, sistem-tutum, davranış- vb. gibi. Mecazî anlamda, sembol olarak çok zengin bir dünya getiriyor. Ama herhalde bu çerçevede en veciz mânası yaşadığımız hayatı (ömür) anlatmasıdır. Bunu da en güzel şık Veysel dile getiriyor:

Uzun ince bir yoldayım

Gidiyorum gündüz gece

Deyimlerin de ayrı ayrı mânaları vardır. Bunlardan sadece birini zikredelim.

Yol açmak: 1- Bir yeri başka bir yere bağlamak için yol yapmak, 2- Çok kalabalık bir yerde geçilecek kadar yer sağlamak, 3- Meydan vermek, sebep olmak, 4- Öncülük etmek.

İnsanoğlunun varoluşundan bu yana kullanılan vasıtalara göre isimler almıştır. Keçi yolu, patika, kervan yolu, araba yolu, asfalt yol, tiren yolu, deniz yolu vb. Eskiden yolculuk sıradan bir iş değildi. Tehlikeli idi, uzundu. Bir giden bir daha dönmeyebilirdi. Bu sebeple yola gidecek olanlar günler öncesinden hazırlanırdı. Mümkünse yola yalnız gitmemek için bir veya daha fazla "yol arkadaşı" seçilirdi.

Yolların bir ucu sılada ise öteki ucu gurbette idi. Bunun mânası yolcu ile geride kalanlar için "hasret" idi.

Posta idaresi kurulmadan önce mektup dahi menziline aylar sonra ulaşırdı. Yolcudan bir türlü haber gelmez, gözyaşları dinmez; turnalardan, bulutlardan, rüzgârdan haber sorulurdu.

Yol "ayrılık" demekti. Ayrılık "kavuşmayı beklemek" demekti. O zaman saatler ay, aylar yıl olurdu. Dünyanın en zor işidir "beklemek".

Bu yüzden eski yollar hasret, acı, ayrılık demekti. Yalnızlık, kimsesizlik demekti. Yol bekleyenler günlerce aynı yöne bakar gözyaşı dökerdi.

Şükrü Tumar'ın çok sevdiğim uşşak şarkısı böyle başlar:

Anar ömrünce gönül giden sevgilileri

Bilmez bîçare kalpler giden dönmez ki geri

Gözüm yollarda kaldı bunca yıllardan beri

Yol işi uzun, girdik bir kere korkarım çıkamayız. Oysa bir an önce sadede gelmeliyiz.

Eski yolculuklarda seyir yavaş olduğundan, epeyce yerde mola verildiğinden, yenilip-içilip-yatılıp-kalkıldığından, geçilen yerlerin her türlü özelliğine şahit olunduğundan yolcuyu bilgilendirirdi.

"Yol arkadaşlığı" da önemliydi. Eskiler öyle derdi: Bir adamı tanımak istiyorsan onunla yolculuk edeceksin yahut alış-veriş.

Bu uzun yolda yol arkadaşı ile tehlikeye birlikte karşı konur, birlikte masraf edilir, sohbet edilir, kişi kişiyi epeyce tanırdı. Bu ilişki yolculuğun (eğer iyi anlaşılıyorsa) zevkli geçmesini sağlar, yolu kısaltırdı. Bu tür yolculukların en mühimi "Hac yolculuğu" idi. Bu yüzden "Hac arkadaşlığı", "asker arkadaşlığı" gibi ömür boyu sürerdi.

Yola giden insan sadece yol arkadaşlarından değil, hanlarda, otellerde, köylerde, konak yerlerinde başka yolcularla karşılaşır onlardan başka başka hikâyeler dinler bir seyyah gibi "bilinmeyen beldelerin" özelliklerini öğrenip dönerdi.

"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusu bu sebeple sorulmuştur.

Eskiden diyelim Erzincan yöresinden İstanbul'a çalışmaya giden gurbetçiler; belli bir tarihte (elbette bir yörenin birkaç köyünün adamı) belli bir yerde toplanır, kervancı-kılavuz eşliğinde topluca Giresun Limanı'na gider, oradan gemiyle İstanbul'a ulaşırmış. Sebep: Kara yolu hem uzun, hem tehlikeli. Dönüş dahi aynı şekilde yapılırmış. Şimdi yollar kısaldı.

Vasıtalar hızlandı.

Eskiden bir ayda gidilen yol şimdi bir saat sürüyor (uçakla).

Hızlı tiren hayatımıza girdi.

Uçakta veya tirende yolcu yanındaki ile ilgilenmiyor. Herkes yalnız.

Önündeki gazeteler veya gezi mecmualarından birini açıp okumaya başlıyor. Az sonra kahvaltı geliyor. Uçağa bindiğinde çayından bir yudum alıyor, ineceği yerde son yudumunu içiyor.

Yanındaki ile hiç konuşmuyor. Ya okuyor, ya uyukluyor. Nerelerden geçiyor, hangi dağları aşıyor; hangi ovaları, nehirleri, ormanları, beldeleri, insanları, hayvanları, bitkileri, ağıtları, türküleri, masalları geride bırakıyor. Bunlar yok zaten.

Yol dediğin tozlu bir toprak parçasıdır. Tepelerin, derelerin arasından kıvrıla kıvrıla gider; bir tahta köprüden geçer, zemini papatyalarla süslü çayırlarda ilerler, bir çeşme başında "mola" denir.

Uçakta, hızlı tirende bu yok.

Geriye yatan bir koltuk var.

Şöyle uzanıp gözlerini kapatırsan.

Ne yol kalır, ne yolcu.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız. 

Yazar: Mustafa Kutlu
25-07-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 1
uğurlu
Hasret
Tarih : 26-07-12

Hasretin güzel dili yolcu...

 
YOL YOK OLDU!
Online Kişi: 15
Bu Gün: 75 || Bu Ay: 7.586 || Toplam Ziyaretçi: 2.239.800 || Toplam Tıklanma: 52.344.089