ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 3833
Yazar: Ercan Alkan
BİZİM MÜZİĞİMİZ EŞSİZ BİR MÜZİK (Kânûn sanatkârı Göksel Baktagir'le sohbet)
Bizim  müziğimiz eşsiz bir müzik

Göksel Baktagir ile müziğimiz üzerine derin bir söyleşi yaptık...

Efendim, Türk müziği ile ilgili çalışmalarınız nasıl başladı?

Bu hususta ben kendimi çok şanslı görüyorum. Çünkü ailemde, sevgili babam Muzaffer Baktagir bireysel olarak Türk müziğine gönül vermiş, uzun yıllar birçok Türk müziği enstrümanını icra etmiş birisi. Tabi ailede böyle bir insan olunca biz de doğal olarak kendi kültürümüzün çok önemli enstrümanlarını tanıma imkanı bulduk. Dolayısıyla benim müzik hayatım çok küçük yaşlarda başlamış oldu. Ailede almış olduğum müzik eğitimi -idealim olan- İTÜ'ye bağlı Türk müziği konservatuarına girmemle devam etti. Böylece akademik anlamda da bir süreç başlamış oldu benim için. Şu anda ise bağlı bulunduğum Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda Türk müzik sanatını tanıtma ve icra etmeye gayret ediyorum.

Bir kanun virtüözü olarak bize biraz, kanun enstrümanı hakkında bilgi verebilir misiniz?

Kanun enstrümanı yapısı itibarı ile çok zengin 3,5 oktavlık ses yapısına sahip. Tarihsel açıdan tam olarak bu enstrümana şuraya ya da buraya ait demek biraz zor. Muhtemelen Orta Asya kökenli bir enstrüman olabilir; çünkü genellikle bir çok akustik enstrümanın çıkış yeri orası. Antik çağda Sümerler tarafından kullanıldığına dair bir takım bilgiler de mevcut. Bunun yanında kanunun, 9.-10. yüzyıllarda yaşamış olan meşhur müzikolog, zamanın önemli filozofu Farabî'nin bir icadı olduğu zikredilen rivayetler arasında.

Müziğinizde geleneksel icra formlarının yanı sıra modern tavır da var. Gelenekle modernin harmanlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca bu paralelde ne tür tepkiler alıyorsunuz?

Vakıaya ben şöyle yaklaşıyorum: Konu ne olursa olsun konunun içeriğini çok fazla anlamadan ürkütücü bir zihniyetle yani bir ön yargı ile konuya baktığınız vakit o alana aslında zarar vermiş oluyorsunuz. Burada bence bakış açısı çok önemli. Müzik benim hayatımın çok önemli bir unsuru. Aslında bütün insanlık için de bu durum geçerli. Müzik adeta, sınırsız titreşimler arasında yapılan bir gönül yolculuğu. -Zaten ben kendimi sesler dünyasındaki ışığı keşfetme yolcusu olarak tanımlıyorum. -Her insanda bu yolculukta farklı tınılar yakalamak potansiyel bir güç olarak mevcut. İşte sanatçı özüne yöneldiğinde sanatında çok farklı ufuklar açılmış oluyor kendisine. Ben hiçbir şeye ön yargı ile yaklaşmamaya çalışıyorum. Aslında bir iğne deliği çok küçük görünür ama oradan baktığınızda dünyayı görebilirsiniz. Kısaca şunu söylemek istiyorum: Biz kendi köklerimizdeki, kendi özümüzdeki güzelliklere yaslanarak ancak bir değer olabiliriz. Biz buna gayret ediyoruz ve geçmişten geleceğe bir köprü kurma gayretiyle bir arayış içerisinde hala çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Ülke dışında da konserlere iştirak ediyorsunuz. Günümüzde Türk müziğine yeniden bir yöneliş olduğu söyleniyor buna katılıyor musunuz? İzlenimlerinizi aktarabilir misiniz?

Bizim müziğimiz tek sesli müzik türü arasında ayrıcalıklı bir yere sahip. Batı müzik sistemi de kendini ispatlamış ayrı bir müzik türü. Hem bizim müziğimiz hem de batı müziği birbirini gölgelemeyecek bir şekilde iki ayrı yoldan uzantıları olan müzik türleri. Burada mutlaka altını çizmemiz gereken yer şu; Türk müziği makamsal bir yapı üzerine kurulmuş, makamsal yapı da bizim aslında doğamızda uygun olan bütün sesleri kullanan, o çeyrek sesler denilen sistemi kullanan bir yapıya sahip olduğu için çok ayrı bir renklilik ve zenginlik ihtiva ediyor. Dolayısıyla biz ruhumuzun bütün güzelliklerini Türk müziği sistemi içerisinde çok daha güzel bir şekilde yansıtma imkanına sahibiz. Batılı ya da doğulu müzik tarzı hiç fark etmiyor. Siz yeter ki o müzik türleri içerisinde gönlünüzü çok güzel bir şekilde ortaya koyun, iyi bir yorumcu olun; ırkı, kültürü ne olursa olsun bir şekilde insanlara ulaşırsınız. Şimdi batıda insanların en çok dikkat ettikleri şey şu: Onlar, sizi bir Türk müzisyeni olarak görüyor ve Türk kültürünü, Türk müziğinin güzelliğini sizden duymak istiyorlar. Dolayısıyla hani tereciye tere satma gibi bir şey zaten olamaz; çünkü herkesin kendine göre ayrı güzellikleri, ayrı kültürleri var. Biz kendi kültürümüzün yansımalarıyla o güzellikleri sunduğumuzda hem bizim kültürümüzün renklerini daha iyi görüyorlar hem de o orijinal yapıyı daha iyi sindirmiş oluyorlar ruhlarında. Ve bu tınıları duydukları an emin olun çok beğeniyorlar. Çünkü bizim müziğimiz insan ruhuna hitap eden enstrümanlara sahip. Bugün bir klasik tırnak kemençesini düşünün, tasavvuf müziğinin en önemli enstrümanı olan ney'i düşünün, bir tanburu, bir kanunu, bir udu düşünün. Bütün bu enstrümanlarımız tınıları itibarı ile insan ruhuna, kalbine derinlemesine işleyebilecek bir yapıya sahipler. Siz o enstrümanlarla, o enstrümanların kültürünün müziğini de işlediğiniz vakit o insanların hücrelerine kadar inebiliyorsunuz, biz buna yurt dışı konserlerimizde çokça şahit oluyoruz. Her ne kadar bizim kültürümüze uzak insanlar olsalar bile bizim asıl özümüzde olan müziğimizin ince nüanslarını kendi iç dünyalarına alabiliyorlar, hissedebiliyorlar. Biz bunları görüyoruz. Özellikle bağlı bulunduğum Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'nun genel sanat yönetmeni, çok önemli tanbur sanatkârı, devlet sanatçısı hocam Necdet Yaşar'ın yıllar önce Amerika gibi çok uzak mekanlarda Türk müzik sanatını yabancılara tanıtmış olması bizlere de ayrı bir yol açmış oldu. Her şey bir şeye basamak teşkil ediyor. Ve bugün Türk müziği inanılmaz ilgi gören bir trende sahip. Hz. Mevlânâ'nın -zannediyorum- bir sözü vardır: İnci dibe vurur, çer-çöp kıyıya vurur. Bugün tabii Türkiye'de, zaman zaman televizyonlarda, medyada çok fazla suyun üstünde gördüğümüz -istisnaların dışında- kimseler mevcut. Türk toplumu gerçek sanatkarını çok fazla tanıyamıyor. Ama genel olarak belki de dünyada sanatçıların kaderi bu.
 
Peki geleneksel müzik sanatımızın bu günkü yıpranmış ve eskimiş görünümünden kurtarılması için sizce neler yapılmalı?

Şimdilerde popüler diye bir kavram var. Bu problemi aşmak adına bu kelimeden hareket etmeliyiz. Yaşadığımız hayatı göz önünde bulundurduğumuzda bir şeyin popülerlik kazanması için bir takım desteklere ihtiyaç duyuluyor. Türk müziği de bence bu desteğe muhtaç. Geçmişte geleneksel sanatlarımız popüler kaygılardan hareketle icra edilmezdi. Bizim hemen bütün sanatlarımızda insanın ürettiği şeyin içerisinde olma anlayışı hakimdi. Sanatkâr kendi benlik ve egolarından tamamen sıyrılarak sanatını bütün insanlık için yaptığından dolayı popülerlik kaygısı gütmezdi. Doğal olarak da bu süreç, belki de belirli grup içerisinde değer ve karşılık bulan bir yapıya dönüştü. Ben şundan yanayım; tüm insanlık için yararlı olabilecek sanatkarlarımızı -popüler anlamda o güçleri de katarak- çok daha fazla kitlelere yayma gayretimiz olmalı; burada da profesyonellik devreye girmeli bence. Profesyonellik ise bir ekip halinde, kendi görevini bir şekilde yerine getirip o alana yönelik farklı bir yenilikle katkıda bulunmasıdır.

Sûfî müzikle ilgilenmektesiniz sizdeki bu ilginin kaynağı nedir?

Bir insan, inancı ve o inancın etrafında şekillenen güzellikler sayesinde bir yerlere gelebiliyor. Aslında Sufizm'in telkin ettiği değerler, bütün insanların kalbinde ve gönlünde var. Bu değerleri insanın kendini tanıma ve olgunlaşma süreci olarak ifade edebiliriz. Ben kendimi mesleğim gereği enstrümanımla ifade etmeye çalışıyorum. Enstrümanımla bir bağ kuruyorum o aracı oluyor fakat aslında az önce altını çizdiğim sınırsız hazineyi keşfetme yolculuğu, sesler dünyasındaki yolculuğumuz aslında bize kendimizi zaman içerisinde tanıma ve olgunlaşmaya imkan sağlıyor. Nasıl ki mûsikî ilmi -malum-sınırsızlık ilmi, Sufizm de sınırsızlığı ifade ediyor. Bugün o sınırsızlık içerisinde her geçen gün, çok farklı duygusal anlamda titreşimler yakalayabiliyorum. Ve gitgide derinleştiğimi hissediyorum. Tabii bunu tarif etmek mümkün değil ama şu an benim icra ettiğim kanunla olan diyalogum 25 yılını doldurdu. Bir bebeğin büyümesi, olgunlaşması misali ben ondan bir takım şeyleri öğreniyorum o da benden bir takım şeyleri öğreniyor. Böyle bir alış veriş neticesinde, insan özündeki o güzelliği ve sevgiyi yansıtmak adına bir mücadele içerisinde oluyor. Zaten Sufizm'in de ana öğretileri ve kendi duygu dünyamda algıladığım boyutu da bu olsa gerek.

Musevî bestekârlarla alakalı bir albümde yer aldınız. Bir dönem bu coğrafyada birlikte yaşamış olduğumuz azınlıkların sanat hayatımızdaki yerleri hakkında neler söyleyebiliriz?

Osmanlı çok büyük bir medeniyet ve bu medeniyet potası o sınırsızlık içerisinde her geçen gün, çok farklı duygusal anlamda titreşimler ve çok renklilik ve çok kültürlülük söz konusu. İnsanlar barış içerisinde yaşamışlar ve ortak bir kültürel mozaik oluşturmuşlar. Yurtdışında bir seyahatimizde, yaşı hayli geçkin bir Musevî bey yanımıza geldi ve dedi ki; Ben Osmanlıyım. Osmanlı'da yaşayan değerli sanatkârlar bizim müzik sanatımıza çok önemli katkılarda bulundular. Örneğin III. Selim zamanında Hampar-sum müziğimize katkıda bulunmuş büyük bir isim. Ayrıca Türk müziğine çok büyük hizmetleri olan ve ürettikleri eserlerle de Türk müziği şaheserleri arasında yer alan bestelere sahip çok önemli Rum bestekarlar da var. Dolayısıyla Osmanlı'nın o ihtişamlı 600-700 yıllık serüveni içerisinde karşılıklı olarak farklı kültürlerin birbirlerinden etkilenmeleri bence doğal bir süreç. Böylece Osmanlı coğrafyasında yaşayan her sanatçı kendi özlerinde olan güzellikleri katmak suretiyle Osmanlı'ya has sanat ruhunu ve lisanını oluşturmaya vesile olmuşlar.

Son olarak okuyucularımıza bestelerinizin oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?

Şöyle söyleyeyim; bir arı, balı oluştururken bir sürü çiçekten polen alıyor. Bunu gibi sanatkâr da yaşadığı hayattan beslenir. Kendi egolarından benliğinden sıyrıldığı an belki bu süreç başlar. Okuduğu, gördüğü, konuştuğu her şeyden aslında etkilenir. Olayları kendi duygu tuvalin de resimlemeye çalışır. Bestekârın görevi, sesleri belirli bir kompozisyon içerisinde sunarak müziği oluşturmaktır. En son albüm çalışmamda ilk eser Garip adlı saz semai, kıymetli gönül ozanımız Neşet Ertaş'a ithafen bestelendi. Neşet Ertaş bir bayram günü, bir televizyon kanalında konuktu. Kendi hayatına ilişkin notlar aktarıyordu: Bizim yerimiz pek fazla köyden köye dolaşırdık. Çadırlarda gecelerdik. Bizim lakabımız garipti. Garipler geldi, garipler gitti derdi köylü. Köylüye de çok fazla eziyet olmasın diye bir haftadan fazla kalmazdık. Çok önemli yerlere gelmiş bir sanatkar geçmişini o kadar saf bir şekilde yansıttı ki ben bundan çok etkilendim ve Garip adlı eser ortaya çıktı. Müzik aracılığı ile bir lisan, bir metin oluşturmaya çalışıyorum bu bazen birebir etkilendiğim bir şeyin tasviri, ifadesi oluyor. Mesela yine son albüm çalışmamda Kelebek adlı çok neşeli, kısa süreli biten tasviri bir bestem oldu. Bir kitapta okumuştum ipek yapımında kozalar canlı canlı kaynar kazanlara atılıyormuş ama sadece Hindular, kozasını delenlerle ipek yaparlarmış; çok derin bir manası var şimdi bunun. Cana kast etmemek adına yapılan bir işlem bu. Çünkü malum koza bir engelleniştir. O koza aşıldığında kelebek oluyor. Her ne kadar ortaya çıkan ipek ikinci kalite oluyorsa da Hindular cana kast etmemek adına bu işlemi yapıyorlar. Şimdi benim duygu dünyamda bu gerçek öyle bir şekilleniyor ki bir anda kelebek adlı bir eser ortaya çıkıyor. Dolayısıyla sizin beslendiğiniz şey size mutlaka açılım sağlamalı, bir anlam katmalı onun da bir derinliği olmalı ki sizin üretebileceğiniz şey de o oranda derinlikli olsun. Son olarak şunları ifade etmek istiyorum: bütün bunların yanında bizim üreteceğimiz şeyler -her ne olursa olsun; bu yazılı şeyler olabilir, müzik olabilir- gönül dünyamızdan çıkmıyorsa onlar çok büyük bir anlam taşımıyor ve zaten de muhatabına ulaşmıyor bence. Sadece kulaktan girer ve çıkar, ulaşması gereken yere ulaşmaz. Ama gönlünüzü katarak bir şey yaparsanız, bu hiç tahmin etmeyeceğiniz bir boyutta bir yerlere ulaşır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ercan Alkan
03-05-10
E mail: Haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİZİM MÜZİĞİMİZ EŞSİZ BİR MÜZİK (Kânûn sanatkârı Göksel Baktagir'le sohbet)
Online Kişi: 34
Bu Gün: 121 || Bu Ay: 1.069 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.181 || Toplam Tıklanma: 52.224.412