ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 6804
Yazar: Pembe Çiftcibaşı-Betül Kekeç
MEDYÛN O'NA BEŞERİYYET! (Mustafa Ağırman'la Hz. Peygamberimiz hakkında sohbet)

Medyun O’na beşeriyyet!

Mustafa Hocam ilk olarak kendinizi Haberkültür okurlarına tanıtır mısınız?
 
Sorduğumuz için tanıtalım. Benim adım Mustafa Ağırman. 1954 yılında Erzurum ili Oltu ilçesi İnci köyünde doğmuşum. İmam olan ve kendisi de hafız olan babamdan hafızlık yaptım. İlkokulu dışardan bitirdim. 1972 yılı Sakarya İmam hatip Okulu mezunuyum. 1976 İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunuyum. Çeşitli yerlerde, İmam hatip okullarında öğretmenlik yaptıktan sonra 1984 yılında Erzurum İlahiyat Fakültesi’ne intisab ettim. Yüksek lisansım, doktoram bu fakültede devam etti. Şu an da Erzurum İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ana bilim dalında öğretim üyesi olarak göreve devam etmekteyim.
 
Hocam, kutlu doğum haftasında bulunuyoruz. O kutlu Nebi asırlar öncesi, yine bu günlerde gözlerini açmıştı dünyaya. En büyük eksiğimiz onu hala tanıyamamız, onun sünnetlerini hayatımıza geçiremememizdir. Sizce onu nasıl tanımalıyız?
 
Geçende kutlu doğum programları münasebetiyle bir yerde yaptığım bir konuşmada ve bir yerde yazdığım yazıda şunu söyledim: “Bu asırda, Hz.muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizi gerçekten tanıyamayan bizleriz; yani Müslümanlar. Ve bundan da çok ama çok üzüntü duyuyorum. Peygamber (aleyhisselatü vesselam) Efendimizin tanınması demek; onu hayatının ezbere bilinmesi demek değildir. Onu tanımak demek ezbere bildiğimiz hayatını benimsemek demektir. Hayatını hayatımıza aktarmak demektir. Sünnetine sarılmak demektir. Onun gibi yaşamak demektir. Çağımızdaki müslümanların sizin de, bizim de, ötekinin de, berikinin de, Türkiye’deki müslümanların da dünyanın değişik yerlerindeki Müslümanların da, hepimizin onun hayatını ezbere bilmemizi, Onu anlamak gibi zannettiğimiz kanaatindeyim. Bu kutlu doğum programları yazıları haftaları umarım ki bize Allah rasulü (s.a.v) Efendimizi yeni baştan tanıma ihtiyacını hatırlatır da biz bu ihtiyacı gideririz.
 
 
Muhterem hocam, "Kur’an en büyük mucizemdir" buyuruyor Rasul-i zişan Efendimiz (s.a.v). Onun Kur’an aşkı nasıldı?
 
Şimdi bakınız efendim… Yüce Allah’ın bize hediye olarak, lütuf olarak gönderdiği 2 şey vardır: Bunlardan birisi; onun kitabı, Allahın kelamı olan Kur'an-ı Kerim'dir. Birisi de Allahu Teala’nın insanlar içerisinden seçtiği ve tekrar insanlara peygamber olarak gönderdiği Muhammed aleyhissetü vesselam Efendimiz’dir. Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde yüce Allah, her ikisi için; Kur’an için, Hz. Peygamber için “rahmet” kelimesini kullanmıştır.

Biz sadece bu konu da: “Ve maâ erselnâke rahmeten-lil-âlemîn” ayetini biliriz. Bu, Peygamber Efendimiz için inen bir ayettir. “Ya Muhammed, biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik”. Ama bir başka ayet-i kerimede de Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Biz Kur'an-ı Kerim'den bazı bölümleri Mü'minlere ve Müslümanlara şifa ve rahmet için indirdik". Burda da rahmet ile anılıyor. Bu ikisi Allah'ımızın (c.c) bize rahmet olarak gönderdiği güzelliklerdendir. Bir de Kur’an-ı kerimde rahmet olarak; dışarıdan da yağışını izliyoruz; yağmur rahmet olarak nitelendirilmiştir. Şimdi bakın Kur'an rahmettir bir, Muhammed (s.a.v) rahmettir iki, bir de yağmur rahmettir üç. Bunların üçü de gökyüzünden yeryüzüne süzülen rahmetlerdir. Şimdi siz yeryüzüne yağmurun aylarca, günlerce, yıllarca yağmadığını düşünün; ne olur yeryüzü? Kurak, çorak... Yani insanlar açlıktan perişan olurlar. İşte yağmursuz bir yeryüzü nasılsa Kur’an'sız bir insanlık da işte öyledir. Muhammed'siz (s.a.v) bir insanlık, bir ümmet de böyledir. Şimdi bunu bilen, bu gerçeği bilen Hz.Muhammed (s.a.v) Yüce Allah’ın rahmeti olan Kur’an-ı Kerim ile iç içeydi. Çünkü o biliyordu ki Kur’an kendisi gibi rahmettir. Kur'an Allah’ın sözlü rahmetidir. Hz.Muhammed (a.s) Allahu Teala’nın seçilmiş rahmetidir. Dergi okuyucularımıza da buradan şu mesajı verelim; Bakınız Peygamber Efendimiz (s.a.v) Allahu Teala’nın seçtiği koruduğu, yetiştirdiği, yönlendirdiği bir peygamber olmasına rağmen yine de Efendimiz Kur’an’dan ayrılmıyor. Kur’an’dan ayrılmıyor derken Kur’an’ı okuyor, okutuyor; yaşıyor, yaşatıyor. İşte biz Peygamberimiz’i anlayamıyoruz derken ben buraya parmak basmak istiyorum. Peygamberimizi Kur’an’dan ayrı, Kur’an’ı Peygamberimiz’den ayrı mütealaa edemeyiz. İkisini birbirinden ayıramayız. İkisi birbirini tamamlayan; ikisi birbirinin mütemmimi olan; bakıyoruz Kur’an Efendimiz’i anlatıyor, değişik surelerde, değişik ayetlerde hayatı, savaşları, hayatından değişik sahneler Kur’an’da anlatılıyor. Diğer taraftan bakıyorum; Peygamber Efendimiz Kur’an’ı anlatıyor. Kur’an’ın faziletinden bahsediyor. Kur’an’ın emirlerini imtisal etmemiz gerektiğinden bahsediyor. Kendisi sık sık Kur’an okuyor, okutuyor ve dinliyor. Bakın hem okuyor, hem yaşıyor, hem de okutuyor; zaman zaman sahabilere ‘Hadi bir Kur'an okuyun da dinliyelim’ diyor. Bu manada Peygamber Efendimiz’i anlamak isteyen bizlerin hayatımızın Kur’an’la iç içe; Peygamberle iç içe olması gerekiyor.
 
 
Değerli hocam, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ümmet aşkından da bahsedebilir miyiz? Onun ashabına ve sonra gelecek ümmetine olan bağlılığı nasıldı?
 
Şimdi çocuklar, “Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselam kimin için yaşadı?” diye bir soru sorsak… Eşleri için mi, çocukları için mi, torunları için mi? Elbette ki hayır; neden? Çünkü onlara bir şey bırakmadı. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) peygamber olmadan önceki yaşantısı ne ise peygamber olduktan sonraki yaşantısı da aynıdır. Hatta peygamber olduktan sonraki yaşantısı daha zor şartlarda devam eden bir yaşantıdır. Yaşantı derken, yani evin içindeki yemeyi içmeyi tüketimi kastediyorum. Bakıyoruz hayatında ciddi bir refah diyeceğimiz bolluk yok. Olmadığından mı bulamadığından mı? Hayır. Onun da kendine göre devleti var devletinin hazinesi var ama bakın kendisi, çocukları, eşleri normalin de altında bir hayat standartında hayatlarını sürdürüyorlar. Ama bu bir devlet başkanı. Bu bir peygamber. Efendim, cihaddan cihada hizmetten hizmete gidiyor. Kendi elinin altında devletin hazinesi var. Oradan istese maaş alabilir. Para biriktirebilir. Bunların hiç birisi yok. Vefat ederken geride bıraktığı miras çok azın altında da. Yani zaruri ihtiyaçların dışında herhangi bir şey yok. Onun zamanındaki imparatorların, kralların yaşantılarını ve geriye bıraktığı miraslara bakıyoruz bir dünya dolusu mal bırakmışlar diyebiliriz. Peygamber aleyhisselatü vesselam Efendimiz’in bunca çabası gayreti Allah’tan emanet olarak aldığı İslam’ın insanlara ulaştırılmasıdır. Yani insanlar için ümmeti için yaşayan bir peygamber var karşınızda. Bakın çocuklar peygamberimizin üstünlüğü de zaten buradadır. Allah Rasulu’nun hayatında da vefat ettikten sonra da onu tenkit eden bir sahabi bulamazsınız. Her ırktan her dilden sahabisi vardır Peygamber Efendimiz’in. Çevresindekiler sadece Arap değildir; Habeşli Bilal var Farslı Selman vardır, Rum diyarından gelmiş Süheyb var, Habeşli diğer Müslümanlar var; kendi evinde Yahudi hanımı Safiye var, Mısır’dan gelmiş eşi Mariye var, değişik Arap kabilelerinden Müslümanlar var. Değişik kabilelerden, ırklardan, çevrelerden, milletlerden Müslüman olan insanların hepsinin takdir ettiği bir peygamber var karşınızda. Hiçbirisi diyemiyor ki Peygamberimiz’in hayatının %99'unu takdir ediyorum da şu %1 ini de anlayamıyorum. Bunu diyen yoktur. İşte bu da gösteriyor ki bu peygamber ümmeti için çalışmış, ümmeti için gayret etmiş. Zaten hadis-i şeriflerinde de öbür dünyada bile “ümmetî ümmetî” “vah ümmetim ah benim ümmetim” diyecek. Ümmeti için yol göstermiş; bize düşen onun bu manalı tavsiyelerine kulak vermektir  
 
Hocam, o kutlu Nebinin aile yapısı nasıldı? Nasıl bir plan doğrultusunda çocuklarını yetiştirirdi?
 
 
İslam’ın dünyaya biz insanlara gönderilmesinden maksatlarından biri de o İslam’ı din kabul eden, Kur’an’ı kitab, Muhammed’i peygamber olarak seçen insanların aile hayatlarının aile yaşantılarının ailede kurdukları nizamın sistemi cennet hayatı gibi olmasıdır. İslam bunu hedefliyor. Biz şöyle diyoruz; insanlar İslam’ı yaşayarak dünyada cennet hayatı tadacaklar ki öbür dünyada cennete girmeye hak kazansınlar. Peygamber a.s güzel bir eş güzel, bir babadır. Yani eşlerine annelerimize gerçekten güzel şekilde bir hocalık eşlik yapmış çocuklarına da şevkatli bir babalık yapmıştır. Zaten yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de onu bize örnek göstermektedir. Onun örnekliği her konudadır.
 
Onların dünyasına giren bir eştir Peygamberimiz. Allah Rasulü (a.s) ya evindedir ya camidedir, ya da İslami hizmettedir. Ya cihadda ya ashabına İslam'ı anlatmak için sohbette ve yahut evindedir. Yani eşlerin evlerde de durmasını hayatıyla göstermiş vurgulamış, hadisleriyle de bunu bize ifade etmiştir. Çocuklarıyla birebir ilgilenen bir babadır. Çocuklarını seven, bağrına basan bir babadır. Bildiğimiz üzere Peygamberimiz mahzun, hüzünlü bir peygamberdir. 7 tane çocuğunu yetiştirmiş bunların 6 tanesinin ölümüne şahit olmuş bir peygamberdir. Oğulları küçük yaşta vefat etti. Kasım Abdullah Mekke’de, İbrahim Medine’de vefat etti. 4 tane kızları büyüdü, evlendirdi. Onların mürüvvetlerini gördü. Ama bu kızlarından 3’ü Zeynep, Ümmü Gülsüm, Rukiye, Efendimiz hayattayken vefat etti. Fatıma kendisinden 6 ay sonra vefat etti. Efendimizin bütün çocukları vefat etmiş olup da Fatıma ile kalınca bütün çocuklarının sevgisini Fatıma’da toplamıştı. Bu sebepten dolayı onu çok severdi. Onu çok severdi derken bakın burayı iyice bir anlamamız gerekiyor; diğerlerini az seviyordu da onu çok seviyordu manasında değil. Fatıma, Peygamber Efendimiz’e peygamberlik verildiği dönemin çocuğudur ki o sıralarda da iki oğlu vefat etmiş küçükken Abdullah, büyük kızı Zeynep evlenmiş, diğer iki kızı Rukiye ve Ümmü Gülsüm evlenecek yaşlarda. Fatıma babasının arkasına takılıyor, onunla birlikte geziyor, Mekkeli müşriklerin babasına yaptığı işkencelere şahit oluyordu ve babasıyla birlikte üzülüyordu. Tabiri caizse Fatıma babasının hem oğlu hem kızıydı; onun peşine takılır onunla birlikte gezerdi. Diğer çocukları kendisi hayattayken vefat ettiği için hem sevgisini, hem de doya doya kucağında oturamadığı Amine’nin sevgisini, annesinin sevgisini kızında toplamıştı. Fatıma’yı kızı gibi sever, annesi gibi sayardı. Bu sebepten dolayı kitaplarımız Fatıma’dan bahsederken ‘ümmi ebiyhâ’  derler yani babasının annesi Fatıma, Peygamberimiz’in hem kızıdır hem annesidir. Fatıma Hz. Ali’yle evlendikten sonra sık sık gelir, babasını ziyarete eder, Efendimiz de gider onu ziyaret ederdi. Fatıma babasını ziyarete geldiği zaman Peygamberimiz ayağa kalkardı. Bakın bunu söylememiz yeter kızına karşı nasıl davrandığını gösterebilmek için. Bugün bu asırda hangi baba kendini ziyarete gelen kızını bu şekilde ayakta karşılıyor. Peygamberimiz kızı Fatıma’yı ayakta karşılar, sarılır, iki kaşının ortasından öper ona yer gösterir, oturtur, ilgi gösterirdi. Efendimiz’in hayatında tabii kız erkek ayrımı yoktur ama özellikle çocukları içinde kızlarına, kızları içinde de Fatıma’ya ayrı yer verdiğini, ayrı değer verdiğini görüyoruz efendim.

Kıymetli hocam, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) gençlere davranışları nasıldı? Uyarılması gereken yerlerde nasıl uyarırdı?
 
Allah Rasulü (s.a.v) Efendimiz’den bizim öğreneceğimiz hayat düsturlarından da biri şudur: O toplumun her kesimindeki insanlara nasıl davranılması gerektiğini bilir ona göre davranırdı. O bilirdi ki gençlerin kendilerine göre bir ruh yapıları vardır, yaşlıların kendilerine göre bir dünyaları vardır. Ve çocukların da kendilerine göre dünyaları vardır. Allah rasulü (s.a.v) çocukların dünyasına giren onlarla hemhal olan onları sevindiren, onları çeşitli şekillerde oynatan bir peygamberdi. Yani eğlendiren… Bununla birlikte Peygamberimiz gençlerin de dünyasına giren onların problemlerini dinleyen, onlara ilgi ve alâka gösteren bir peygamberdir. Efendimiz biliyordu ki genç insanın ruh yapısı, psikolojisi, beklentileri, tepkileri yaşlılar gibi değildir. Peygamberimiz bunu biliyor, gençlere o şekilde davranıyordu. Bir günah işlemek isteyen gence yaptığı nasihatler, babasını Uhud’da kaybetmiş Cabir b. Abdillah’a gösterdiği ilgi, İslam’ı kabul etmek üzere gelen gençlere gösterdiği yakınlık bunların hepsi kitaplarımızda kayıt altına alınmış bilgilerdir. Bu manada ben diyorum ki öğretmenlik yapan, imamlık yapan, yani talebe ile, gençlerle meşgul olan hocalarımızın imamlarımzın, Peygamber Efendimiz’in hayatını yeni baştan kendi sahalarını ilgilendiren tarafıyla yeniden okumaları lazım gelir. Biz bugün yerli yersiz gerekli gereksiz gençleri kırıyoruz.. Ruh dünyasını anlayamıyoruz, kavrayamıyoruz bazen. Yani gencin gözünde cazip olamıyoruz. Bu bizim için eksikliktir. Çok sert tepkiler veriyoruz. İnsanımızı kırıyoruz. Ama bakıyoruz Efendimiz’e, çok yumuşak çok nazik davranıyor. Bu yumuşaklık gençlerin yaptığı hataları hoş görüyor manasına gelmesin lütfen. Bir de peygamber Efendimiz’de gençlerle alakalı şunu görüyorum ben; genç insanlara sık sık vazifeler veriyor. Onların da hayatın yükünü taşıyabileceklerini, çok ağır yüklerin altından kalkabileceklerini seferlerde olsun, savaşlarda olsun, kendilerinin büyük işler başarabileceklerini ihsas ettiriyor görev vererek. Gençler de bu işleri yapınca kendilerine bir güven geliyor ve artık İslam davasına dört elle sarılıyorlar. Peygamber Efendimiz gençlere sadece konuşarak, nasihat vererek değil onları işin içine çekerek, hizmetin içine çekerek yetiştiriyor efendim.

Kıymetli vakitlerinizi bize ayırdınız, çok teşekkür ederiz hocam.

Ben de teşekkür ederim ilginiz ve duyarlığınız için

Yazar: Pembe Çiftcibaşı-Betül Kekeç
25-04-10
E mail: Haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MEDYÛN O'NA BEŞERİYYET! (Mustafa Ağırman'la Hz. Peygamberimiz hakkında sohbet)
Online Kişi: 30
Bu Gün: 101 || Bu Ay: 1.049 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.125 || Toplam Tıklanma: 52.223.730