ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / HİKÂYE
Okunma Sayısı: 2487
Yazar: Abdullah Harmancı
ÖYKÜCÜNÜN KORKULARI

 

12.12.2007 - 13:42, Kırkikindi

 1. Öykücü, kendisini öykü yazma heyecanından uzaklaştıracak uzun soluklu uğraşıların içine girmekten korkar. Bunların en başında akademik çalışmalar vardır. Akademik çalışmalar yapmanın, içindeki civelek kuşu suskunlaştıracağına inanır öykücü. Kendini bu tür yoğun faaliyetlerden uzak tutmaya çalışır. Başarılı olur ya da olamaz. Her nasılsa, akademik dünyânın ortasına yuvarlanmışsa da, kerhen boy gösterdiğini bilir orada. Gönlünün kapılarını bu dipnotlar dünyâsına açmamaktır dileği. Radyasyonlu bir binâda ağzı burnu özel âletlerle korunmuş olduğu halde adımlayan mühendisleri andırır hâli. Bedenimi alabilirsin ama, rûhumu asla, diyen bir kader kurbanını ya da.

2. Öykücü, yazamamaktan korkar. Konuların değil ama onları ete kemiğe büründürecek heyecanlarının kaybolmasından korkar. Yazmanın ona heyecan veremez olmasından korkar. Yazmanın bir yerde anlamının yitmesinden korkar. Yazmanın sıradanlaşmasından, kontrol altına girmesinden, kontrol edilebilir bir şey olmasından korkar. Yazmak, dâimâ, kontrolsüz, ulaşılması zor, belki de mûcizevî bir şey olmalıdır. Dâimâ "bitme" korkusuyla yaşanmalı, dâimâ uzun gecelerden sonra, büyük bir heyecanla, hızlı hızlı yazılmaya başlanmalıdır.

3. Öykücü yazdıklarının anlaşılmamasından ve dahi anlaşılmasından korkar. Esâsen anlaşılmak da korkulacak bir şeydir. Sanat eseri dediğin şey, bir ucu karanlık ay gibi, kendini kolay kolay ele vermemeli, mümkün olduğunca ele vermemelidir. Öykü bir yarısı gözükmeyen, gözüken yarısı bir gece lambasının altında bulanık bir biçimde arz-ı endâm eden bir sevgili yüzü gibi, kendisinde olmayanları bile vaad eden bir "esrâr"a sâhip olmalıdır. Öykücü, bu esrârın efsûnuna uzak kalmaktan korkar.

4. Öykücü, etkileyici ama derinliksiz metinler yazmaktan korkar. Bazen ilginç bir son, farklı bir anlatım tarzının büyüsüne kapılıp geceler boyunca, bir öykünün cümleleri arasında boğulmuş, okununca insanlarda beğeni uyandıran metinler kotarmış; velâkin, ancak gerçek okuyucularının fark ettiği bir acı gerçekle karşılaşmıştır: Derinliksizdir öyküsü. Bu, öyküye başladığı ilk senelerde olmuştur gerçi; ama olmuş ve kitap sayfalarına değilse de, dergi kayıtlarına geçmiştir. İnsanın, hayâtın, dünyânın, hakikatin bir yerlerine dokunmadan, öykü kotarmak, olacak şey değildir.

5. Öykücü, çok sevdiği yazarların, âhenklerine bayıldığı cümlelerinin altında ezilmekten korkar. Onca sene geçmiş olmasına rağmen, yazmaya başladıktan bu yana, hâlâ beğendiği bir kitabın, beğendiği bir öykünün; cümleleriyle, diliyle, yapısıyla, kurgusuyla kendini esir almasından, yazdıklarında son okuduklarının "kokmasından" korkar. Bunca sene sonra, bunca sene geçmiş de, adam hâlâ kendine bir "ses" bulamamış, denmesinden korkar. Bir üslûbum var mı benim, diye fısıldar kendi kulağına, bu soruya bir cevap bulmaktan, bulamamaktan korkar.

6. Öykücü, kitabının yayınlanmasından da korkar. Kitabının yayınladığı günlerde, kendini "ortam"lara rahatça bırakamaz. Kitabıyla bir şekilde yüzleşmekten korkar. Kitabından bahsedilmesinden. Kitabıyla ilgili sorular sorulmasından korkar. Kitabından bahsedilmemesinden de... Kitabıyla ilgili sorular sorulmamasından da korkar ama.

7. Öykücü; kitabın, kâğıdın, derginin, gazetenin, (yazı'nın değil elbette), bitiyor olmasından da korkar. O zaman ne anlamı vardı ki, der. Yazmanın, okumanın, kitap, dergi biriktirmenin, şehirden şehire, evden eve o kitapları taşımanın... Kitap yayınlamanın ne anlamı vardı o zaman? Mâdemki bitecekti? Onca dergi, onca kitap, kendi dergilerim, kendi kitaplarım, içinde benim de adım geçen kitaplar, dergiler? Kâğıt ölüyor demek! O zaman bırakalım her şeyi.

8. Öykücü aşktan da korkar. Âşık olmaktan... Okumak, yazmak anlamsızlaşır çünkü. Aşk gelince hepsi biter. Yaşamaya başlar kişi. Anlamsızlaşır yazdıkları. Anlamsızlaşır yazı. Öykücü âşık olmazsam, diye de korkar. Yaşamamaktan, yaşayamamaktan...

9. Öykücü, atılgan bir insan olmamasının kendine kaybettirdiklerinden de korkar. Öyküsüne kaybettirdiklerinden... Gezerek, yaşayarak kazanacaklarından... Kazanamadıklarından... Korkar. Belki de daha çok yaşamalıydım, der kendi kendine. Belki de bu bir safsata, diye teselli eder kendini.

10. Öykücü, görselliğin böylesine devleştiği bir çağda, bir gün, dîvanlarda kurumuş gazeller gibi, öykülerin de dergilerde kuruyup kalacaklarını, bir tek kişi tarafından bile okunmayacaklarını, böyle uzak, yabancı bir çağa girileceğini düşünür. Kanı donar. Nefesi kesilir.

11. Öykücü, çevresindekilerce, "plastik kitaplar"la kendi kitaplarının mukayese edilmesinden de korkar. Kitabının tirajını soranlara, kitaptan kazandığı parayı soranlara, gülümser. Susar.

12. Öykücünün içinde daha nice korkular vardır. Mevlânâ varken sen kimsin, diye sorar kendine. Arabî varken... Proust varken... Joyce varken. Diye diye kaldırımlarda adımlarken... Birden bir şey olur: Simit satan bir talebesini görür kaldırımlarda. Korkularını unutur. Dünyânın bütün yazarlarını unutur. Yoksul bir öğrencisinin içine kattığı acıyı yazmaya karar vermiştir, kimselere görünmeden alelacele evine döner. Bilgisayarının başına oturur. Hızla odaya girip gündelik konuşmalarına başlayan karısına, "sus" işareti yapar. Çalan telefonunun sesini kısar. Yazmaya koyulur.

Nefis bir şeyler yazdığına inanarak, artık neşeyle dalacaktır insanların arasına. Ama bir korkusu daha vardır öykücünün. İçinde bir aşk gibi koruduğu bu yeni öyküyle tekrar yüzleşmek de bir hayli zordur. Her şeyin berhava olmasından korkar öykücü. Temkinlilikle okur önceki gün yazdıklarını. Bir güzelliğin dağılmasından korkarak okur. Yaşamı, son cümleyi de okuduğu andaki kararına bağlıdır çünkü.

NOT: Değerli yazarımızın dil ve üslûp bütünlüğünü bozmamak için müdâhalede bulunmak istemedik; ama "Doğruluş" olarak "öykü" yerine daha köklü ve hâtıralı "hikâye" kelimesinin kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. (Doğruluş)

Yazar: Abdullah Harmancı
19-07-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ÖYKÜCÜNÜN KORKULARI
Online Kişi: 24
Bu Gün: 609 || Bu Ay: 9.145 || Toplam Ziyaretçi: 2.220.576 || Toplam Tıklanma: 52.160.808