ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 1766
Yazar: Mustafa Zahid Ergün
KELİMELER...

KELİMELER..."Bir hikâyesi olmayan her şey çabuk unutulmaya mahkûmdur."

I.

İnsan büyük gördüğü, ehemmiyet verdiği şeyler hakkında pek sorgulama yapmaz. En yaygın örnek olarak şunu söyleyebiliriz. Kişi Allah’ı sorguluyorsa, bu O’nu çok da önemsemediğindendir. Onu, kendi acizliğini örtmek için kendiyle kıyaslar. Bilakis bu sorgulama aşırı içli dışlı olmaktan da doğabilir. Orta yol en iyisidir.

Sözgelimi, Sarar diye bir marka var. Bu markanın şirket açısından hangi anlama geldiği konusunda bir fikrim yok. Ama yıllardır mağaza vitrinlerinde, yol kenarlarında, televizyonlarda gördüğümüz hâlde bu kelimenin ‘sarmak’ fiilinden türetilen bir sıfat-fiil olduğunu düşünmemiştim. Çünkü o büyük bir markaydı ve zihnimiz onu bir kalıp olarak algılayıp bir köşesine yerleştirmişti. (Bu arada zihnimizin bir köşesine yerleştirme işini yine zihnimiz mi yapıyor? Hem müdür, hem depo sorumlusu, hem de depo olan bir varlıktan söz ediyoruz o hâlde.) Bu kalıp olarak algılama işini yabancı kelimelerde yapmamız normal gibi. O dile aşina olduktan sonra onu da sorgularız gerçi ve ‘aa bu muymuş’ deriz. Diğer misal de konfeksiyondan olsun. Kiğılı da elbette kendi sınıfında büyük bir marka…  Ama kaç kişi Kiğı’nın Bingöl’ ün bir ilçesi olduğunu biliyor? Ya da onu merak etmiş miydik, ‘acaba nedir bu’ diye? Kiğılı, bir marka olarak öyle yerleşmiş ki zihnimize, artık Kiğı bize onun gibi zarif, lüks, nadide bir yer olarak gözükebilir, oraya gitmediğimiz hâlde. İşte memleketini tanıtmak, kelimelerle, markalarla ideolojileri hâkim kılmak budur. Bu sorgulama işi bir başlamayagörsün, etrafta ne kadar marka varsa anlamını, neden o ismi aldığını, ya da marka olmasına gerek yok herhangi bir kelimenin ne mânâya geldiğini, kaynağının hangi diğer kelime olduğunu, bir deyimin, atasözünün hangi olaydan sonra yaygınlaşmaya başladığını falan bolca araştırır, sorgular ve onları bir kalıp olmaktan çıkarırız. Onları anlamlandırırız. Yabancı kelimeler için de benzer durum söz konusudur. O dile hâkimiyetimiz arttıkça kelimelerin anlamlarını, yan anlamlarını, kökenlerini öğrendikçe daha bir ferahlarız. Öyle ki, o dile ünsiyet bile kesbederiz. Meselâ Van’ın şimdiki adıyla Güzelsu beldesindeki kalenin adı Hoşap’tır. Hoşap ismi, ‘hoş âb’ yani ‘güzel su’ kelimelerinden dönüşmüştür. Hoşaf da buradan gelir. İçinden çokça geçtiğim hâlde önceden fark edemediğim bu güzelliği Farsça’ nın mevzubahis olduğu bir sohbet esnasında fark ettiğimde, o beldeye o ismi verenlere rahmet okudum, hay Allah sizden razı olsun. Anlatmaya çalıştığım, hikâyesi olmalı bir şeyin, bir ismin, yerin, markanın…

II.

Bir de piyasaya çıktığında sadece bir marka adı olan, ama ilk çıkmanın avantajını kullanarak (belki kendi inisiyatifi dışında, halk eliyle) sektöre isim olmuş kelimeler var. Hatta bunlardan bir tanesi bundan rahatsızlık duydu, diğerlerinden ayrılmak adına isminin başına başka bir kelime getirdi. (Pimapen idi, dr pimapen oldu.)

Aygaz, jilet, pimapen, kalebodur, pril, tursil, ernet, selpak, jip, uhu, prit, kot gibi kelimeler bir marka adı olarak piyasaya çıkmış, sonradan o cins eşyaya ad olmuştur. Halk arasında bunca yaygınlığına rağmen Türk Dil Kurumu’ nun Büyük Türkçe Sözlüğü’ ne girememiş kelimeler de var aralarında: Aygaz, selpak, uhu, jip… Niye bu çekingenlik? Ocak da diyelim, aygaz da… Diğer bazıları için (meselâ prit, tursil, ernet) durum anlaşılabilir. Ama sözlüğe giremeyenlerin halk hatırına kabul görmesi lazım gelir.

III.

Konuyu şuraya getirsek iyi olacak. Paul Valery şöyle der; ‘nasıl ki aslan vücudu yediği diğer hayvanlardan oluşuyorsa, diller de diğer dillerden kelimeler alarak kendilerini geliştirirler.’ Nihat Sami Banarlı da Türkçe’nin Sırları isimli kitabında hassasiyetle değinir bu mevzuya: ‘İmparatorluk dilleri, diğer dilleri etkileyen ve bünyesinde de pek çok dilden kelime barındıran dillerdir. Geniş coğrafyalara hükmeden milletler kaçınılmaz olarak o kültürlerle etkileşime girerek onlardan pek çok kelime alır. Ve dahası bu bir mecburiyettir. Tabiî burada önemli olan; bir kelimeyi körü körüne dile aktarmak değil, o kelimeye kendi dilimizin musikisini katmaktır.’

İmparatorluk iddiasından vazgeçtiğimiz, talepkâr bir dış politika izlemeyi bıraktığımız, İstanbul’ u müdafaa etmeye Bosna’dan değil Yeşilköy’ den başladığımız, misak-ı millî sınırlarına hapsolduğumuz günden beri, diğer dillerden gelen kelimelere de korkakça yaklaşır olduk. Bunda haksız da sayılmayız. Çünkü artık bir imparatorluk bakiyesi bile değiliz. İngilizlerin Redhouse sözlüğüne her sene yüzlerce kelime katıp yeni baskılarla genişlettiği günümüzde, farklı dillerden gelen kelimeleri almamamızın tek sebebi; onları kendi içimizde yoğuramayacağımız korkusudur.

Meselâ biz number kelimesini almış, onu numara’ya çevirmiş ve ondan da ‘numara yapmak’ diye bir deyim türetmişiz. Şimdi numara kelimesini aldığımız millete, bu deyimleri kullansak ne anlar? Hiçbir şey. Çünkü artık o kelime Türkçeleşmiştir, bir deyim hâlini alarak olsa dahi. İşte bu gibi çalışmaları artırırsak değindiğimiz meselenin hiç de zor olmadığı anlaşılacaktır. Başka bir misâl: İndira Gandhi… Bu kelimeleri son zamanlarda en çok İvedik' ten duyduk. Çalıp çırpmayı ‘cebe indirmek' mânâsında ‘indiragandi’ yaptık. İndiragandi dendiği zaman hiçbir Türk o filozofu hatırlamaz. Yapılan bir kurnazlık gelir aklımıza. Herhangi bir Hintliye de 'indiragandi yapacan deyimi, çakkal' desek, saf saf bakar suratımıza. İşte böyle…

‘Olmak ya da olmamak’ deyiminin Can Yücel tarafından Türkçemize kazandırılmış hâli nedir meselâ: ‘Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin.’ ‘Olmak ya da olmamak’ İngilizlerin kullandığı bir terkiptir. Can Yücel belki Shakespeare’in sözünü birebir tercüme etme niyetinde değildi. Ama aynı duyguyu bir İngiliz başka şekilde ifade eder, bir Türk başka…

Son söz: Bir hikâyesi olmayan her şey çabuk unutulmaya mahkûmdur. Kur’an-ı Kerim’i hatırlayın. Kıssaları düşünün. Dinî metinler dahi hikâyeleştirmeyi kullanır. Bize bu konuda yol göstermiştir. Bir kavramı iki saat anlatacağımıza, onu hikâyeye oturtarak daha kısa sürede daha anlaşılır hâle getirebiliriz. Aldığımız yabancı kelimeleri Türkçeleştirmek çalışmalarına katılmak da her vatandaşın asli vazifelerinden biridir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mustafa Zahid Ergün
15-03-15
E mail: http://kulturgundemi.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KELİMELER...
Online Kişi: 20
Bu Gün: 387 || Bu Ay: 9.643 || Toplam Ziyaretçi: 2.221.622 || Toplam Tıklanma: 52.168.694