Kategori : / DİL KALESİ | Okunma Sayısı: 4572 |
George Bernard Shaw, “Kendi dilini bilmeyen başka dil öğrenemez” derken bizim önemli, güncel ve acı bir gerçeğimize de dikkat çekmektedir.
Yakın tarihe baktığımızda entelektüel anlamda gözümüze ilk çarpan şahsiyetlerden Cemil Meriç de aynı durumdan muzdariptir. 1947’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Fransızca derslerine mecburiyetle girmek zorunda kaldığında, öğrencilerin başka denizlere açılmak konusunda çok kısır olduğunu görür ve durumu,“Dilini unutan bir nesil, yabancı dili nasıl sevsin ki?” cümleleriyle özetler.
Osmanlıcanın seçmeli ders olarak müfredata girme aşamasında Mustafa Akyol’un kaleme aldığı şu cümleler de ehemmiyetlidir.
“Dünyaya açılmak”kadar gerekli bir şey daha var Türkiye için: “Tarihe açılmak.” Daha doğrusu, tarihiyle arasına dikilmiş olan demirden duvarı aşmak.
Kastettiğim duvar, “harf inkılabı” ve onu da aşan totaliter çapıyla “dil devrimi”. Bu öyle bir bariyer ki, bugün ortalama bir Türk genci, dedesinin yazdığı bir metni anlayamıyor. Üç önceki kuşağın yazdıklarının ise tek kelimesini bile okuyamıyor; çünkü “eski yazı” denen Arap harfleri Türklerin ezici çoğunluğu için Çince kadar yabancı.
“Benim önerim, seçmeli Kur’an derslerinin ötesinde, tüm devlet liselerinde “Osmanlıca” öğretilmesi ve bunun (seçmeli bile değil) temel ders olmasıdır.
Çünkü,kendi milletinin bin yıllık birikimine ulaşmak, en az üçgenin iç açılarının toplamını ya da maki bitki örtüsünün bodur boyunu bilmek kadar önemlidir."
Şimdi Osmanlıca seçmeli ders oldu. Okullarda seçilme durumunda. Konunun önemine ait şuur taşıyan bir kısım insanlar ellerinden geldiğince farkındalık oluşturmaya çalışıyor, eyvallah. “Yeterli mi?” diye sorarsanız, cevabım “Hayır!” olacaktır.
Peki, ehemmiyetine binaen konuyu takip edip gündeme taşıyanlara karşı duranlara ne demeli?
Kendi adına umursamamak veya ilgisiz kalmak olabilir. Fakat yapılan özverili çalışmalara karşı tavır almak kabul edilebilir gözükmüyor.
Kendi kültür ve özüne ait her şeyi tercümesinden veya yabancı başka dillerden öğrenmeye alışmış bazı kafalar, oturup iki defa düşünmeliler. Belki de kalkıp bizden daha ileride gayret göstermelidirler.
İleriye gitmek, bulunduğun yer ve geldiğin yerle direkt ilgilidir. Aksi takdirde ileriye gitmek kavramı anlamını yitirecektir. Kendine ulaşamayan insan, başkasına nasıl ulaşacaktır? Ulaştıktan sonra nasıl kendisi gibi kalabilecektir?
Özgürlükten bahsedenler, belki de öncelikle bilgi ve birikime ulaşmada en büyük engel olan ve kendilerini kısıtlayan bariyerden kurtulmalıdırlar. Tarihine ve teraküm eden kültür mirasına ulaştıracak yazı ve lisan meselesini halletmelidirler.
En büyük tutsaklık, bilgiye ulaşmada yetersiz olmak değil midir?
En büyük yetersizlik, kendine ait olana erişememek değil midir?
Milli bilincin oluşması, üzerinde yaşadığımız toprakların kültür ve medeniyet birikimine bir bütün olarak bakabilmeye ve ulaşabilmeye bağlı değil midir?
Kendini tanıyan, her şeyi tanır.
Madem bizler modern devletler seviyesinde bilgi ve imkanlara sahip olmak istiyoruz, o zaman entelektüel kafaların ortak söylemine kulak vererek, dünyaya açılmanın yolunun kendimizi tanımaktan geçtiğini anlamak ve ona göre amel etmemiz elzemdir.
Öyle ise, önümüze açılan bu imkandan çocuklarımızın faydalanmasını sağlamak adına Osmanlıca dersinin açılmasına katkı sağlayalım ve bu konuda şuur oluşmasına katkıyı vazifemiz bilelim.
Bir şey daha var, o da; Osmanlıca Arap harfleri ile yazılan Türkçe değil, Kur’an harfleri ile yazılan Türkçedir.
Yazar: Metin Uçar |
21-09-13 |
||
E mail: rotahaber.com | Tweet | ||