ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 118
Yazar: Yıldırım Alkış
YENİDEN ÜNİVERSİTELİ OLDUM

YENİDEN ÜNİVERSİTELİ OLDUM

Bazı coğrafyalara uzaktan bakınca insanların dindarlığı ve dindara bakışı pek anlaşılmaz. Onu orada bir müddet yaşayanlar daha iyi bilebilir. Dindarlık ölçütünü sadece bazı ritüellere indirgemek ve ön kabullere göre ifade etmek de doğru olmasa gerektir. Bu açıdan bakıldığında Adana ve Mersin sessiz dindarlığın somut bir örneğidir. Sesi fazla çıkan birkaç çığırtkanla şehirlerimiz hakkında aceleci yargıya varmamak gerekir.

İlk atamam Adana-Ceyhan’a yapıldığında üzülmüş, “Keşke Osmaniye olsaydı!” diye hayıflanmıştım. Şairin dediği gibi; “Harabat ehlini hor görme zâkir, definelere malik viraneler var.” Adana’da, Ceyhan’da, Mersin’de nice güzel insanlar tanıdım. Teberrüken birkaçından bahsetmek isterim.

Adana’da yaşamayanlar Adana’nın insan hazinelerini bilemezler. Çoğu kimsenin istişare ettiği örnek iş insanı, anlaşmazlıkların doğal hakemi; Bekir Küçükoğlu (1926-2003) bunlardan biridir. Ceyhan’da yaşamayanlar da, infak etmekten korkmayan; Musa Bolhocalı’yı (1926-2006), dindar memurların hamisi; Mehmet Işık’ı (1946-2016), yazma ve tebessüm ustası; Ali Esen’i (1945-…) bilemezler. Kim bilir daha nice bizim de bilmediğimiz defineler vardır.

Yedi yıllık çalışma hayatı sonrasında, zorunlu hizmet vesilesiyle Ceyhan’dan ayrılmam bir hayli zor oldu. Ceyhan bizi, biz de Ceyhan’ı sevmiştik. Çok güzel dostluklarımız olmuştu. Halkın, dindarlara ve “hoca” diye tanınan insanlara saygılarını unutamam.

Ceyhan’a gelişimdeki endişeleri Mersin’e gelirken de yaşadım. Ne var ki dört yılın sonunda buradan da ayrılışımız zor oldu. Çok güzel, hasbi dostlar edindim, arkadaşlar tanıdım. Hacı Mustafa Mehri (1956-2013) abi de o dostlardan biriydi. Mustafa abi mütevazı bir erendi. Son telefon görüşmemizden sonra yaşadığı gibi sessizce sonsuzluğa yol aldı.

Mersin’de çok okul müdürü vardı ama Mersinlinin gözünde “İmam Hatip Lisesi Müdürü” dendi mi, onun ayrı bir yeri vardı. Millî Eğitim Bakanı yetkisiyle, asaleten atanan bazı müdürler vardı. O müdürlerden biri de bendim. Bir sendikanın itiraz etmesi sonucunda birçok arkadaşın asaleten ataması iptal edildi. Haklarında dava açılmayan iki istisnadan biri de bendim. Bu, şahsımdan çok İmam Hatip Lisesi’ne ve dinimize bir hürmetin neticesiydi. Mersinli dostlar, görevimden ayrılış sürecinde azıcık hizmet ve gayretlerimizi gözlerinde büyüterek hak ettiğimin çok ötesinde uğurlama merasimleri yaptılar. Bu merasimlerden birine iştirak eden dönemin milletvekillerinden rahmetli Prof. Dr. Nebi Bozkurt (1950-2017) da kısa bir konuşma yapmıştı. Özetle: “Yıldırım Hoca, sen üniversiteye Öğrenci İşleri Daire Başkanı olarak gidiyorsun ama senin İmam Hatip Lisesindeki çalışmaların, orada yapacağın muhtemel hizmetlerden çok daha önemli ve kıymetli” demişti. Ne var ki ok yaydan çıkmıştı bir kere… Ağrı’da içecek suyumuz varsa hiçbir neden buna engel olamazdı.

5 Haziran’da yapılacak olan mezunlar (pilav) gününde de benim için plaket takdimi ve konuşma yapmamın planlandığını bildiğim için, duygusallığıma prim vermemek kastıyla 4 Haziran’da yola çıktım. Yolculuk esnasında arkadaşları arayıp mazeret beyanımı ilettim.

6 Haziran 2011’de Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nde Öğrenci İşleri Daire Başkanı olarak görevime başladım ve yeniden üniversiteli oldum.

Annemin anneannesi Ağrı’nın Tutak ilçesinde doğup büyümüş. Sonra da Ahlat’a gelin gitmiş. Anneannemden Ağrı’yı, Tutak’ı, Ahlat’ı birçok defa dinlemiştim, merak ederdim. Nihayet Ağrı’daydım. İlk işim Tutak’a gitmek ve dayılarımı bulmak oldu. Bu arada Ağrı Dağı’nı arıyordum ama kimseye de soramıyordum ayıp olmasın diye. Süphan Dağı’na, bir süre Ağrı Dağı diye baktım. Meğer Ağrı Dağı, Ağrı’ya yüz km. uzaktaymış.

Ağrı’nın ilçesi olan Doğubayazıt aslında müstakil bir il olacak tarih ve kültüre sahip. Ağrı dağı da orada. Burası aynı zamanda meşhur, tarihi İshakpaşa Sarayı’na da ev sahipliği yapar. Muhtemel ziyaretçilere önerim şudur ki; Doğubayazıt’ı ve İshakpaşa Sarayı’nı bir gün gezmeli, ikinci gün seyretmeli, üçüncü gün oralar hakkında yazılanları okuyup tefekkür etmeli.

Doğubayazıt, tarihî ve coğrafi güzelliklerinin yanı sıra güzel insanları da sinesinde barındırır. Ahmed-i Hani (1651-1707) bunların başında gelir. Türbesi, ziyaret edenlere feyz verir. Hazretin meşhur eseri Mem-u Zin’i tercüme ve şerh eden, Osman İlhami Karabulut (1937-2018), o zaman hayattaydı. Dinî eserlerin satıldığı bir kitabevi vardı. O dönemlerde Mem-u Zin iki cilt olarak basılmış, raflarda yerini almıştı. Kitabı elime alıp biraz sevdim, sonra yerine koydum. Alacaktım ama o kadar param yoktu. Rahmetli Osman Amca kitapları poşete koydu ve elime tutuşturdu. “Sonra alırım” dediysem de dinlemedi. “Benim hediyem” dedi. İlk defa görüşüyoruz. Daha önceden tanışıklığımız yoktu. Mübarek çok cömert bir insandı.

Osman İlhami Karabulut Hoca, Mem-u Zin isimli kitabı şerh edip yayınlayıncaya kadar Ahmed-i Hani’ye bizim mahalle soğuktu. Ne zaman ki Mem-u Zin şerh edilip Cumhurbaşkanına arz edildi; o da Ağrı mitinginde Ahmed-i Hani’den bahsedince hazrete karşı ilgi uyandı. Böylelikle onun da Hacı Bektaş Veli (1209-1271) Hazretleri gibi istikamet sahibi âlimlerden biri olduğunu anlamaya ve sevmeye başladık. Malum olduğu üzere rahmetli Prof. Dr. Esad Coşan’ın (1938-2001) “Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilik” ve “Makalat” isimli çalışmalarından sonra Hacı Bektaş Veli hazretleri layık olduğu ilgi ve iltifatlara mazhar olmuştu.

Üniversiteye geleli henüz bir ay olmuştu ama bu görevin bana göre olmadığını düşünmeye başladım. “Öğrenci İşleri” ifadesini yanlış anlamışım. Öğrencilerle muhatap olacağımı sanmıştım, ne var ki geldim geleli hep evrak ve mevzuatla uğraştım.

Rabbime hamd olsun bugüne kadar hep sevdiğim işleri yaptım, onun için de hiç yorulmadım. Heyecanım pörsümedi. Sevmediğim bazı görevlendirmeler olduğunda ise sözleşme süresine bakmadan affımı istedim. Burada da öyle yaptım. Beni çok iyi anlayan arkadaşlar ciddiyetimi görünce işi bırakmamam için Eğitim Fakültesi’nde hocaya ihtiyaç olduğunu, derslere girebileceğimi söyleyince çok mutlu oldum. Din Kültürü Öğretmenliği bölümünde haftalık yirmi üç saat ders verdiler. Türk İslam Edebiyatı, Bilim Tarihi, Psikolojiye Giriş ve Din Psikolojisi dersleri okuttum. Belki de öğrencilerden daha çok derse çalışıyordum ama mutluydum. Ayrıca ders dışında da öğrencilerle bir araya geliyor birlikte çay içip muhabbet ediyorduk.

Kadrolu hocalar ve idareci arkadaşlar beni üçüncü sınıf öğrencilerinden NY hakkında uyardılar, “Aman NY’ye dokunma, o kendi halinde asosyal biri…” diye. Ben de bir süre mesafeli durdum. Derslerde hep yalnız otururdu. Bir gün kantinde karşılaştık ve bana çay ısmarladı. Kendini tanıdığıma mutlu oldum. Meğer hiç de sanıldığı gibi değilmiş. Öğrenci grupları varmış ve liderliğini de NY yapıyormuş. Derslere de sanıldığı gibi ilgisiz değil aynı zamanda çalıştığı için yorgun oluyormuş. NY ile hâlâ görüşürüz. Doğubayazıt’ta yaşıyor. Bu hadise ile bir kez daha insanlara karşı önyargılı olmamak gerektiğini öğrenmiş oldum.

Sadece öğrencilerle değil genç araştırma görevlisi ve öğretim üyesi arkadaşlarla da haftalık renkli sohbetlerimiz, pikniklerimiz oldu.

Sevmediğim işler bir tarafa sevdiğim işlere ağırlık verdim. Konya’da İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci iken Hattat Hüseyin (Öksüz) Konevî (1944-………) hocamızdan hat meşk etmiştim. Ben devam ettiremedim ama meşk arkadaşım Mehmet Memiş azmetti, sabretti ve hattat oldu. Şimdi Sakarya Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Mehmet Memiş ve bir grup hattat arkadaşını üniversitemize davet edip “Ruhun Geometrisi Hat Sanatı Sergisi” ismiyle bir sergi açtık. Serginin arkasından Hüsn-i Hat Paneli yaptık. Oturumun moderatörlüğünü de ben yapmıştım. Sergilenen eserleri katalog olarak üniversitemiz yayınladı. Sergimize; hattatlardan başta Mehmet Memiş olmak üzere Kahramanmaraş’tan yine hocam olan Arif Yücel, Ağrılı Hüryan Keskin, Orhan Altuğ, Erol Balcı, İsmail Kanbaz, Mustafa Parıldar, İbrahim Halil Umuç, Yıldırım Karadeniz ve Züleyha Zor eserleriyle iştirak etmişlerdi.

Ağrı’ya gelişimin sanırım dördüncü ayındaydık. İdari ve Mali İşler Daire Başkanı olan arkadaşım Ali Demirel; “Ben Kars’a gidiyorum günübirlik olarak, bana yoldaşlık etmek ister misin?” deyince, tereddüt etmeden hazırlandım ve birlikte yola çıktık. Ebu’l Hasan Harakanî Hazretlerinin türbesinin Kars’ta olduğunu biliyor ve ziyaret etmeyi arzu ediyordum. Ali Bey, beni türbeye bıraktı, kendisi üniversiteye gitti. Türbede tam dualarla hemhal olmuşken tekrar tekrar telefonum çalmaya başladı. Önce aldırış etmedim ama tekrarlanınca önemli olabileceğini düşünerek duaya ara verip dışarı çıktım. Mersin’den bir öğretmen arkadaşım arıyordu. Mersin’e geri dönmem gerektiğini, bana ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Ben de “Mersin defterini kapattım, MEB’den ayrıldım, artık üniversite kadrosuna geçtim” dedimse de heyecanla konuşmasına devam etti: “Senin Mersin’e milli eğitim müdürü olmanı istiyoruz.

Sen bir “Tamam” de, gerisine karışma” diyordu. Bunun pek mümkün olamayacağını düşündümse de arkadaşla telefon konuşmasını uzatmamak için “Peki, hayırlısı olsun” dedim. Türbedeki dualarıma kaldığım yerden devam ettim. Son teklifi cılız bulsam da dualarıma dâhil edip “Ey Allah’ım Mersin’e milli eğitim müdürü olmak benim için ve Mersin için hayırlı olacaksa nasip et” dedim. Sonrasında da arayanlar ve müjde diyenler oldu. Ne var ki çok ümitli değildim. Prof. Dr. Ömer Dinçer, Millî Eğitim Bakanıydı. Beni tanımazdı ama muhtemelen beni tanıyan birileri referans olmuş olacak ki bir gün Personel Genel Müdürü Necmeddin Yalçın Bey beni aradı; “Seninle milli eğitim müdürü olarak çalışmak istiyoruz. Senin için Kars’ı planladık.” dedi.

Biz Ağrı’ya geleli yedi ay olmuştu ama soğuğa doymuştuk. Birçok defa -40, -45 dereceleri görmüştük. İkinci öğretim öğrencilerinin derslerine giriyordum. Saat 22.30’da dersten çıkıp eve ulaştığımda kaşlarım ve bıyıklarım buz tutuyor, kapı önünde hanıma kendimi tanıtmam gerekiyordu. Zaman zaman “Bir ömürlük soğuk ihtiyacımızı aldık” derdim. Kaderde daha soğuk olan Kars’a gitmek varmış. Kararname yayınlanıncaya kadar aileme, “Kars’a tayinimiz çıkacak” diyemedim. Duyunca da benden başka sevinen olmadı. Ben sevindim çünkü Harakanî Hazretlerinin manevi tesirinin olduğuna inandım. Âdeta; “Evladım senin canın milli eğitim müdürü olmak istiyorsa gel benim şehrimde müdür ol!” der gibiydi.

02.02.2012

Perşembe sabahı karlı bir kış gününde, nice hayırları umut ve hayal ederek Kars’ın yolunu tuttum.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Yıldırım Alkış
21-01-24
E mail: insaniyet.net.
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YENİDEN ÜNİVERSİTELİ OLDUM
Online Kişi: 17
Bu Gün: 187 || Bu Ay: 10.083 || Toplam Ziyaretçi: 2.222.922 || Toplam Tıklanma: 52.184.557