ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DERİN İRTİBATLAR
Okunma Sayısı: 1842
Yazar: Adem Çaylak
KARGAYI BESLERSEN...

Bu köşeyi takip edenler yakından şahittir ki, iki yılı aşkın süredir sahih İslam’ın içini boşaltmak ve Müslümanlığı muhafazakarlaştırarak hadım edilmiş hale getirmek üzere örgütlen(diril)en ve bir tür “dine karşı din” hareketi ile gerdeğe girmenin kısa vadede kazançlı gibi görünse de, uzun vadede Erdoğan damarını da kapsayacak denli Türkiye ve ümmet için zararlı olacağını yazageldik. Vaktiyle kendi elleri ile beslediği tetikçi karga (başbakanın kendi ifadesiyle “ne istedilerse verdik”), semirince dönüp, almış oldukları “seferberlik emri” gereğince hükümetin gözünü oymaya başladı. Bugün “Aranızda hayra çağıran ve hakkı söyleyenler bulunsun” emrini dinlemeyip güç ve zafer sarhoşluğu ve neo-Osmanlı olma hayalperestliğine esir düşen “siyasal aklın”; uzun yıllardır bugünler için ABD ve İsrail tarafından yetiştirilmiş ve devletin en önemli üç kurumunu (ordu, emniyet ve yargı) ele geçirmiş “şeytani akla” yenilmek üzere olduğu bir kıyametin ortasındayız.

Operasyon kurgusu, “hizmet”in “irfanını” aşacak düzeyde kusursuz ve şeytani hazırlanmıştır. Önce dershaneler üzerinden kavga başlatılır, ardından gazeteler üzerinden yıpratma, ardından FBI tarafından geçen hafta “hizmet”in ABD’deki okullarına uyduruk baskınlar yapılır (işin içince ABD yok demek için), sonra “seküler ruhani” lider, kaset yayımlamayın falan deyip geri adım atmış gibi yapar ve en son öldürücü darbe indirilir. Aslına bakılırsa, daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, “şeytani akıl” 90’lı yıllarda kurgulanmıştır. 90’lı yılların kaotik ortamında, sanki “hizmet” ve kuruluşlarına ilişkin askeri, siyasi ve yargısal önlemler alınıyormuş gibi yapılarak, bazı yönleri ile eleştirilse de, Nakşibendi derin aklı çökertilmiş, yerine uluslararası güç odaklarının “hizmet”ine amade devasa bir makine yaratılmıştır. Makinenin düğmesi, her zaman egemen küresel sermayenin elinde olmuş, okullar üzerinden insan devşirilmesi ve topluma nüfuz edilmesi temin edilmiştir. Bölgede ve Türkiye’de egemen küresel sermayenin işine gelmeyen her durumda, bir tür “bağırsak temizleme operasyonu” (Ergenekon ve Balyoz gibi) gerçekleştirilmiş, bunu göremeyen saf Müslümanların siyasi ve toplumsal desteği ile şebeke vazifesini yapmaya devam etmiştir.  

Modernleşmeci, Protestan ahlakını ve emek sömürüsünü ekonomi politikası olarak bellemiş, İslam’ın Protestan Hıristiyanlığa uymayan taraflarını reddeden, uluslararası güç dengelerinde mazlumun değil derin ABD ve İsrail’in yanında yer alan ve ona tüm dünyada okulları vasıtasıyla hizmet etmeye yemin etmiş bir camianın gücünün ulaştığı son nokta bu kadarla sınırlı değil. On yıllık iktidarında emniyet ve yargı içindeki mensupları eliyle hükümetin her adımını izleyen, bugünlerde kullanılmak üzere dokümante edip kayıt altına alan, siyaseti yönlendirmek için yargıdaki mensupları eliyle soruşturmalar açan derin tetikçi makine, ABD’nin onayı ve emri ile Erdoğan’ı siyaseten bitirmek ve Ak Parti’yi etkisizleştirmek için ölümüne bir savaşa girişmiş bulunmaktadır. Şimdiye kadar askeri darbelerde ve özellikle 28 şubat darbesinde “hizmet”in neden böyle direnişçi bir tavır sergilemek şöyle dursun, 28 Şubat’ın sivil ayağı olduğu halde,  bugün Erdoğan’ın kellesini almak için ülkeden tamamen silinme pahasına harekete geçmiş olmaları şu basit denklemle açıklanabilir.

2003 sonrası Türkiye’yi uluslararası sistemden koparmaya çalışan darbe planları hariç, önceki tüm darbeler ABD’nin emrindeki cuntalar tarafından yapılmıştı. Zaten derin ABD ve İsrail’in “hizmet”indeki bir makinenin patronun diğer adamlarına (askeri cunta) başkaldırması saçma olurdu. Hem cunta hem de camia aynı büyük şeytanın yani ABD’nin emrindeydi. Bu gerçeğin camia farkındaydı ama dar kafalı cuntacılara bu konu yeterince izah edilemedi. Sonuç olarak “seküler” askeri vesayet yerini yargı ve emniyetteki “dinci” camia vesayetine bırakmak üzere ABD tarafından sahneden kovuldu. Erdoğan’ın ancak 7 şubat “balyoz”u ile anlayabildiği ama geri çevirmeye gücünün yetmediği bu gerçeği yıllar öncesinden sezip uyaran benim gibilere o günlerde ne yazık ki “bu kadar da değil, komplocu bir bakış açısı, fitne çıkarmanın alemi yok” gözüyle bakılmaktaydı.

Olayın hükümet tarafındaysa, yıllardır inşaat sektörüne aşırı yüklenmeden kaynaklanan zaafa düşme ve rant ekonomisi çerçevesinde yolsuzlukların dibine batma durumu göze çarpmaktadır. Betonlaşan bir ülkeden ve onun yarattığı ekonomi ve siyasal güçten nemalanan kabız siyasetin Erdoğan’ı düşürdüğü durum vehamet arz etmektedir. İran’a yapılan altın ticareti üzerinden yürütülen operasyonsa, camia tarafından ABD ve İsrail’in güçlü desteğinin alınmış olduğunun kanıtıdır. İran’la yapılan ticaret, bir halkı açlığa ve ölüme terk eden ambargoların hafifletiliyor olması nedeniyle ahlaken doğrudur. Hükümetin geçmişteki en büyük günahı ise, Hanefi Avcı, Ahmet Şık, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu gibi Ergenekon ve KCK soruşturmalarında tutuklanan mazlumlara karşı yapılan hak ihlallerine yeterince ses çıkarmamış olmasıdır.

Tıpkı Mısır ve Suriye’de İhvan-ı Müslimin’in ve nükleer müzakerelerde İran’ın derin ABD ve Siyonizme ağır şekilde yenilmiş olduğu gibi, Erdoğan’ın arkasındaki büyük güce rağmen camiayı alt etmesi mümkün değildir. Bu badire atlatılsa bir başkası, o atlatılsa bir yenisi ortaya çıkarılacak ve en nihayetinde hükümet bir şekilde zayıflatılacaktır. Ne yazık ki hükümetin elinde camia ve derin ABD’yi geriletecek pek fazla koz olmadığı halde karşı tarafın elinde Ak Parti hükümetlerinin 11 yıllık icraatlarının ayrıntılı dökümleri ve olmayan olayları bile varmış gibi gösterme yeteneğine sahip emniyet ve yargı “camiası” bulunmaktadır. Erdoğan, İsrail ve ABD’nin emrine uygun hareket etmediği için siyaseten infaz edilmesi imkan dahiline girmiştir.

Bununla birlikte dövüşmeden teslim olmak ne Erdoğan’a ne de onun temsil ettiği damara yakışmayacağı için, kısa vadede yapılması gereken, yüksek yargıyı hemen ilga edip yerine bir Temyiz mahkemesi kuracak ve tıpkı RTÜK gibi siyasal parti temsilcileri eliyle düzenleyen yeni bir HSYK kurmak için tüm partilerle anayasa uzlaşması aramak ve yargı içindeki vesayetin yarattığı hak ihlallerini ortadan kaldıracak radikal bir anayasal dönüşümü gerçekleştirmektir. Bu bile kesin çözüm alınmasını sağlamayacak bir öneridir ama en azından bundan sonraki dönemde “yargısal vesayet”in olmadığı bir Türkiye’nin önünü açabileceği için önemli olsa gerektir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Adem Çaylak
20-12-13
E mail: milatgazetesi.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KARGAYI BESLERSEN...
Online Kişi: 22
Bu Gün: 166 || Bu Ay: 1.114 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.294 || Toplam Tıklanma: 52.226.550