ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 1678
Yazar: Ali Ayçil
EREN BÜLBÜL İÇİMİZİ NİÇİN FARKLI YAKTI?

EREN BÜLBÜL İÇİMİZİ NİÇİN FARKLI YAKTI?

Eren Bülbül’ün arkasındaki sisli dağlar

Bu satırları yazdığımda Eren Bülbül’ün şehit edilmesinin üzerinden altı gün geçmişti. Türkiye uzun zamandır belki de ilk kez gündemde bir başka haber olmadığı için değil, gırtlağına tarif edemediği bir acı düğümlendiği için, günlerce bu Karadenizli çocuğun ölümünü konuştu. Neydi gırtlağımızda düğümlenen ve tarif edemediğimiz acı? 30 yıldır Eren’den daha büyük, Eren’le yaşıt ya da ondan küçük pek çok insanımızı eşkıya kurşunu ile kaybetmiş olmamıza rağmen, onun ölümünü niye alıp oturduk? Sosyal medyada çığ gibi büyüyen “iyi ki varsın” paylaşımları, gazetelerin bu şahadete gösterdiği yakın ilgi, ölümünde kolluk kuvvetlerinin ve muhtarın bir kusurunun bulunup bulunmadığının tartışılması Eren Bülbül’ün içimizde bir terör kurbanından daha fazla yer ettiğinin işaretleriydi. Ancak ölümüyle haberdar olduğumuz bu çocuğun yüzünde Türkleri kederlendiren ve kendi hanelerinden birini kaybetmiş duygusu yaşatan bir şeyler vardı çünkü. Fakirliğin, çaresizliğin ötesinde bir şeyler. Uzun zamandır unuttuğumuz, unuttuğumuz için de mahcubiyet duyduğumuz bir oğul yüzü belki! Belki de kendi yüzümüzün en dokunaklı cephelerinden birini bulduk onda…

Eren Bülbül’den geriye, annesinin yaşadıkça yüreğinde taşıyacağı bir evlat acısı, çocukluğunun değişik devrelerinde çekilmiş bazı fotoğraflar, tanıdık ve akraba beyanları, bir de 24 Haziran’da twitter’a yazdığı tertemiz bir ergenlik cümlesi kaldı: “Biri çıkıp demiyoki Eren iyiki varsın.” İnsan bir an henüz on beşinde bir ergenin bu cümlesine takılıp kalıyor. Bu, yaz tatilinde yaylalarda unutulmuş bir çocuğun aşağıda, kasabadaki akranlarına bir serzenişine benzemiyor hiç; ilk gönül kapısından çevrilmiş bir aşık oğlanın ağrısına da benzemiyor. Cümlede, her gün insanların arasında dolaştığı, ortada olduğu, konu komşuya yardım ettiği halde görülmediğini düşünen ya da şu panayır dünyada göze batacak bir şeylere sahip olmadığı için kendisiyle ilgilenilmeyen bir insanın alınganlığı var. Şahadetinin hemen ardından haziranda sosyal medyada yazdığı cümleyle birlikte bir de fotoğrafı paylaşıldı Eren Bülbül’ün. Üstünde delikanlılığın sembolü bir yelek, yemyeşil bir yamaçta yan durup çektirmiş. Genç şehidin arka tarafında bir yerlerde ise sis basmış tepeler var. Fotoğraf onun bütün hayatının özeti gibiydi: Sisli tepelerin eteğinde birkaç dünya yılı…

Belki de Eren Bülbül’ün ölümünde bizi fazladan kedere boğan sebep, onu aslında çok iyi tanıyor olmamızdı. Daha şu alıngan cümlesini okur okumaz, daha şu arkasını sislere yaslamış oğlana bakar bakmaz, onda artık bizimle birlikte tarih olduğunu sandığımız hepimize ait bir gençlik ve bir yüz bulduk. Bu duruşlar, bu ceket altı yelekler, bu yaşının üstünde hüzün eski Türkiye ile birlikte sahneden çekilmemiş miydi? Bu tür kahramanlar artık kimsenin okumak istemediği can sıkıcı romanlarda kalmamış mıydı? Öyle değilmiş. İşte şurada, Maçka’nın uzak mahallelerinden birinde 13 çocuklu bir kadının çocuklarından birinin, bir delikanlının cepkeninin altında hala yaşıyormuşuz meğerse. Eren Bülbül’ü genç yaşta aramızdan ayıran eşkıya kurşunu aynı zamanda onun aramızda yaşadığını da haber verdi bize. Fotoğraflarına bakarken, burukluğumuza eşlik eden suçluluğun sebebi biraz da şu cepkenli çocukları kolayca hayatın dışına atabilmiş olmamızdı. Onun fakirliğinden, sessizliğinden, hüznünden, bağda bahçede çalışarak anasına harçlık götürmesinden ve bütün bunları cepkeninin altına saklayıp poz vermesinden ancak ölümü sayesinde haberdar olduk…

Eren Bülbül gibi çocuklar dünyanın neresinde olsalar ve dünyanın neresinde ölseler insanı hüzne boğarlar. Bir yazar alıp onlardan birini romanına kahraman yapsa, okuyucular üstlerine titrer. Kız kardeşleri onlardan biri akşama doğru evden çıkıp çarşıya gitse, hiç dönmeyecekmiş duygusuna kapılır ve ürperir. Anneleri onlardan birine baksa, sebepsiz yere dalıp gider. Bu çocuklar niye böyle arkalarına sisli dağları alarak resim çektirirler, niye böyle cepken giyerler, niye böyle hüzünle bakarlar, muamma! Biz Eren Bülbül’ün şahadetini, büyük yurt kitabımızın yaprakları arasında saklanmış bir kahramanın birkaç sayfalık hikayesinin ödülü olarak idrak ettik. Ve bu delikanlı kahraman şöyle bir görünüp giderken, her birimizin yüreğinde bir kardeş, bir oğul tadı bıraktı. Onu sadece eşkıya kurşunlarından koruyamadığımız için değil, yeterince ilgilenemediğimiz için, saçlarını okşayıp gönlünü alamadığımız için, çocuk yaşta sırtına çok fazla odun yükleyip taşıttığımız için, “Eren, iyi ki varsın” diyemediğimiz için de ayrıca pişmanlık duyduk. Ruhu şad olsun…

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ali Ayçil
24-08-17
E mail: gercekhayat.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
EREN BÜLBÜL İÇİMİZİ NİÇİN FARKLI YAKTI?
Online Kişi: 10
Bu Gün: 183 || Bu Ay: 7.694 || Toplam Ziyaretçi: 2.240.019 || Toplam Tıklanma: 52.350.148