ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 3096
Yazar: Ahmet Selim
AKL-I SELİM VE TEFEKKÜR-4

Her şey döner dolaşır güzel ahlâklı olmaya dayanır. “Güzel ahlâk” kavramında, şâyet samimi isek, bir çerçeve uzlaşması sağlayacak kadar akıl herhalde vardır biz insanlarda.

“Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına da yapmamak; kendin için istediğini başkası için de istemek” cümlesi bile bir genel uzlaşma formülü olabilir.

Öyleyse niçin gerçekleşemiyor? Çünkü bu bir şuur istiyor, özel bir kimya yapısı bütünlüğü içinde özel bir manevî idrak, bir içselleştirme istiyor. İnsanlığın vahye bunun için ihtiyacı var. Onun bile yetmediğini düşünürseniz, vahyin hiç olmaması halinde neler olabileceğini varın tasavvur edin. İstisnalar olabileceği notunu bir tarafa koyarak, diyebiliriz ki sadece akıl ve fıtrat yalnız başına güzel ahlâka yetmiyor, yetemiyor. Bir manevî tekevvün olmadan olmuyor; insanın, insanlığın buna ihtiyacı var. Bazı değer ölçülerine ve hükümlerine bağlılık, samimî bir bağlılık gerekiyor. Akıl ve fıtrat bu yardıma hem muhtaçtır, hem elverişlidir. Ama arada nefs var. Problemler buradan doğuyor. Nefs kötü bir şey değil. Ruhun bedene taalluku ile nefs oluşur. Bu dünyada yaşamak nefsin oluşmasıyla başlar. Tasavvufta “nefsi öldürmek” denilmesi mecazidir. Kötü olan nefs-i emmâredir. Onun dizginlenmesi gerekir. Makbul olan, nefsin itidale ve itminana kavuşmasıdır... Bu kısa açıklamadan sonra, diyebiliriz ki nefsin ihtiyaçları, eğilimleri, zaafları vardır. Fıtraten vardır. Bunlara bedenî ihtiyaçlar da denebilir; kısacası, beslenme, barınma, giyinme, üreme vs. ihtiyaçlar gibi... Maddî ihtiyaçların tatmininde insan olmanın gerektirdiği bazı farklı özelliklerinin varlığı da esasen fıtrî dengemizin bir ihtiyacıdır, fakat bunu sağlamak aklî ve iradî bir gayret ister... Çok özet olarak, yapımız bu.

Nefsanî ihtiyaçlara ve zaaflara hitap eden çok şey var. Nefis hep daha çoğunu istiyor. Bencillikler, tutkular oluşmaya başlıyor ve dallanıp budaklanıyor. İnsanın bütünlüğünü sarmaşıklar gibi sarıyor nefsanî zaaflar ve tutkular. Denge bozuluyor yavaş yavaş; negatif alışkanlıklar o sarmaşıkları sabitleyici etkiler doğuruyor. Kendi yalnızlığında akıl, bir dengesiz hayat tarzı için mazeret gerekçeleri oluşturma yönünde hayatı yaşanabilir kılmaya çalışıyor. Nefsin elindeki irade onu buraya zorluyor ve göstermelik (sağlıksız) dengeler şekilleniyor, safha-safha, kademe-kademe...

İşte tam bu noktada “güzel ahlâk” meselemizi hatırlayalım. Bunlar yaşanırken, o ne oluyor? Başkalarını bırakın, kendimizi (öz varlığımızı) bile unutuyoruz. Güzel ahlâk, güzel denge demektir. Mahzun da olsa bilgece tebessüm eden özgür ruh demektir; o ruhun aklı ve kalbi sevgiyle aydınlatması demektir. Peki sürüklenen insanın böyle bir konusu ve meselesi olabilir mi? O şuur nereden doğacak? Işık nereden gelecek, ruh bir nefsanî gaflet duvarının ötesinde kalmışsa? Ya sevgi? Sevgisiz bir sağlıklı ve üretken hayatiyet dengesi olur mu ki güzel ahlâk ve mutluluk olsun? Gurbet, yerine göre güzeldir; biz sürgünde gibiyiz.

Filozofların (düşünürlerin) ahlâk felsefeleri yetemediği için Batı medeniyeti denkleminde, her türlü kavgaya rağmen Hıristiyanlık yerini aldı. Sağlıklı bir denklem bütünlüğü olamadı bu. Fakat sağlıklı olması da yetmez, içselleştirilmesi gerekir. “Kalb-i selim, akl-ı selim, zevk-i selim” sentezini kurabilecek bir bütünlük terkibinin içselleştirilmesi... Zor olan, bu; ve çözülmesinden çok, kavranılması zor. Bugün bir numaralı evrensel mesele, “insan ve ahlâk” meselesinin varlığı ve bunun fikren kavranılmamış olmasıdır. Hasretlerimizde acı var sadece, şuur yok. Tepkiler şaşkınlık dolu; özümüzü değil nefsimizi besliyor. Özeleştirideki umudun boynunu kırıyor adeta. Bizi sevgiden ve itidalli düşünceden daha da uzaklaştırıyor. Bizim kendimize verdiğimiz hasar bize başkalarının verdiğinden daha büyük. Aslında tepkilerimiz başkalarına değil kendi nefsimize karşı olmalı.

Nefsaniyet ekseninde dönen bir hayat tarzı içindeyiz. Liberalizm liberal değil, rasyonalizm rasyonel değil. Ruh mahsur, akıl mahrum, kalb mahzun. Ve “kalb ile akletmek”ten söz eden ayet var! Burada noktalamak istiyorum; daha ne söyleyeyim? Kendi ihtiyacını anlayamayan akıl’a mı “ortak akıl” diyorlar acaba?!.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ahmet Selim
19-10-12
E mail: zaman.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
AKL-I SELİM VE TEFEKKÜR-4
Online Kişi: 19
Bu Gün: 285 || Bu Ay: 743 || Toplam Ziyaretçi: 2.226.258 || Toplam Tıklanma: 52.216.807