ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 5382
Yazar: C.Yakup Şimşek
TDK GÖZÜNDE DOĞU VE BATI EDEBİYATI – 1

TDK’nin marifeti, birilerinin Osmanlıya muhalefeti, yeni devletin kuvveti, cahillerin daveti, gafillerin “evet”iyle ölen edebî sözler öyle birkaç kelimeden ibaret kalmadı.

Eğer öyle olsaydı canımıza minnetti.

Fakat TDK’nin o hâli resmen cinnetti.

Saftiriklerse bunu Türkçe aşkı zannetti...

Görülen o ki TDK’nin bakışı değişmiyordu: Bir kelimenin başka dilden gelip gelmediğinden çok, nereden geldiğine dikkat ediyordu: Kelime Batılı mı yoksa Doğulu muydu, işte TDK için bütün mesele buydu. O devirde TDK’nin en büyük derdi “Osmanlıca” dediği kelimelerdi. Hani, Arapçadan, Farsçadan gelen şu garabet ve gudubetler…
1932’de, daha kurulur kurulmaz Arapça ve Farsça asıllı kelimelere savaş ilan etti. 1935 yılında hazırladığı Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda 10.000’e yakın “Osmanlıca” kelimeyi Türkçe sınırları dışına çıkarma kararı aldı.

Şark kapısı böylece kapanmıştı...

***

Gelgelelim Garp kapısı sonuna kadar açılmıştı; o kapıdan eski Yunanca ve Latince asıllı Fransızca, İtalyanca, Almanca, İngilizce kelimeler sürü sürü giriyordu. Ne var ki TDK onları yine görmedi; onlara sesini çıkarmadı, göz yumdu… (TDK bu sözlerden kim bilir neler umdu?.. TDK’nin resmen cinnet olan, fakat saftiriklerin Türkçe aşkı zannettikleri hâllerinden biri işte buydu...)

Arapça ve Farsça asıllı 10.000’e yakın sözü “Osmanlıca ve yabancı” olarak yaftalayıp postalamak, onların yerine geçmekte olan Avrupalı binlerce kelimeyi arkalamak, bir kısmını da “öz Türkçe” diye markalamak için kolları sıvadı.

Batılı kelimelerin yüzlercesini ithal edip kendi eliyle Türkçeye kattı...

Tabii ki edebî tabirlerimize de bu niyetle el attı.

***

Bunlara örnek verelim:

Türkçedeki yaşı altı-yedi yüz yıl olan “destan” yerine eski Yunancadan Avrupa dillerine geçen “epope”yi kabul etti. “Destani” kelimesine karşılık olarak da “epik” demeyi tercih etti.

Sözün kısa, muhtasar, mûciz olanını ifade eden “vecîz” kelimesi yerine yine eski Yunancadan Avrupa dillerine geçen “lakonik” kelimesini davet etti. Birincisi (vecîz), az ve öz konuşan ketum atalarımız Osmanlıları hatırlatıyordu; ikincisi (lakonik) ise Yunanistan’ın Lakonya’sını (Peloponez / Mora), orada eskiden yaşayan Sparta’lıları…

Neden sonra (aradan yarım asır falan geçtikten sonra) TDK, Doğu’ya ve Batı’ya farklı bakmaktan mecburen vazgeçti (veya öyle görünmesi icap etti):
Artık şu perhizi adam gibi yapayım. Şu lahana turşusunu da terk edeyim; hem midemi bozuyor hem de dosta düşmana karşı ayıp oluyor!..” dedi. Batılı kelimeleri de “yabancı” görmeye, onlara karşı da “öz Türkçe” karşılıklar imal etmeye mecbur kaldı.

Gelgelelim “edebiyat” sahasında Avrupalılara yine pek dokunmadı. Bir iki tanesine – belli ki ayak sürüyerek – Türkçe karşılıklar buldu.

TDK Arapça asıllı “hikâye, menakıb, menkıbe, kıssa, rivayet” unutulsun diye hepsinin yerine “öykü”yü buldu; ama Fransızca olan “roman”a dokunmadı.

Arapça “mesel”den gelen fakat Arapçada-Farsçada olmayan, diğer Türk lehçelerinde bile bilinmeyen, yalnızca Türkiye  Türkçesinde kullanılan “masal” unutulsun diye yerine “öykücük” ve “öyküce” diye iki kelime uydurdu. (Eğer bu kelimeler – mesela “dize” gibi – ders kitaplarında, resmî metinlerde ve hele devlet tarafından yapılan imtihanlarda çocukların karşısına çıkarılıp sürekli tekrarlansaydı yalnızca “masal” değil, onunla kurulmuş olan daha birçok söz de hafızalardan silinecekti: masal gibi, masal okumak / anlatmak, masal âlemi, kocakarı masalı, kurt masalı, peri masalı...)

Fransızca “fabl” içinse “öykünce” diye bir şey uydurdu (fakat hangi resmî metinde kullanıldı acaba? Gören, duyan varsa haber versin).

Dört asırlık “hatıra” yok sayıldı, yerine bir “anı” uydurulup yayıldı.

(Türk Lehçeleri Sözlüğü’ne göre hiçbir Türk lehçesinde “anı” yok; dört yerde “hatıra” kullanılıyor, beş yerde “yâdigâr” var. Türkiye Türkçesi halk dilinde “anı” diye bir kelime var fakat onun “hatıra”yla bir alakası yok: “Hayvanlarda dişlerin üst tarafında veya damakta çıkarak ot yemelerine engel olan şişlik, et parçası / Yani, hani / Yayla” Buna karşılık “hatıra” kelimesi yurdumuzun her tarafında küçük telaffuz farklarıyla kullanılıyor. Onunla aynı köke sahip “hatır / hatir” de öyle... Aslında gerek “hatıra” gerek “hatır” kelimeleri şiirlerde, şarkı ve türkülerde en çok geçen kelimelerden... Böyle olduğu hâlde TDK’nin gözüne niçin yabancı göründü, anlamak mümkün değil.)

“Şaheser”ler “başyapıt” oldu; sararıp soldu, saçını başını yoldu.

Eser”ler “yapıt”a döndü, hepsinin yıldızı söndü...

NOT: Berat Kandili'nizi tebrik ederim.

Yazar: C.Yakup Şimşek
03-07-12
E mail: c.yakup_simsek@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 3
Alaettin
Künde
Tarih : 09-07-12

Kündeye getirip yere defaatle vurmuşsun abi. E onlar da bu kadar abesle iştigal etmeseymiş.

 
uğurlu
Dilimiz üstüne yapılan ihanetler
Tarih : 05-07-12

Aşkla, şevkle, güvenle ve dahi azimle devam edersiniz inşallah. Lisanımıza masallat olan ayrık otları ve hainlikler biline...

 
Ahmet Çelen
HABERCİ!
Tarih : 04-07-12

Bu yazıyı TDK'nın uydurmacılık fecaatinin edebiyatımızın başına neler getirdiği hususundaki yazıların habercisi sayalım. Merakla bekliyoruz. Devam Yakup Hocam...

 
TDK GÖZÜNDE DOĞU VE BATI EDEBİYATI – 1
Online Kişi: 27
Bu Gün: 161 || Bu Ay: 619 || Toplam Ziyaretçi: 2.226.054 || Toplam Tıklanma: 52.215.125