ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2522
Yazar: Aydın Başar
MÜSLÜMAN, DEMOKRAT OLAMAZ!

İslam’ın, Hıristiyanlığın ve modernizmin değişime, özgürlüğe ve eşitliğe yaklaşımı nasıl? Abdurrahman Arslan'dan içi dolu sahih bir bakış..

Bazen kendi kendime; “Abdurrahman Arslan Hocayla acaba tanışmasa mıydım?” diye soruyorum. Artık beni tanıyor, ismimi de biliyor. İlk bakışta güzel bir şey gibi geliyor bu ama öyle değil… Onun hakkında bir şeyler söylerken eskisi kadar rahat olamıyorum. Çünkü beni açık açık tehdit ediyor. “Benim hakkımda övücü nitelikte bir şey yazarsan seninle bir daha konuşmam” diyor. Ben ona kendisini övmediğimi, kendi hakkındaki objektif görüşlerimi yazdığımı, babam bile olsa doğruluktan şaşmayacağımı söylesem de inandıramıyorum Üstadı.

Nefsinin hoşuna gidecek olan cümlelerden bucak bucak kaçan Abdurrahman Arslan Hoca bana bu haliyle Bediüzzaman Said Nursi’yi çağrıştırıyor. Benim de aslında meselem onu övmek veya yermek meselesi değil… Ama anlattıkları şeylerde kendimi bulunca, anlattıklarını da benimsemiş bir edayla sizlere aktarınca bu övgü gibi anlaşılabiliyor.

Esasında övgü ve yergi gibi tutumlardan çok da hoşlanan birisi değilim. Kulları büyütüp ellerimle küçük tanrılar üretmeyi de kimseye tavsiye etmem. Ancak şu var ki takdir ve tepkilerimiz, kimin sözünü dinlenir bulduğumuzla ilgilidir. İnsanlara sözü dinlenir kişileri işaret etmek gibi de bir sorumluluğumuz var. Bu bakımdan bu sözlerimiz Abdurrahman Arslan Hoca’yı övmek olarak anlaşılmasın. Biz onu severiz, sayarız ve ilminden istifade ederiz. Bunun dışında övmeyiz.

Psikiyatri bir bakıma günah çıkartma

Üstad’ın Araştırma ve Kültür Vakfı’ndaki son konuşmasında yine ufuk açıcı düşüncelerle karşılaştım. Hocanın modern bilimlere bakışını bilenler bilir. Öyle ki topunu birden topa tutar. Mesela psikiyatrinin bir bakıma günah çıkarmanın pozitivist ifadesi olduğunu söyler. Diyetisyenlere, “Orucu ben tutuyorum, iftarı nasıl açacağımı onlar söylüyor” diye çıkışır. Onların her ramazanda kalori hesabı ile iftarın nasıl açılacağını anlatmalarını hakaret olarak kabul eder. “Çünkü” der; “Benim Peygamberim bana nasıl oruç tutulup, nasıl açılacağını öğretmiştir.” Sonra pedagoglar ve kişisel gelişimcilerin anlattıklarının bize uymayacağını söyler. Mesela Cüceloğlu’nun kitaplarında İslam’a uymayan birçok anlayış olduğunu ifade eder. Bunları birilerinin söylemesi anlamlıdır çünkü dindar dediğimiz insanlar bile size Cüceloğlu’ndan bir şeyler satmaya kalkabilmektedir. Kimse bu bilgileri bir sabiteyle tartmaya dahi ihtiyaç duymamaktadır. Aynı şeyi televizyondaki pedagogları dinlerken de yapmıyor muyuz?

Abdurrahman Arslan Hoca’nın modern bilimlere karşı sarf ettiği bu sözleri duyunca birilerinin küplere bindiğini tahmin edebiliyoruz. Ancak her şeyin ezberden savunulduğu bir toplumda bazı kabulleri yıkmanın da çok büyük bir hizmet olduğu kanaatindeyiz. İşte Abdurrahman Arslan Hoca bu son konuşmasında yine böyle bir eylemde bulundu ve kendi ifadesiyle bir takım korsan gündemlerle sözlerine başladı.

Müslüman sokakta yemek yemez

Konuşmanın yapıldığı mekâna gelirken sakallı ve hanımı mesture bir adamın yolda yemek yiyerek yürüdüğünü söyleyen Abdurrahman Arslan Hoca bunun çok ciddi bir mesele olduğunu ifade ederek şöyle bir hatırlatmada bulundu: “Aziz Müslümanlar, sizden ricamız sokakta bir şey yememenizdir. Müslümanın alamet-i farikalarından birisi de sokakta bir şey yememektir. İmam Gazzali’ye göre sokakta bir şey yiyenin şahitliği muteber değildir. Bu öyle küçük bir mesele değildir. Bu, özün dışarıya yansımasıdır.” Hocanın bu sözleri büyüklerimizin bu konudaki hassasiyetini hatırlatıyor bizlere... Bizden birkaç nesil öncekiler yani dedelerimiz bu hassasiyeti ne de güzel yaşıyorlardı. Bırakın sokakta gezerek yemeyi, evin içinde gezerek yemeyi de hoş görmüyorlardı. Allah onlardan razı olsun. Biz bunları unutunca farkında olmadan aslında Müslümanlığımızı da unuttuk. Benzemememiz gereken kimselere benzemeye başladık.

İstanbul’un siluetini bozan gökdelenlere Müslümanların oylarıyla gelenler izin verdi

Abdurrahman Arslan Hocanın ikinci korsan gündemi de hemen her konuşmasında ifade ettiği yüksek binalar inşa etme meselesiydi. Bunun Müslümanca anlayışla bağdaşmadığını söyleyen Abdurrahman Arslan Hoca bu binaların birçoğunun da son yıllarda yapıldığına dikkat çekti. Ve Hoca hakikatin hakkını teslim ederek şu ifadeleri kullandı: “Keşke İstanbul, Müslümanların oyları ile başa gelenlerin yapımına izin verdiği gökdelenlerle bezenmemiş olsaydı… Camilerin siluetini bozan gökdelenleri başka bir partinin zamanında yapsalardı kıyameti koparırlardı. Biz Müslümanız, ya adil olacağız ya da kusura bakmayın cehenneme kadar yolu var…”

Hakikaten de geçmişi hatırladığımızda yapılan haksız ve çirkin işleri ne kadar güzel bir şekilde eleştirdiğimizi anımsıyoruz. Bugün ise çeşitli nedenlerle - ki çıkar endeksli nedenlerdir bunlar- bariz bir takım yanlışları bile göremiyoruz, eleştiremiyoruz. Bol bol belediye başkanlarımızın dindar olduklarıyla övünüyoruz ama Müslümanca bir belediyecilik konusunda kimsenin bir şey yapmadığını da acı acı seyrediyoruz. Eğer öyle olmasaydı oturduğum Bağcılar’da kavşaklarda dev ekranlar, caddelerde de lüzumsuz süslemeli ışıklı figürler olmayacaktı. Beş metrede bir lale desenli ışık sistemlerini döşemenin neresini İslam’a uydurabiliriz ki? Işık kirliliği bir tarafa, İslam’ın sade estetik anlayışını umursayan kim? Peki ya bu gösteriş metaına harcanan parada yetimin hakkı olduğu gerçeğini kim örtecek?

Mimarîdeki, şehir planlamasındaki ve belediyecilikteki hatalarımızı söyleyen de kalmadı. Kimisi bu hataların hata olduğunu bilecek idrakte değil. Kimisi de makam ve mevki imkânlarını kendi elleri ile tıkamak istemiyor. Yalnızca Abdurrahman Arslan Hoca gibi bir partiden adaylığa ya da herhangi bir mevkie oynamayan büyüklerimiz bu tür meseleleri konuşabiliyor. İstanbul’un siluetini dert edinen ve gündeme getiren herkese burada teşekkür etmeyi de unutmayalım.

Sınıf değiştirme isteği masum değil

Maalesef bu gelinen noktada sınıf değiştirme hedefi olan dindarların büyük katkısı olduğunu ifade eden Abdurrahman Arslan Hoca, bulunduğu imkânları genişletmeyi herkesin düşünebileceğini, bunun insanî bir şey olduğunu, kimsenin bir inşaatta ömür boyu çalışmak istemeyeceğini, daha iyi şartlarda çalışmak isteyeceğini fakat “sınıf değiştirme isteği”nin böyle masum bir istek olmadığını ifade etti. Müslümanların yaşam tarzlarındaki değişimin böyle bir isteğin ürünü olduğunu söyledi.

Değişim ve bozulmayı ayırt etmek zor

Bu korsan gündemden sonra asıl konuya giren Abdurrahman Arslan Hoca, özgürlük vaadiyle önümüze konulan iki kavram olduğunu, bunlardan birinin liberallik, diğerinin de demokratiklik olduğunu ifade etti. Değişimle bozulma arasındaki farkı kavramanın zor olduğunu, domatesin bozulduğunda kolayca anlaşılabileceğini ama toplum ve insan bozulduğunda bunu anlamanın kolay olmadığını ifade etti. İnsanın, yaşadığı toplum içerisinde sosyalleşmesinden ve de kendisi de zihinsel olarak o değişime katıldığından dolayı bozulmayı kolay kolay idrak edemeyeceğini söyledi.

İnsanın bu değişim sürecinde her şeyle birlikte değiştiğini, değişirken de bir sabitesinin olması gerektiğini söyleyen Abdurrahman Arslan Hoca: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” ayetinin bu sabiteye işaret etmesi yönünden çok derin bir anlamı olduğunu ifade etti. Bize göre de bu ayetin bir sabiteye işaret ettiğinin tespit edilmesi manidar olmuştur.

Bir merkezi olmayan dindarlık sahih dindarlık değil

Gerçekte her şey değişiyorsa, bizim bir sabiteye ihtiyacımız olduğunu, aksi halde bu değişimin içinde nereye gideceğimizi, ne yapacağımızı bilemeyeceğimizi söyleyen Abdurrahman Arslan Hoca, postmodern anlayışın bir merkeze bağlı olmayı -özgürlüğü kısıtlayacağından dolayı- reddettiğini söyledi. Bu konuda sözlerine şöyle devam etti: “Peki, biz Müslümanlar merkezsizliği gerçekten savunabilir miyiz?  Ya da etrafında toplanacağımız bir merkeze ait insanlar olduğumuzu mu düşünüyoruz? Bu merkez bir değer olabilir, bir hüküm olabilir, ya da bir inanç sistemi olabilir. Müslümanlar olarak tevhid merkezli bir düşüncenin etrafında birleşmediğimiz takdirde, cemaat olma, ümmet olma ve millet olma idealimizden de vazgeçmiş oluruz. Merkezsizliğe çağıran bir kültürün, bir siyasal evrenin içinde, bizim durumumuz buna elverişli değil. Müslümanlar olarak kendi merkezi üzerinde düşünen bir topluluk olmak zorundayız. Bizi çağırdıkları yere gittiğimiz takdirde belki görünürde dindarlığımız elimizde kalacaktır ama bu dindarlığımız eski dindarlığımız olmayacaktır. Dindarlığımız da değişecek ama biz hâlâ dindar kaldığımızı zannetmeye devam edeceğiz. Kendi merkezi ile olan bağlarını kopardığı için sahih bir dindarlık olmayacaktır bu yeni dindarlık.”

Nefsi kapitalizm tarafından kışkırtılmış insana bir şey söyleyebilmeliyiz; ama nasıl?

Merkezi bulmamızın da sanıldığı kadar kolay olmadığını söyleyen Abdurrahman Arslan Hoca, bilhassa günümüz toplumunda görsel teknoloji veya iletişim teknolojisinin insan nefsini olağanüstü derecede kışkırttığı için merkezi bulmanın zorlaştığını ifade etti. Elbette ki kapitalizmin de bundaki payını göz ardı edemeyeceğimizi ifade eden Hoca, bugün en ciddi problemlerimizden birisinin nefsi kapitalizm tarafından kışkırtılmış insana ne söyleyeceğimiz meselesi olduğunu söyledi. Ya da o kışkırtılmış nefsi yeniden İslam’ın dediği çizginin içine nasıl çekeceğimiz?

Müslümanların liberalizmle nişanları nasıl oldu?

Müslümanların liberalizmi benimseme süreçlerini de anlatan Abdurrahman Arslan Hoca bu konuda şunları söyledi: “Müslümanlar yüz elli yıldan fazla bir zamandan beri bir baskı altında yaşamaktalar. Özellikle cumhuriyet dönemi ile birlikte Müslüman olduğumuzu ifade etmek bir bakıma risk olmuştur. Sizin de bildiğiniz gibi aşağı yukarı 1900’lerden itibaren Batı dışında kurulan hemen hemen bütün ulus devletler pozitivist felsefe üzerine kurulmuştur. Kurucu ideolojinin üzerimizdeki baskıları neticesinde biz zihnen de hasar gördük, yaşam biçimi olarak da hasar gördük, kılık kıyafet olarak da hasar gördük. Müslümanlar cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, özgürlük ya da özgürlükten bahseden ya da özgürlüğe kapı açma ihtimali olan bütün siyasi oluşumların bir bakıma yanında durmuşlardır. Onlara istekli bakmışlardır ve onlardan medet ummuşlardır… Bu, Serbest Fırka, Demokrat Parti, ANAP ve Ak Parti’ye uzanan bir çizgiyi ifade eder. CHP ise kurucu pozitivist felsefeyi savunan tek baretidir. Diyeceksiniz ki Müslümanlar hiç pozitivist olmadı mı? Müslümanlar da 1960’lardan sonra iyice pozitivist oldular. Biz bunu gördük ve şahit olduk. Hele günümüzde bunun şahikasını görüyoruz. Müslümanlar bugün pozitivizmi keşfetmenin o doyumsuz hazzını yaşıyorlar. Bundan dolayı onunla hesaplaşmak işimize gelmiyor. 1980’lerden itibaren Türkiye’de siyasal liberalizm dindarlar için çok cazip bir hale geldi. Çünkü o güne kadar dinlerini öğrenip yaşamaları bile yasaktı. Bundan dolayı etkilendiler esasında….”

Sağcılaşmış zihnimize üzülüyorum

Liberalizmin bir yere girerken uzantıları ile birlikte girdiğini ifade eden Abdurrahman Arslan Hoca bu konuda şunları söyledi: “Siyasi liberalizm kendi başına gelmiyor, bir iktisadî liberalizm ve ahlakî liberalizmle birlikte geliyor. Liberalizm bireyi özgürleştirmek için bütün değerlerin gevşemesi gerektiğini söyler. İşte bu da ahlakî liberalizmin de gündeme gelmesi ile alakalıdır. Kanaatime göre Müslümanların yaptığı en büyük yanlışlardan birisi de İslam’ın ticareti öven boyutuyla, kapitalizmi birbirine karıştırmak olmuştur. Bizim bu sağcılaşmış zihnimiz konusunda bazen böyle güler, bazen de üzülürüm. Boğazına kadar kapitalizme battığımız halde hâlâ o Fatih zamanındaki ticarî ahlak ile övünüyoruz. İşte bir yerden bir şey alacakmış da Fatih, esnaf demiş ki; ben siftah ettim komşuma gidin. İstanbul’un alınışı ısırasındaki o temel ilkelerden kopmuşuz biz. Bugün onunla övünemeyiz, çünkü biz orada değiliz, onu temsil etmiyoruz. Kapitalizmin getirdiği sosyal Darvinizmin dünyasındayız. Yani Müslüman zihin bugün kıblesini kaybetmiştir.”

Bazı İslamcılar da liberalleşti

Abdurrahman Arslan Hoca sağlam olmayan İslamcıların nasıl liberalleştikleri konusunda da şunları söyledi: “Demek istediğim şu ki liberal görüşü benimseyen siyasilere Müslümanlar bir nevi kurtarıcı gözüyle bakmışlardır. Özellikle de Refah deneyiminde değil ama seksenlerdeki Özal deneyiminde bu durum kendini açık bir şekilde belli etmiştir. Liberal düşünce siyasette ve düşüncede Müslüman’ın zihnini rahatlatmaya başlar. Ama aynı zamanda bir iç kırılmaya da sebep olur. Bu süreçte İslamcılar ilkelerinin büyük çoğunluğunu terk etmiştir, sıradan liberal ya da demokrat bir tipe dönüşmüştür. Sınıf değiştirme arzusu içindeki modern toplumun bir ferdi olmuştur. Bunu kendinden bile gizlemek için Müslümanlığına sürekli vurgu yapmıştır ve yapmaktadır da…”

Liberalizm hem Hristiyanlığın rahminde dünyaya gelmiştir, hem de onu aşındırmıştır

Kendilerini liberal, muhafazakâr ve demokrat olarak tanımlayan Müslümanlarımız maalesef bu kavramların ne olup ne olmadığını araştırma zahmetinde bulunmuyor. Yine Müslümanlığın sosyalizmle bağdaştığını söyleyenlerimiz de ne söylediğini bilmiyor. Abdurrahman Arslan Hoca’nın şu sözleri bu anlamda dikkate değerdir: “Rönesans sonrasında Batıyı kuran üç büyük ideoloji vardır. Biri modernizmdir, biri muhafazakârlıktır, biri de sosyalizmidir. Modern düşünce bir liberal proje olarak dünyaya gelmiştir. Liberalizm sonradan doğmamıştır. Tam tersine Hıristiyanlığın kurmuş olduğu dünyaya ilk itirazı eden düşünce liberal düşüncedir. Liberalizm hem Hristiyanlığın rahminde dünyaya gelmiştir, hem de onu aşındırmıştır. Sonra büyüyüp geliştiğinde ise dini kontrol altına almıştır. Ona yaşayabileceği bir özgürlük alanı vermiştir ama onun büyümesine de izin vermemiştir. Marksizm dine karşı bir felsefedir ama dini bugünkü durumuna getiren liberal felsefedir.  Liberalizm ilk doğduğunda dinsizlik olarak da tanımlanmıştır. Çok sonraları bir özgürlük olarak ortaya çıkmıştır. Ama neye karşı bir özgürlük? Dine karşı bir özgürlüktür. Buna bir tepki olarak da muhafazakârlık ortaya çıkmıştır.” Bu süreci bilmeden başka bir dünyaya ait kavramlarla kendimizi tanımlamamızın ne kadar acı bir durum olduğunu üstadın bu sözlerini dinleyince daha iyi anlıyoruz.

Muhafazakarlık değişime karşı değil, sadece biraz yavaşlatma işlevi görüyor

Üstat Abdurrahman Arslan Hoca’nın bu konuşmasında yine hiçbir yerde bulamayacağımız orijinal karşılaştırmalarla yüzleşiyoruz. İslam’ın ve Hıristiyanlığın değişime karşı tutumlarını karşılaştıran Hoca, bize bu konuda Müslümanların duruşunun nasıl olması gerektiği konusunda çok güzel bir ipucu veriyor aynı zamanda… Bu konuda şöyle diyor: “Hıristiyanlığın kurduğu dünya değişmezlik üzerine kurulu bir dünyadır. Kilise hiçbir şeyin değişmemesi gerektiğini savunmuştur. Hıristiyanlık statik bir ontolojiye sahiptir ve toplumu da değişmezlik üzerine kurgulamıştır. Liberalizm ise bir değişimden bahsetmiştir. Ama Batılı insanın muhayyilesi kültürel ve siyasi olarak bu değişime hiç hazır değildi. Öyle olunca da toplum birden bire içine kapanmaya ve ona alternatif şeyler aramaya başladı. İşte muhafazakârlık düşüncesi de bu dönemde ortaya çıkmaya başladı.

Aslında muhafazakârlık da liberalizmin temel argümanlarına karşı çıkan bir düşünce değil. O sadece diyor ki; “bu değişim çok hızlı oluyor, bunu biraz yavaşlatalım.” Müslümanın ise zamanın ve mekânın ötesinde olan değişmez muhkemleri vardır. Biz müteşabih olanı, yani yoruma açık olanı, yani değişebileni ancak ve ancak muhkemin dünyasından bakarak tayin edebiliriz. Tek başına bir ‘değişim’ söylemi İslam açısından anlamlı değildir. Ancak kendi muhkemine bağlı kalarak bir değişimin üzerinde konuşabiliriz.” Üstad’ın bu sözlerinden de anlıyoruz ki bizler değişime karşı değiliz ancak bizim benimseyeceğimiz değişim muhkem olana sabitlenmiş bir değişim. Yani değişen ve değişmeyen yanlarımız olmak zorunda…

İslam’ın özgürlük anlayışı ‘değer’ ve ‘ahlak’ temellidir

Abdurrahman Arslan Hoca Müslümanlığın ve modernitenin özgürlük anlayışlarını ise şöyle karşılaştırıyor: “Toplum kavramının temelinde pozitivist felsefe ve kabuller yatar. Birey kavramının temelinde de pozitivist felsefe ve kabuller yatar. Pozitivist hakikat telakkisi üzerine kurulmuş bir sosyal dünyaya ait kavramlardır bunlar. Yaklaşık yirmi yıl kadar önce pozitivist felsefe Batı’da birdenbire çöktü ve artık kaynak olmadan çıktı.

Liberalizm ‘azat olmak’ anlamındaki ‘liber’ kelimesinden gelmektedir. Liberalizmin özgürlük anlayışı ‘birey’ temellidir. İslam’ın özgürlük anlayışı ise ‘ahlak’ ya da ‘değer’ temellidir. Mesela adaleti savununca siz, bir bakıma özgürlüğü de savunmuş olursunuz. Ama aynı zamanda özgürlüğe bir sınır da getirmiş oluyorsunuz. Çünkü özgürlüğün nerede başlayıp nerede bittiği meselesi sizin ya ‘adalet’ ilkenizin ya ‘ahlak’ ilkenizin ya da dinî bir ilkenizin içerisinde saklıdır. Oysa modern özgürlük kavramı bütün bunları hiçe sayarak oluşturulmuştur.”

Eşitlik kavramını da aynı şekilde düşünmemiz gerektiğini söyleyen Abdurrahman Arslan Hoca bu konuda şunları söyledi: “Modern özgürlüğün içerisinde eşitlik de vardır. Biri diğerine karşı eşit değilse onun özgürlüğünden de bahsedilemeyeceği söylenilir. Yani İslam açısından özgürlük bir eşitlikçi ideoloji temelinden tanımlanmaktan çok adalet temelinde tanımlanmıştır. Ve bunun da temeli yine ahlaktır.”

Bir Müslümanın nasıl demokrat olabildiğine şaşıyorum

Abdurahman Arslan Hoca özgürlük denilince sadece liberalizmin değil demokrasinin de aynı vaatte bulunduğunu hatırlatarak bu konuda şunları söyledi: “Bizler iki kavram üzerinden konuşuyoruz özgürlüğü. Birisi liberalizm, birisi demokratlık… Bu ülkenin yüzde doksan sekizinin Müslüman olduğunu söylüyorlar. Kimler liberal, kimler demokrat bu beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. Ama ben bir Müslümanın nasıl liberal olduğuna, ya da nasıl demokrat olduğuna şaşıyorum. Bu adam ya İslam’ı bilmiyor, ya da demokratlığın ya da liberalliğin hangi kabuller üzerine kurulduğunu bilmiyor. Onun için açık söylemek gerekirse ben bu hususta onlara acıyorum. Evet, ben de özgürlükten yanayım ama İslam ahlakının belirlediği bir özgürlüğü kabul ediyorum. Onun dışındaki bir özgürlük anlayışını kabul edemem, bu mümkün değil… Elbette ki biz de köleliğe karşıyız, şiddete karşıyız… İlla ki demokrat veya liberal olmamız gerekmez bunlara karşı olmak için.”

Bu güzel konuşmayı organize eden Doç. Dr. Mustafa Tekin Hoca’ya da bizi hocamızın bu kıymetli fikirleriyle buluşturduğu için teşekkür ederiz.

Aydın Başar haber verdi.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Aydın Başar
06-03-13
E mail: dunyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MÜSLÜMAN, DEMOKRAT OLAMAZ!
Online Kişi: 24
Bu Gün: 119 || Bu Ay: 1.067 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.174 || Toplam Tıklanma: 52.224.340