ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 3619
Yazar: Ercan Yılmaz
CUMHURİYETLE GELENLER ve GİDENLER

Yaban'dan yana mısın Küçük Ağa'dan yana mı?

Medeniyetler de ihtiyarlar. Tıpkı asırlarca at sırtında "merhameti" uzaklara taşıyan Osmanlı gibi.Tıpkı evine ekmek götürmek zorunda olduğu için gurbetten gurbete atılan yorulmuş babalar gibi... Yorulmuş ve ihtiyarlamış bir medeniyetin evlatları genç ve yeni bir Türkiye kurdular.Olması gereken buydu çünkü. Kader ağlarını bu şekilde örmüştü. İman ve inançla kurulan yeni Cumhuriyetin tapu senetleri kanla yazılmıştı… Millet, yedisinden yetmişine memleketi uğruna kanını dökmekten imtina etmedi. Etmemesi de gerekirdi. Yani "Yaban" değildi kazanan "Küçük Ağa" idi. Milli mücadeleyi kazanan bu ruhdu. Fakat savaşın kazanılmasından sonra anlamsız bir şekilde "batıcılık" üst başlığı altında milli ve manevi değerlere karşı bir soğuma cereyanının başladığı da gerçekti. Ezan sustu. Din eğitimi yasaklandı… Ahırlarda Kur'an eğitimi verilmeye çalışıldı. Kütüphaneler dil inkılabıyla beraber Cemil Meriç'in tabiriyle "tuğla yığınına" çevrildi adeta.
 
Kendi dilini, kendi lisanını bilmeyen, kendi kitaplarını anlamayan bir nesil yetişmeye başladı. Öyle ki yeni harflerin kabulünde Maarif Vekili olan Necati Bey bile, bu yeni harfleri vefat edinceye kadar öğrenememişti. Oysa Cemil Meriç, milli şahsiyetin oluşmasını iki temele öğeye bağlamıştı: Dil ve din... Şahsiyet ve cemiyet felç geçirmekteydi çünkü yeni rejim bu iki öğenin izlerini silmekte kararlı idi. Bediüzzaman, cebir yoluyla hiçbir fikir ve hayatın halk önünde muteber olamayacağını söylüyordu. Necip Fazıl da şöyle soruyordu: "... Yarım asır siyasi bir partinin şiarı olan inkılapçılığı peygamberlerin vasfı gibi göstermek, zihinleri teşevvüşe sürüklemekten başka ne işe yarar?"
 
Kendi değerlerinden uzaklaşan kendi kültürüne kapılarını kapatan bir medeniyet ne ölçüde ilerleyebilirdi? İçi boş anlamsız manasız bir "Batıcılık" mı Türkiye'yi ileriye taşıyacaktı? Türklük adına "milli" olan ne varsa yasaklanıyordu. Radyolarda Türk müziği çalınmıyordu. İnönü bile ilerlemiş yaşına rağmen orkestra dinliyor ve viyolensel dersleri alıyordu. Okullardan Türk büyüklerinin ve Türk tarih levhalarının kaldırıldığı bir dönemden geçiliyordu. Yasaklar yağmur gibi yağıyor, demokrasi balolarda arz-ı endam ediyordu. Cumhuriyetin çocukları geleceğe muasır medeniyetlerin seviyesine çıkarak güvenle bakabilecekti. Ölçü buydu. Ama unutulan bir şey vardı o da Batı kendi gerçeklerinin dışındaki her şeye gözlerini kapamıştı. Batı, çıkarları için vardı, gerisi onu ilgilendirmiyordu. Ve hiçbir medeniyetin kendine ait öğeleri başka bir medeniyete bir çırpıda zerk edilemezdi. Bu gerçek tarih boyunca hep yaşanmıştı.
     
Sonuçta şu anlaşıldı. Bizi "biz" yapan değerlerden uzaklaştıkça siliniyoruz. Değerlerimize sarıldıkça yüceliyoruz. Formül bu kadar basitti. Anlamsız yasaklar kalkınca milli ve manevi değerler halkın vicdanında yerini alıyor ve kendi mecraında suhuletle çözüme kavuşuyordu. Baskıyla, yıldırmayla, tehditle çözüme ulaşıldığı nerede görülmüştü? Genç nesillere onurlu bir geçmişin mirası ile beraber Cumhuriyetimizin güzellikleri de verilse asilliğimizden ne eksilirdi? Aksine daha güçlü ve daha inançlı olurduk; istikbale daha onurlu ve şuurlu bakardık… Öyle de bakıyoruz zaten...

Yazının tamamı için tıklayınız.

Yazar: Ercan Yılmaz
29-10-10
E mail: haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
CUMHURİYETLE GELENLER ve GİDENLER
Online Kişi: 32
Bu Gün: 223 || Bu Ay: 1.171 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.371 || Toplam Tıklanma: 52.227.004