Bin yıldan fazla bir zaman sonra Eş'arî/Mâturîdî çizgiden ıramış olmamız onların yanlışlığından mı, bizim yabancılaşmışlığımızdan mı?
Osmanlı tarih sahnesinden çekildikten sonra oluşan boşlukta "Selef'e/Hadise ittiba" örtüsü altında dünyamıza girmiş bulunan çizginin aynen bugün gibi Ümmet'in zayıf dönemlerindeki icraatlarını biraz tarih malumatı olanlar bilir.
H. 4. asırdaki "Berbahâriyye" fitnesi tecsim inancını kılıç zoruyla dayatırken Ümmet'i "Hadîse ittibaya" çağırıyordu.
H. 5 ve 6. asırlarda da devam eden bu fitne döneminde tekfir ettikleri Ümmet'e gâvur eziyeti eden de onlardı.
Bugün kendilerine Ehl-i Hadis diyenler arasında Eş'arî/Mâturîdî kelimelerini duyduğunda kırmızı görmüş gibi olanların selefi Ehl-i Hadis değil, Müşebbihe ve Mücessime'dir.
Kendisine "Selefî" diyenler arasında Ehl-i Sünnet Kelamı'nı, mezhebe ittibayı ve Kelam ve Fıkıh ulemasının onayladığı Tasavvufu reddetmeyenler varsa gerçekten, elbette sözüm onlara değil. Ama şahsen ben böyle bir "selefî" ile bugüne kadar karşılaşmış değilim.
Tarihi ders çıkarmak için okumalıyız deriz, ama bunu sadece bir kalıp cümle olarak söyleriz. Tarihte Şia'nın yaptıkları ortada. Ama biz sanki günümüz Şiası onlardan farklıymış gibi düşünüyoruz. Hicaz bölgesini katliam yaparak Osmanlı'dan ayıran Vehhâbî fitnesi için de aynı durum geçerli. Aynı genetik yapı, aynı argümanlar, aynı icraatlar.