ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 4057
Yazar: Dr. Ebubekir Sifil
MUHAMMED HAMÎDULLAH'IN DOĞRULARI, YANLIŞLARI-2

Yazıya kaldığı yerden devam ediyoruz.

2. Sadreddin Yüksel hocanın eleştirileri

Sadreddin Yüksel hocanın Hamidullah'a yönelttiği eleştiriler (bkz. Makaleler, 99 vd.), iki noktada Üstat Necip Fazıl merhumun eleştirilerinden ayrılıyor:

1. Sadreddin Yüksel hoca, eleştirilerini "reddiye" tarzında kaleme almış ve ele aldığı her ifade üzerinde ilmî delilleri zikretmek suretiyle ayrıntılı olarak durmuştur.

2. Eleştiri çerçevesini İslam Peygamberi ile sınırlandırmayıp, Resulullah Muhammed'deki kimi görüşleri de tenkit süzgecinden geçirmiştir.

Sadreddin Yüksel hocanın eleştirileri hakkında da Üstat merhum konusunda olduğu gibi sözü fazlaca uzatmış olmamak için sadece eleştiri konusu yaptığı hususları birer-ikişer cümleyle zikredecek, ardından da mülahazalarımı belirtmeye çalışacağım. Ancak bir kısmını daha önce (dipnotta belirttiğim yazılarda) ele aldığım, bir kısmını da Üstat merhumun tenkitleri dolayısıyla yukarıda zikrettiğim hususları –bir-iki nokta dışında– hazfedeceğim.

A. "İslam Peygamberi" hakkındaki eleştirileri

1) "O'nun yegâne arzusu eski peygamberlerin tebliğlerini tekrar canlandırmak, ebedî hakikatleri ihya edip, tamamlamaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah Azimüşşan'ın kendisinden sonra bir Peygamber daha göndermesine lüzum kalmaksızın, ilâhi tebliğinin hiç değişmeden bakî kalacağına dâir samimi kanaatında yanılmamıştır."

Hamidullah'ın bu sözleri, İslam Peygamberi'nin elimdeki baskısında (I, 4) şöyledir: "Muhammed A.S.S., bizzat onun getirdiği ilâhi tebliğin, kendisinden sonra Allah'ın yeni bir peygamber göndermesine ihtiyaç duymayacağı bir şekilde el değmemiş ve bozulmamış olarak kalacağına dair inanış üzerinde ısrarla durmuştur."

Sadreddin Yüksel hocanın eleştirisine maruz kalan pek çok noktada olduğu gibi –ki birkaç örneği aşağıda göreceğiz–, burada da müellifin her iki ifadesi arasında bariz bir farklılık bulunduğu dikkat çekiyor. Bu değişikliğin nasıl gerçekleştiğini açıklayabilmek için eserin Fransızca aslının değişik tarihlerdeki baskılarıarasında karşılaştırma yapmak, eğer burada bir değişiklik görülemezse, Fransızca aslıyla Türkçe çevirisini mukabele etmek gerekiyor. Ne yazık ki Fransızca bilmediğim için bu benim yapabileceğim bir iş değil.

2) "İslâmın zuhurunda yeryüzünde çok sayıda din vardı. Yeni bir dine ihtiyaç var mı idi? Ve onun muvaffakiyeti hangi şartlara bağlı idi? Bu soruya Prof. Filip K. Hitti'nin cevabı gayet veciz ve faydalıdır: "Asli şekliyle İslâmiyet, Samî kavimlere ait dinlerin mantıkî mükemmelleşmesidir."

İslam Peygamberi'nin elimdeki baskısında bu pasaj şöyle: "İslâm doğduğunda esasen yeryüzünde birçok büyük din bulunuyordu. Yeni bir dini icab ettiren ne gibi ihtiyaçlar vardı ve bu dinin başarısı ne gibi şartlara bağlıydı? Bu suallere profesör Philip K. Hitti'nin vermiş olduğu cevap pek kısadır: "İslâm dini de kendi orijinal bütünü içinde, Sâmî'ler arasında görülen semâvî dinlerin mantıkî bir devamı ve tekâmülünden ibarettir."

Bu pasajda Hitti'nin cevabının sadece "kısa" olarak nitelendirildiği ve son cümleye bir "semavi" kelimesinin eklendiği dikkat çekiyor. Elimdeki baskıda, son cümlenin İngilizce metni dipnotta şu şekilde verilmiş: "Islam, too, in its original form is the logical perfection of Semitic religion." Görüldüğü gibi burada, "semavi dinler"den değil, önceki tercümeyi doğrulayacak tarzda sadece "Semitik dinler"den bahsedilmektedir. Dolayısıyla Sadreddin Yüksel hocanın, "Müsteşrik K. Hitti, bu laflarıyla şunu demek istiyor: İslâm semavî bir din değil ancak diğer bazı dinlerin ictimaî ve ahlâkî bir tekâmülü neticesidir" tarzındaki eleştirisi son derece isabetlidir. Hamidullah hoca, Hitti'nin bu sözüne ilişkin herhangi bir şey söylemediğine göre buradaki tavrını mazur gösterecek yegâne husus, Hitti'nin, "Semitik din"in aslen "semavi" olduğu ve –tıpkı bütün insanlığın olduğu gibi– diğer Semitik din mensuplarının da İslam'ın çağrısına icabetle yükümlü oldukları inancında olup olmadığının tesbitidir.

Esasen Hamidullah hocanın Hitti'nin ifadesini aktarmadan önce sorduğu soruların, Hitti'den aktarılan cümleyle doğrudan herhangi bir ilişkisi bulunmadığını fark etmesi gerekirdi.

3) "Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) Umman'a yaptığı ticari seyahatte Çinlilere rastlamış olsa gerek. O'nun bu kavmin sanatına karşı büyük bir hayranlığı vardır. Ve şu söz O'na izafe edilir: "İlim Çin'de olsa dahi arayınız."

Elimdeki baskıda bu cümleler şöyle: "Her hal ü kârda Muhammed A.S.S., Umân'a yaptığı seyahatlerde Çinlilerle karşılaşmış olmalıdır; bu halkın san'at ve sınaî durumlarına dair onda büyük bir takdir hissinin mevcudiyetini görüyoruz. Şu hadis ondan rivayet edilmektedir: "İlim Çin'de de olsa gidip onu arayınız." (I, 12)

Hamidullah'ın, bu cümlelerden önce İslam'ın doğuş döneminde Çin'in durumuyla ilgili olarak söyledikleri arasında, "Her hal ü kârda Muhammed A.S.S., Umân'a yaptığı seyahatlerde Çinlilerle karşılaşmış olmalıdır" yargısını doğrulayacak herhangi bir veri yer almıyor. Keza bu konuyu ele aldığı diğer yerlerde de (I, 649 vd.) somut bir bilgi veya belge mevcut değil. Şu halde geriye, atıf yaptığı söz konusu rivayet kalmaktadır. Sadreddin Yüksel hoca bu hadisin İbnu'l-Cevzî ve İbn Hibbân'a göre uydurma olduğunu kaydetmiş. el-Aclûnî'nin verdiği bilgiye göre, bazı tariklerinin "zayıf"ın üzerinde bir derecede ("sâlih") olduğunu ve müteaddit tariklerinin mecmuu dikkate alındığında "hasen" mertebesine ulaşacağını söyleyen alimlerin mevcudiyeti dolayısıyla "uydurma" olduğu hükmünün ihtiyatla karşılanması gerektiği ayrı bir konu; fakat söyleniş gayesi belli olan bu hadis ile "Çinliler'in sanatı" arasında ne tür bir ilgi bulunduğunu anlamak hayli zor...

4) "Sent-Helen'deki ikâmeti esnasındaki tefekkürlerinde Napolyon haklı olarak şöyle düşünüyordu: "İslamiyetin tesisinde bazen mucizelere götüren tesadüfi şartlardan ayrı olarak, bizim bilmediğimiz bir şey olması lâzımdır."

Elimdeki baskıdaki çeviri, "Saint-Helen adasındaki sürgün hayatı esnasında Napolyon pek haklı olarak şöyle düşünüyordu: "Ekseriya fevkalâde ve mûcizevî hadiselerin oluşumunda rolü bulunan tesadüfî şart ve durumlardan tamamen uzak olarak, İslâmın ortaya çıkıp kendini kabul ettirmesinde, bilemediğimiz daha bir takım şeylerin yapıcı rol oynaması lâzım gelmektedir..." şeklinde. (I, 20)

Sadreddin Yüksel hocanın eleştirisinin burada Napolyon'un, "İslam'ın bir kısım parlak zaferlerini tesadüfi şartlara bağlaması"na yönelik olduğu dikkat çekiyor. Oysa Napolyon'dan aktarılan cümle, İslam'ın ortaya çıkıp kendisini kabul ettirmesinde, "tesadüfi şart ve durumlardan tamamen uzak olarak" daha başka şeylerin yapıcı rol oynamış olması gerektiğini anlatıyor. Dolayısıyla (iki çeviri arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekerek) ikinci çeviriyi esas alacak olursak, burada bir "yanlış anlama" bulunduğunu söylemek durumundayız.

5) "Şayet sadece kaynakların susması kâfi bir delil değilse onun belki de deniz yoluyla Habeşistan'a gittiği dahi hatıra gelebilir. Bütün bu seyahatler onun, Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan ticarî, idarî, gelenek ve kanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında, bu tecrübeli adam, kavmini ıslaha teşebbüs etti..."

Benim kullandığım nüshadaki ifade bir miktar farklı olmakla birlikte, bu farklılığın Sadreddin Yüksel hocanın eleştirdiği noktanın aslına bir taalluku yok. Her ne kadar Efendimiz (s.a.v)'in bi'set öncesi dönemde hayatın çeşitli veçhelerine ilişkin belli bir birikim ve tecrübe sahibi olduğunu söylemek bir gerçeğin ifadesi ise de, bunların tebliğ sürecinde ve tebliğin özüyle ilgili olarak herhangi bir şekilde fonksiyon icra ettiğini söylemek mümkün değildir. Zira Efendimiz (s.a.v)'in bu safhadaki uygulamalarının ya bizzat vahyin direktifi ile veya vahyin onayından geçmek suretiyle "ilahî yasa" olma özelliğini haiz olduğu malumdur.

6) "İbn-i Kelbi bizzat Muhammed'in (s.a.v.) İslâmdan evvel bir sanem (put) önünde esmer bir koyunu kurban ettiğini nakleder; muhtemelen bu yukarıda bahsolunan hadisedir ve kurban da şüphesiz batıl itikatlara inanan halaları tarafından tedârik edilmişti."

Benim kullandığım baskıdaki çeviri: "İbn'ul-Kelbî'nin bize naklettiğine göre İslâm öncesinde bizzat Muhammed A.S.S. az kalsın burada bir put (sanem) önünde kahve rengi tüyleri olan bir koyunu kurban olarak kesecekti." (I, 49)

Sadreddin Yüksel hocanın da belirttiği gibi İbnu'l-Kelbî'nin rivayeti, merfu hadis formundadır ve puta kurban kesme hadisesinin fiilen vuku bulduğunu anlatmaktadır. İbnu'l-Kelbî'nin (Hişam b. Muhammed) tıpkı babası (Muhammed b. es-Sâib) gibi Hadis tenkitçileri tarafından en ağır ifadelerle eleştirilmiş güvenilmez bir kimse olduğunu biliyoruz. Acaba Hamidullah böyle bir zatın nakline niçin güvenmiştir? Konunun İslam Peygamberi'nin benim kullandığım baskısında ele alınış biçimine bakılırsa Hamidullah'ın maksadı Efendimiz (s.a.v)'in küçüklüğünde bile sıradan çocuklardan farklı olduğunu vurgulamaktır.

Ancak mesele bununla bitmiyor: Bahse konu olayın İbnu'l-Kelbî tarafından naklediliş biçimi ile benim elimdeki İslam Peygamberi'nde aktarılış tarzı birbirini tutmuyor. Zira olay, İbnu'l-Kelbî ve ondan naklen –eserinin Sadreddin Yüksel hocanın kullandığı baskısında– Hamidullah tarafından –az yukarıda da belirttiğim gibi– "vuku bulmuş" olarak gösterilirken, İslam Peygamberi'nin sonraki baskılarında değişime uğrayarak –"neredeyse vuku bulacaktı" tarzında– verilmiştir. Acaba Hamidullah mı –kaynağıyla ters düşme pahasına– eserinin ilk baskılarındaki ifadeyi değiştirdi, yoksa burada bir "mütercim tasarrufu" mu aramalıyız? Eğer ifade Hamidullah tarafından değiştirilmişse –bu davranışın ilmî güvenilirliğe aykırı olması bir yana–, değiştirme ihtiyacı duyduğu bir nakli eserine niçin almıştır? Eğer bu tasarruf mütercim kaleminin marifetiyse, burada katmerli bir tahrif karşısında bulunuyoruz demektir. Zira hem İbnu'l-Kelbî'nin, hem de Hamidullah'ın ifadelerine müdahale yapılmış olmaktadır.

7) "Tarihçiler bu seyahatte son menzil olarak Kudüs'ün ötesinde Busra'dan bahsediyorlar. Hz. Muhammed (s.a.v.) böylelikle Mirâç şehri Kudüs'ü ve Lût gölünü görebildi."

Hamidullah'ın, Efendimiz (s.a.v)'in Kudüs'ü gördüğünü söylemesi eğer Miraç mucizesi sonrasında Mekkeliler'in sorularına cevap verirken bu tecrübesine dayandığını savunmak için ise elbette duraksamadan reddedilmelidir. Ama eğer bunu es-Süheylî'ye dayanarak sadece "tarihi bir vakıa" olarak naklediyorsa, bunun da normal karşılanması gerektiğini düşünüyorum.

İslam Peygamberi'nde Miraç mucizesi akabinde Mekkeliler'in, Efendimiz (s.a.v)'den Kudüs'ü tavsif etmesini ve ticaret kervanından haber vermesini istedikleri zikredilmekte ve olay burada kesilmektedir. Elbette bu sebepsiz değildir; zira aslında Mekkeliler'in tavsif edilmesini istediği "Kudüs" değil, "Mescid-i Aksa"dır. Hamidullah ise o dönemde Kudüs'te bir mescit bulunmadığı görüşündedir. Dolayısıyla bu hadiseyi burada kesmesi, ilgili rivayetlere dayanarak devam ettirmesi halinde kendisi ile çelişkiye düşeceği içindir.

Ancak Resûlullah Muhammed'de (98) bu konuyu biraz daha netleştirmekte ve şöyle demektedir: "O sırada bunu duyan inançsızlar (kâfirler) pek tabiidir ki reddettiler ve hattâ alay ve istihzâ ettiler: Bunlardan ticarî maksatlarla Kudüs'e kadar gitmiş olanlar, Hz. Muhammed'in de bir vakitler Hadîce'nin kervanlarını Kudüs'ten ötede Busrâ'ya kadar ticaret için sürdüğünü unutmuş gözükerek Kudüs'ü anlatıp tarif etmesini ondan istediler..." Bu ifadeler, "Bu durumda müellif demek istiyor ki "Şayet Peygamber birşeyler anlatabilmişse de 25 yaşındayken orayı gördüğü içindir" diyen Sadreddin Yüksel hocayı haklı çıkarmaktadır.

8) "Hz. Muhammed oraya (Mekke'ye) girmeye cesaret edemedi."

Bendeki baskıda da ifade bu şekildedir. Burada Hamidullah, kaynak gösterdiği İbn Hişâm ve el-Belâzûrî'nin, Taif dönüşü Mekke'ye girişin nasıl cereyan ettiğini anlatan ifadelerini aynen aktarmamış, hadiseyi kendi yorumuyla vermiştir. Sadreddin Yüksel hoca, Hz. Peygamber (s.a.v)'e "cesaretsizlik ve korku" isnat eden bu tavrı haklı olarak eleştirmekte ve "İslam ruhuna aykırılık"la nitelendirmektedir.

9) "Bu âyetlere göre bir zaman Musâ –Bunun Hz. Musâ veya başka birisi olması pek mühim değildir.– ilim aramak için seyahate çıkar... Din kitapları temsiller getirir, misaller verir. Bunların tarihi hâdiseler olması zarurî değildir... Kur'an-ı Kerim'de bu Musâ isminin Mûsâ veya Gılgamış olmasına bir mani yoktur."

Bendeki baskı: "Hemen hatırlatalım ki, hem İskender ve hem de Gilgamış her ikisi de peygamber Mûsâ'dan sonra yaşamış kimselerdir. Bu kıssada geçen Mûsâ adının, ne efsane kahramanı Gilgamış ve ne de Peygamber Mûsâ adlarının arapçadaki bir ifadesi olduğuna dair Kur'ân'da açık-seçik bir bilgi yoktur. Tevrât metninde ise Mûsâ Peygamber'le ilgili olarak böyle bir kıssa geçmemektedir; fakat bu Mûsâ'nın Peygamber Mûsâ olduğunu reddetmek için bu gerçek, tek başına bir delil teşkil etmez..." (I, 586)

Anlaşıldığına göre Hamidullah, eserinin sonraki baskılarında Sadreddin Yüksel hocanın eleştirisine konu olan ifadelerini değiştirmiştir. Ancak burada önemli olan bu değil. Kur'an'da geçen bu kıssayı da içine alacak şekilde "Dinî mukaddes kitaplarda böyle bir takım kıssalar bulunur; bunların muhakkak tarihî gerçek olaylar olması gerekmemektedir" (I, 568) tavrının, Yüce Allah'ın mutlak kudretinin birer yansıması olan mucizelere kesin bir şekilde inandığını belirten (I, 125) bir kimseden sadır olmaması gerekirdi. Hele kendisini "şaka ve eğlence olmayan" bir kitap olarak niteleyen bir Kitab'ın, olmamış hadiseleri olmuş gibi anlatabileceği intibaını uyandırmak, bir müslümandan asla sadır olmaması gereken bir tavır olarak ancak Modernist Yahudi ve Hristiyanlar'ın kendi "Kutsal Kitaplar"ı hakkındaki görüşlerinde rastlandığında normal karşılanabilir. Sadreddin Yoksel hocanın da isabetle belirttiği gibi "Kur'an'ın defalarca bize naklettiğine göre İnanmayanlar: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" demişlerdir. Şimdi eğer Kur'an-ı Kerimde anlatılan kıssalar, gerçek tarihî hâdiseler olmazsa, o vakit masal ve asılsız hikâyelerden ibaret kalır. Ve nihayet muarızların yukarıdaki iddiaları doğruluk vasfını kazanmış olur. Bu ise Kurân-ı kerîm için (haşa) büyük bir hezimettir."

10) "O (Hz. Hatice validemiz, E.S.) zevci için sevilmeğe layık bir refika olmakla kalmadı. Aynı zamanda İslâm dâvâsına pek mühim hizmetlerde bulundu. Onsuz, kendisinden önceki birçok peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.) de büyük muvaffakiyetlere erişemeden kaybolabilirdi."

Bendeki baskıda da aynı anlamı aksettiren tercümeyle sunulan bu ifadeler, Sadreddin Yüksel hocanın da isabetle belirttiği gibi "Hz. Hatice validemiz olmasaydı Cenab-ı Hak İslâm'ın yayılmasına hizmet edecek başka bir sebep halkedemez miydi?" Hz. Hatice (r.anha) validemizin Efendimiz (s.a.v)'e, dolayısıyla İslam'a hizmetleri elbette küçümsenemez. Ama Yüce Allah'ın, tamamlayacağını vaat ettiği bu dinin hayatta kalmasını ona bağlamak elbette isabetli değildir.

11) "Bununla beraber Yahudi dini Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği dine en yakın olanıdır. Şu halde Müslümanların Medine Yahudileri ile anlaşmaya muvaffak olamaması, hazindir. Rakipte hatâlar bulmak kolaydır. Fakat kabul etmek lâzımdır ki anlaşmazlık bir defa ortaya çıkınca misilleme ve mukabil misilleme zinciri mazlumu zâlimden ayırma imkânını bize bırakmaz."

Bendeki baskı: "Bununla beraber, Medine Yahudileriyle Müslümanların anlaşamamış olmaları gerçekten üzücü bir olaydır. İnsanın karşısındaki kimsede kusur bulması kolay bir şeydir; fakat şurası kabul edilmelidir ki, araya bir kere yanlış anlama halinin girmesi, misliyle mukabelede bulunma ve buna da mukabelede bulunma gibi uzayıp giden itişmeler zinciri, itham edilen suçlu tarafa da kendilerini haklı gösterecek bir takım delil ve dayanaklar ileri sürme imkânı bahşetmektedir." (I, 580)

Yahudiler'in Kaynukaoğulları kabilesinin Medine'den son tahlilde Efendimiz (s.a.v)'in direktifiyle sürüldüğü vakıası dikkate alındığında ortaya şu sonuç çıkmaktadır: Eğer Yahudiler'in haklı olma ihtimali varsa, Efendimiz (s.a.v) onlara (haşa) haksızlık etmiştir. Çünkü olay sürüncemede kalmamış, somut bir sonuçla noktalanmıştır ve bu somut sonucun bir dayanağı olmalıdır. Eğer Yahudiler haksız ise Hamidullah'ın bu tavrının hiçbir anlamı yoktur.

B. "Resûlullah Muhammed" hakkındaki eleştirileri

Sadreddin Yüksel hoca, mezkûr kitapta yer alan hususlar içinden

1) Efendimiz (s.a.v) dünyaya geldiği sırada cereyan eden olağan dışı hadiselerin Hamidullah tarafından, bu doğum hadisesiyle ilgili olmayabilecek şeyler olarak nitelendirilmesini,

2) Efendimiz'in Hira'dayken aldığı ilk vahyin uyanıkken değil, uykuda olduğunu söylemesini,

3) "Kur'an Allah'ın sözünü temsil eder, onun yerine geçer" demesini,

4) Mucizelerin, peygamberlerin davalarını isbat bakımından zaruri olmadığını söylemesini eleştirmektedir.

Ayrıntıya girmeye ihtiyaç duymaksızın bütün bu konularda getirdiği eleştirilerin son derece haklı ve yerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sonuç

Gerek Üstat Necip Fazıl merhumun, gerekse Sadreddin Yüksel hocanın eleştirilerini şöylece üç grupta toplayabiliriz:

1. Eleştirilerin haklı olduğu kesin bir şekilde ortada olan hususlar. Bunlar arasında Hamidullah'ın herhangi bir tadilat yapmadıkları bulunduğu gibi, görüş veya ifadesinin değiştiği anlaşılan hususlar da mevcuttur.

2. Bazı eleştirilerde, Hamidullah'ın ifadelerinin yanlış anlaşıldığı görülmektedir.

3. Hamidullah'ın görüşleri arasında çelişkili bir durumun sezildiği meseleler. Söz gelimi Kur'an'ın, Allah Teala'nın sözünü temsil etmesi, onun yerine geçmesi ile ilgili ifadeleri ile, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi'nde (11 vd.) bu konuda söyledikleri arasında –eğer ilk ifadeleri ifadeleri Kur'an'ın nazmının Allah Teala katından olmadığı anlamına geliyorsa– bariz bir çelişki bulunduğu görülmektedir.

4. Eleştirilerden bir kısmı da, mütercim tasarrufu olduğu izlenimini veren bazı noktalara yöneliktir. Bu tür noktalarda gerçekten böyle bir tasarruf bulunup bulunmadığı, eserin Fransızca aslı ile karşılaştırma yapılarak ortaya konmalıdır. Ya da Hamidullah'ın eleştiri konusu görüşlerinin toplandığı eserlerinin mütercimi olan Prof. Dr. Salih Tuğ hoca bir açıklama yaparak bu alandaki soru işaretlerinin ortadan kalkmasına katkıda bulunabilir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Dr. Ebubekir Sifil
01-04-13
E mail: ebubekirsifil.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MUHAMMED HAMÎDULLAH'IN DOĞRULARI, YANLIŞLARI-2
Online Kişi: 20
Bu Gün: 152 || Bu Ay: 152 || Toplam Ziyaretçi: 2.225.142 || Toplam Tıklanma: 52.210.232