ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 4381
Yazar: Ümit Şimşek
RİSALE-İ NUR ÜZERİNDEN NELER PAZARLANIYOR?

Zaman zaman Risale-i Nur etrafında dönen bazı hadiseler ve tartışmalar cereyan ediyor ki, bunlara sadece Risale-i Nur cemaatlerinin meselesi olarak bakıp kendi seyrine terk etmek doğru değildir. Çünkü bu gelişmeler ve bu tartışmalar, sadece Risale-i Nur ile ilgili olan kişi ve toplulukların değil, aynı zamanda bütün bir ümmetin mukadderatıyla ilgili sonuçlar doğurma istidadını taşıyor. Daha da açık ve kestirme şekilde ifade edecek olursak:

Bu ümmetin bünyesine yabancı olan birtakım mefhumlar Risale-i Nur üzerinden piyasaya sürülüyor ve bir süre sonra da tartışılamayan, hattâ tartışılması teklif dahi edilemeyen kutsal değerlere dönüşüyor. Bunlardan bazıları doğrudan doğruya Risale-i Nur’a atfedilerek pazarlanırken, bazıları da, onları ileri süren kişi veya kuruluşların konumları sebebiyle Risale-i Nur’a mal ediliyor.

***

Demokrasi bu tür kavramlardan birisidir. Risale-i Nur’un hiçbir yerinde bu kelime yer almaz; bu eserde geçen ifadeler, “meşrutiyet-i meşrua, meşveret-i şer’iye, hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şeriatla müzeyyen hürriyet” gibi kelimelerdir. Her nasılsa Risale-i Nur cemaatlerinden birisi bu kavramı kaşla göz arasında bir iman rüknü haline getirerek Âmentü’ye dahil etmiş ve faturasını da Risale-i Nur’a havale etmiştir.

“Medeniyetler ittifakı” gibi bir deyimi, aklı başında bir adam kırk yıl düşünse Risale-i Nur’a yakıştıramaz. Bilâkis, medeniyetler bahis konusu olduğunda, özellikle Batı medeniyeti ile İslâm medeniyeti arasındaki münasebetler hususunda Bediüzzaman’ın yaklaşımı asla böyle bir mefhuma geçit verecek türden değildir. O, Roma ve Yunan medeniyetlerinin bir asıldan ikiz olarak çıktığı halde birbiriyle barışmadığına dikkat çeker ve bunların İslâm medeniyetiyle hiçbir surette barışamayacağını açıkça ve oldukça ağır ifadelerle dile getirir. Ne gariptir ki, karşı çıkılması suç haline getirilmiş bir “medeniyetler ittifakı” kavramı da, üzerinde gerçeğinden ayırt edilmeyecek derecede ustalıkla taklit edilmiş bir Risale-i Nur markasıyla ortalıkta dolaşmaktadır.

Diyalog denen ve her tarafa çekilen mefhum da Risale-i Nur’un malı değildir. Gerçi Risale-i Nur’da ve bu eserlerin müellifi Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında Ehl-i Kitap ile münasebetlere ait Kur’ân ve Hadis’e dayanan bazı fikir ve uygulamalar vardır; fakat “diyalog” şeklinde bir tabir eserlerin hiçbir yerinde geçmediği gibi, bu tabirin altında cereyan eden faaliyetlerin büyük çoğunluğuyla da Risale-i Nur ve Müellifi arasında bir ilişki kurmak mümkün değildir.

Bir tabir deyip geçmeyin; sadece “diyalog” adı altında cereyan eden faaliyetlerin nerelere gelip dayandığını ve İslâmî hassasiyetlerimizi ne derece körelttiğini gösteren pek çok hadiseyi hep birlikte yaşamadık mı? Fakat onları o kadar kanıksadık ki, artık bir problem olarak bile görmediğimiz gibi, problem olarak görenleri problem telâkki ediyor ve keyfimizi kaçırmasınlar diye susturmaya çalışıyoruz! Diyalog kapısından girilen yolda birgün İsrail’in İslâm toprakları üzerinde velâyet sahibi ilân edileceğini birkaç sene öncesine kadar kimse aklının ucundan geçirmezdi. Fakat şairin dediği gibi “Hayale gelmeyen işler vukua gelmiştir.” Artık suç telâkki edilen şey, şehitlerin daha kanları kurumamışken onları kâfirin otoritesine meydan okumakla itham etmek değil, böyle bir davranışı tenkit etmektir!

***

Aşınmalar zaman içine yayıldığı için, nereden yola çıkıp nereye vardığımızı herkes her zaman net olarak göremiyor. Ara sıra bazı sıçramalar bu konuda alarm verir gibi olsa da, yaygın ve etkili propagandalarla bu şoku atlatmak ve akla gelebilecek herşeyi kamuoyuna yedirmek mümkün hale gelebiliyor. Bediüzzaman, bu konudaki derin ıztırabını, Kastamonu mektuplarından birinde, “bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu” tabiriyle dile getirir.

Bu sonucu önlemenin tek bir yolu var; o da, her türlü sapmayı başlangıcında önlemektir. Çünkü fikirler bu sath-ı mailde bir kere yuvarlanmaya başladı mı, nerede durdurulması gerektiği konusunda bir ittifak sağlamak mümkün olmaz.

Bozulmanın başladığı yer lisandır; çözümü de lisana sadakatte aramak gerekir. Bu da iki safhada olur:

(1) Kelime ve kelâma, (2) mânâ ve muhtevâya sadakat. Özellikle Bediüzzaman gibi, kendisine has bir lisan geliştirmiş bir allâme ve mütefekkirin eserleri söz konusu olduğunda, her iki madde de hayatî önem taşır.

Lisanı muhafaza birinci şarttır, ancak yeterli değildir; “makasıd ve maânîye” de riayet etmek ve Müellifin kullandığı kelimeleri aynen onun kastettiği mânâda kullanmak gerekir. Ama daha birinci merhalede bu ahdi bozar ve Müellifin kullanmadığı kelimeleri onun adına kullanmaya başlarsanız, her türlü suiistimal için zemini peşin olarak hazırlamış olursunuz. Hiç kimse de bunun art niyetle yapılmış bir iş olmadığını iddia edemez. Sadece bir iki kelimenin değiştirilmesi veya ilâvesiyle bile işin nerelere vardırıldığına dair pek çok misalden birkaç tanesini yukarıda vermiş bulunuyoruz.

Şimdi, yıllardır Risale-i Nur’a ait mefhumları aşındırmak ve sulandırmak, Risalelerden rejimle problem teşkil edecek ifadeleri ayıklamak, kendi ürettikleri kavramları Risale-i Nur’a mal etmek, başka yerlerden aldıkları ihalelelerin faturasını Risale-i Nur’a çıkarmak gibi bir seri maharetin faili olan bir topluluk, meseleyi kökünden halletmek ve Risale-i Nur’un dilini topyekûn değiştirmek istiyor. Bunu yaparken “Nasıl olsa orijinali duruyor; isteyen oradan okur” diyerek safdil insanları oyalayacaklar. Bu arada, kaynağı kısmen malûm kısmen meçhul geniş imkânlar seferber edilerek yoğun reklam ve propagandalarla insanların rağbeti, kendilerinin biçimlendirdiği Risalelere yönlendirilecek. Sonunda da Risale-i Nur, Elmalılı tefsirinin âkıbetini paylaşarak bir kısım meraklının elinde unutulmaya yüz tutacak! Tabii ki bu planın bir bütün olarak gerçekleşmesi mümkün değil; çünkü ihaleyi verenler bir noktayı hesaba katmamış görünüyorlar:

Elmalılı’nın cemaati yoktu, Risale-i Nur’un cemaatleri var!

Fakat bu ihalenin yabana atılamayacak bir tehlikesi var: Henüz Risale-i Nur’un diline dokunulmamışken bu eserlerin üzerinden bu kadar dejenerasyon sahneye konabiliyorsa, bir de dili tamamen değiştirilmiş bir çakma külliyat üzerinden “bu asırdaki fevkalâde safderun ehl-i İslâma” neler pazarlanır, tasavvur edilsin!

Bununla beraber, bir de madalyonun diğer yüzü var. Bu teşebbüs, daha evvelki suiistimallere müsamaha nazarıyla bakan pek çok kimseyi çıplak gerçekle yüz yüze getirmiş bulunuyor ve bu insanların sayısı günden güne artıyor. Muhtemelen yüklenici arkadaşların son zamanlardaki bariz hırçınlıkları da buradan ileri geliyor olmalı!

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ümit Şimşek
17-04-13
E mail: sondevir.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
RİSALE-İ NUR ÜZERİNDEN NELER PAZARLANIYOR?
Online Kişi: 14
Bu Gün: 41 || Bu Ay: 499 || Toplam Ziyaretçi: 2.225.867 || Toplam Tıklanma: 52.213.970